top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Mustafa Bostan- Peynirli Börek

Sıcağı şimdiden hissedebiliyorum. Oysa daha sabahın çok erken saatlerinden herhangi birini yaşamaya yeni başladım. Uyandığım doğru. Uyandım ama hala yataktan çıkmadım. Yapış yapış terledim yine. Atletim sanki yeni yıkanmış da güneşli bir günde şarkılar eşliğinde balkon demirine asılıyor gibi. Öyle diyorum ama ben hiç şarkı söylemem. Mırıldanmam bile. Bu zamana kadar neşeli şarkılar dinlemedim ki onlara eşlik ede ede ezberleyeyim.

Bazı günler kapı deliğinden bakıyorum ama öyle evde kalmış, orta yaşlarda sapıklığa meyyal biri falan değilim. Evde kaldığım daha doğrusu hiç evlenmediğim doğru ama sapıklığa meyyal biri falan değilim. Denk geldikçe bakıyorum öyle. Özellikle karşı komşumun işten eve döneceğini bildiğim saatlerde. Komşum diyorum ama hani şu eskilerde olduğu gibi gerçek komşuluk ilişkilerine sahip değiliz. Arada sırada merdivenlerde karşılaşıyoruz Serhat Bey ile. Mecburi olarak ‘merhaba, iyi günler, günaydın, iyi akşamlar’ diyoruz. Tüm apartman biliyor Umay’ın ikizlere hamile olduğunu. İki kız babası olacağını da Serhat Bey’den duymuştum birkaç kez. Asansörde karşılaşınca ki bu çok az oluyor çünkü kilolu biri olduğum için sürekli terliyorum ve asansörler beni boğuyor. Hele de benden başka biri daha varsa asansörde o saniyeler bana cehennem azabından beter oluyor.

Komşum mu diyordum? Hayır, kapı deliğinden bakıyorum diyordum. Karşı dairede oturan beyefendi, eğer günü iyi geçmişse kapıyı açarken neşeli şarkılar mırıldanır. Yok, eğer günü kötü geçmişse kapıyı yumruklar olanca gücüyle.

Ne çok uzattım yatak faslını. Bir an kendimi Yunan tanrıçaları gibi hissettim. Yatakta uzanmış, şişman, terli ve yapış yapış bir Yunan tanrıçası. Hiçte iç açıcı değil. Pazar olduğu için yatakta bu kadar çok oyalandım. Normal günlerde olsa uyandığım gibi yataktan fırlar ve hemen duşa girerim. Hazırlanıp işe yetişirim.

Kalkıyorum yataktan. Atletimi değiştirmem gerek. Belki yatak çarşafını da değiştiririm. Aynanın karşısına geçiyorum. Saç diplerim hala terli. Atletimi çıkarıyorum. Aynaya bakıyorum ama kendimden başka her şeyi görüyorum. Duvarda asılı duran nazar boncuğu desenli saati, pencereden sızan ışığı, ışığın önünde oynaşan toz zerrelerini, perdenin bir kanadını… Kendime bakamıyorum çünkü şişman olduğum için öyle çok kendimle barışık değilim. En son tartıldığımda 123 kiloydum.

Yavaş yavaş aynadaki kendime bakıyorum. Hala şişmanım. İtici bir şişmanlık bu. Hele göğüslerim, öyle sarkık öyle büyük ki. Bir erkek gözüyle bakmaya çalışıyorum, hiç çekici gelmiyor. Erkek olsam kendimle yatar mıyım, bilmiyorum. Geçen seneydi galiba. Belki ondan önceki sene de olabilir, tam hatırlayamıyorum. Üst kata yalnız yaşayan bir kadın taşınmıştı Bahar adında. Gerçek ismi Bahar mıydı emin değilim. Ağır hatıraların altında ezilmiş ve ezilmeye devam eden bir kadındı. Aramızdaki arkadaşlık yalnız olmamızdan dolayı çabucak ilerlemişti. Zayıftı, güzeldi, alımlıydı, bakımlıydı. Bir kere yeni aldığı elbiseyi bana göstermek için yanımda değiştirmişti üstünü de göğüslerini görmüştüm. Dik ve bir o kadar cesaretliydi göğüsleri. Kim bilir kaç şehvetli el dokunmuştu bunlara diye düşünmüştüm. Kalem durmayacak demişti göğüslerini bir erkek duyarlılığıyla okşarken. Çok sürmemişti taşınması. Apartman sakinlerimiz, yönetici ve ev sahibine baskı yapmışlar, üstüne imza da toplamışlardı kadını evden attırmak için. Geceleri çalışan bir beden işçisi apartmanımıza hiç yakışmazmış söylediklerine göre. O kadın gider gitmez çok sürmemişti yeni birinin taşınması. Hâlâ burada oturuyor, üst katımda. Yalnız yaşıyor kendisi. Hem bekâr hem yakışıklı, üstüne üstlük üniversitede hoca. Çıtı çıkmaz pek. Arada sırada öğrencilerle âlem yapar o kadar. Birkaç ay takip etmiştim de her ayın yirmi üçünde çağırıyordu giriş katta oturan öğrencileri. Öyle çok taşkınlık da yaptıkları olmaz bu âlem yapılan gecelerde. Bolca şiir okuduklarını duymuştum kapıcıdan. Arada sırada karşılaşıyoruz. Saatlerce yüzüne bakma isteği doğuyor bende bu nadir karşılaşmalarımızda. Öyle bir yüzü var ki baktıkça bakasım, sevdikçe sevesim geliyor. Sanki yüzünde görünmez bir şiir yazılı da okumaya doyamıyor gibiyim.

Şimdi kendi göğüslerime bakıyorum. O kadar sarkık duruyor ki bırak kalemi kitap koysam o bile düşmez. Geniş bir tişört giyiyorum üzerinde yaz çiçekleri bulunan. Köşedeki markete inip ekmek almak niyetindeyim. İneceğim dört kat merdiven de iyi gelecektir sabah sabah.

Kapıdan çıkıyorum. Karşı komşularımız henüz uyanmamışlar. Şimdi sıcacık yataklarında birbirlerinin tenlerini hissederek ama biraz terli, yatıyorlardır. Belki kadının başı adamın göğsündedir. Belki de adamın kolu kadının göğüslerinde. Düşündüklerimin nereye gideceğinden utandığım için merdivenleri inmeye başlıyorum.

Oturduğum dairenin hemen altında bir çift oturuyor. Kadın zayıf, ufak tefek, özelliksiz, öyle anlatılacak bir güzelliği olmayan, hemen her yerde rastlanılması mümkün, rastlayıp da önemsemeden, dönüp ikinci kez bakmayacağımız kadınlardan. İlk taşındıklarında bakmıştım, kapılarında Serpil-Hasan yazıyordu. Beş yıldır evliler. Mutlu, huzurlu ve bir o kadