top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- İrem Nas- Kızlar Kalpli Şeyleri Sever

Oysa kalp bir görme organı değil Âşıklar ve küçük kızlar için bir kurabiye biçimidir.


“Ben bu adamla evlenmeye nasıl karar verdim biliyor musun Hakan’cığım,” diyor, Vedat Abi’nin Sevoş’u.

Stiletto model protez tırnaklarını Cartier kolyesinin zincirinin üstünde gezdiriyor. “İkinci ay dönümümüzde senin bu Vedat Abin bana kurabiye yapmıştı. Hem de kalpli, inanabiliyor musun? İşte o zaman ben bu adamla evlenirim, dedim.”

Sevoş, Vedat Abi’ye dudaklarını uzatmaya gerek duymadığı bir öpücük gönderiyor. Vedat Abi, Beymen gömleğinin cebine pat pat vurarak eyvallah ediyor ona. Bu öpücüğün eylemsizliğinin masama bırakılan faturasını gider gösterip vergiden düşebilir miyim, diye düşünüyorum. Dolgulu bir dudağı öpmenin neye benzediğini merak ediyorum. Sen kapıdan girene kadar tabii. Çünkü seni gördüğüm anda vergiden düşülecek bütün faturalar origami kuşlara dönüşüp ofisin içinde uçmaya başlıyor.

Kâğıttan yaptığın kuşla birlikte masama bıraktığın çikolatalı gofretten beri böyle.

Ceylan. 1 Mart 2023. Çarşamba. Saat beş. - yazıyorum, bir kanadına -Teşekkür ederim Hakan Abi, iyi ki varsın.- yazdığın kuşun diğer kanadına. Gofretin paketiyle birlikte çekmecemde saklıyorum o kuşu. Mesai sonuna yetiştiremediğin iki Excel tablosunu bitirmene yardım ettiğim için “iyi ki varsın” demediğini düşünmek istiyorum. Ama bana “abi” demen yakıyor her yerimi dipsiz bir tavada.

Ceylan… Senin gibi, kadınlığın muhteşem cazibesinden henüz kararınca nasibini almamış bir kızın taşıyacağı en güzel isim... Kız çocuğu şirinliğiyle bırakıyorsun elindeki dosyaları Vedat Abi’nin masasına. O görmüyor şirinliğini. Bana ve Sevoş’a utangaç bir selam veriyorsun. Sevoş yakalayıp oturtuyor seni karşısına. Kalpli kurabiyeye düşme yalanını sana da anlatıyor. Bakışlarındaki hayranlıktan anlıyorum, inanıyorsun ona. “Yaa, kaldı mı böyle adamlar gerçekten? Ne şanslısınız,” diyorsun. İşte o an, sekiz aydır tedirginlikle dolaştığım kıyına kâğıttan bir kayık vuruyor. Kayığın üstünde: “Kaldı. Ceylan’a kalpli kurabiye yap!” yazıyor.

Ta ilkokuldayken hem sıra arkadaşım hem de ilk aşkım olan Nazlı’dan öğrenmiştim kalpli şeylerin kızlar üstündeki cazibesini. “Senin her şeyin niye kalpli?” diye sorduğumda, “Kızlar kalpli şeyleri severler,” diye yanıtlamıştı beni. Ben de bu yanıtın üstüne anneme milyoncudan kalp şeklinde, kırmızı bir kutu aldım. Kutunun içi boştu ama annem çok sevindi. “Anne, kızlar neden kalpli şeyleri severler?” diye sordum. Güldü. “Ne bileyim oğlum,” dedi, “sana kalbimi veriyorum demektir, herhalde.” Sorumun cevabı asla bu değildi ama o zamanlar annem söylediği için kesinlikle buydu.

Annemin son mutlu gülüşünü o gün gördüm. Ona kalbimi yeterince veremediysem… Hastalandı, birkaç ay sonra da organ yetmezliğinden öldü. Uzunca bir süre bunu kutunun boş olmasına yordum.

Anneme aldığım kutuyu birkaç yıl sonra içine çikolata doldurup Canan’a verdim. Canan da çok sevindi, ölmedi de. Sonra Leyla’ya kalpli bir kolye aldım. İlk öpücüğümü bu kolyeyle kazandım. Bir de kalpli oyuncak ayı aldığım kız vardı, hatırlamıyorum adını. O da çok sevinmişti. Anlayacağın, hangi kıza kalbimi vermek istediysem ona kalpli bir şey verdim. Ama kalbimi geri vermemeleri için ne yapmam gerektiğine fazla kafa yormadım.

Çok da zor olmuyor yani sana kalpli kurabiye yapma kararı almam. Yetişkin biri olana kadar kızlara kalpli şeyler vermek işleri yoluna koymama yetiyor çünkü. Sonrasında o kalplerin katma değerini arttırmak gerekiyor tabii.

Neyse ki sen oralarda değilsin şimdi. Yarı yaşımdan biraz fazlasın, hâlâ çiçekli bir bahar dalı kadar kız çocuğusun.

Vedat Abi’nin Sevoş’una Cartier, Bihtoş’una Seyfioğulları’ndan su yolu bileklik, Asu’suna dorika bileklik filan... Kadınlara dair ne varsa patronum Vedat Abi’nin onlara yaptığı yatırımların faturalarından öğreniyorum. Faturaları vergiden düşmeye kafa yorduğum yetmiyor, bu kadınlar Vedat Abi’ye nasıl daha çok düşerler, diye de kafa yoruyorum. Adamın bütün usulsüz hıyarlıklarına tuzlukla koşuyorum. Cariter’e karışamıyorum fakat Seyfioğulları kuyumcusuna her vardığımda alınan takıları kalpli kutulara koyduruyorum. Düşülecek şeyleri ondan önce düşündüğüm için çok seviyor Vedat Abi beni. Çekmecesine bıraktığım her kalpli kutuyu vereceği kadının yüzünde annemin son mutlu gülüşünü hayal ediyorum.

Son günlerde en çok seni hayal ediyorum. Pembe ojeli, zarif ellerinin özenle katladığı kuşlar, kayıklar, kurbağalar oluyorum. “Yardımcı olabileceğim bir şey var mı Ceylan?” diye sorduğumda “Allah razı olsun Hakan Abi,” derken yanık içime soğuk su gibi sıçrayan gülümsemeni düşünüyorum. Bakışlarım, fikrim, boyu hep ölçülü mini eteğinin sınırlarına kayıyor arada. Yakıştıramıyorum seni yaşımın yanına ve kalpli kutulara, çok utanıyorum.

Kurabiye yapmayı da bilmiyorum ki. İnternetten bulabildiğim bütün tariflere bakıyorum. Annem hayatta olsa ona sorardım ya da yaptırırdım. Olur da bir gün “beraber yapalım” dersen rezil olmamak için kendim öğrenmek istiyorum. Dördüncü defa yoğurduğum hamurun kulak memesi kıvamını tutturmaya çalışıyorum. Kulak mememi tutuyor, bildiğim bütün memeleri düşünüyorum. Hamur hâlâ bildiğim hiçbir memeye benzemiyor. Derya’ya “küçük meme severim” dediğim aklıma geliyor, Selin’e “büyük meme.” Senin memelerini düşünüyorum; boyutları hakkında bir fikrim var ama bilmiyorum henüz neye benzediklerini. Bu kadar uzun süre bilmediğim tek memeler seninkiler herhalde. Bilmek istemekten de utanıyorum.

Hiç olmuyor değil kurabiyeler ama kalpten başka her şeye benziyor şekilleri. Tatlarından kurtarırım muhtemelen, diyorum ki kurtarırım gerçekten. Kâğıttan yaptığın figürlere gösterdiğin özenle diziyorum yamuk yumuk kurabiyeleri saklama kabına. Saat tam beşte koyacağım onları masana. Son çayını almak için masadan kalktığın anı kollayacağım.

Bütün saatler vaktinde duruyor da beşi çok geç vuruyor o gün. Tam da saklama kabını masana koyarken yakalıyorsun beni. Kalktı hilal kaşları, sordu kim bu serseri, şarkısının kızı gibi bakıyorsun yamuk kurabiyelerime. Tamirci çırağı oluyorum hemen, omuzlarım düşüyor. Gözlerim, sırtıma vurup “romanları unut” diyecek ustamı arıyor. Vedat Abi çoktan çıkmış. Kurduğum hayaller, sabaha kadar yatakta döne döne seninle yaptığım konuşmalar kafamdan bir bir tasfiye ediliyor.

“Hayırdır Hakan Abi, nereden çıktı bunlar?” diyorsun içimi ilk defa hiç serinletmeyen gülümsemenle. Kafamın içinde kurtarılacak evrak arıyorum.

“Komşum yapmış, gelirken tutuşturdu elime,” diyorum. “Şekilleri kötü de tatları fena değil… Şey… Yaşlı kadın işte, anca bu kadar…”

“Ay canım Abim yaa. Sağ ol. Teyzemin ellerinden öperim. Ben çölyak hastasıyım Abi, yiyemem ki bunları. Sen bizim insan kaynaklarına götür istersen,” diyorsun.

Vadesi gelmiş senetlerin ödemelerini çıkaramamışız da alacaklılar kapıya dayanmış gibi bir saat beş oluyor. Geç vurduğu yetmiyor, geçmiyor da. Son dakika bir alacağın yetişmesiyle senetleri ödüyormuşuz misali, hüzünlü bir kurtuluş yaşıyorum. Oturup çölyak hastalarına dokunan yiyecekleri araştırıyorum. Kaçırdığın hayat tatları için üzülüyorum, glutensiz un alıyorum, kalpli kurabiye kalıpları alıyorum; kuşlu, çiçekli, yıldızlı olanlardan da alıyorum, evdeki mini fırını değiştiriyorum…. Ancak senin gibi bir prensesin bağırsakları bu kadar hassas olabilir, diye düşünüyorum, gerçekten üzülüyorum. Bir haftamı alıyor glutensiz unla kurabiye yapmayı başarmak. Ha bir de kuş yapmayı beceremiyorum ama kâğıttan kayık yapmayı öğreniyorum internetten. O ara öyle güzel de bir yol açıyorsun ki bana. Yetiştiremediğim beyannameleri koştur koştur götürerek teşekkürün en hasına yer yapıyorsun benim için.

Üstlerine envai çeşit not yazdığım on dört kayık yapıyorum. Teşekkür ederim. Sen de iyi ki varsın. Glutensiz :) yazdığım on ikincide karar kılıyorum. Kâğıttan yaptığın figürlere gösterdiğin özenle diziyorum bu sefer gerçekten kalp gibi görünen kurabiyeleri saklama kabına. Saat tam beşte koyacağım onları masana. Son çayını almak için masadan kalktığın anı kollayacağım.

Bütün saatler vaktinde duruyor da beşi yine çok geç vuruyor o gün. Bu defa yakalamıyorsun beni. Tam da saklama kabını masana koyarken azıcık açık çekmecene takılıyor gözüm. Bizim Seyfioğulları’nın kalpli kutularından biriyle göz göze geliyoruz. Ne bulmayı umarak bilmiyorum, Vedat Abi’nin odasına, hediye kutularını bıraktığım çekmeceye koşuyorum. Epeydir uğramamıştım oraya. Vedat Abi yok, çekmece kâğıttan kuşlarla dolu. Tanıyorum el yazını.

Vadesi gelmiş senetlerin ödemelerini çıkaramamışız da alacaklılar kapıya dayanmış gibi bir saat beş oluyor. İflas bayrağını çekiyorum.


İrem Nas

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page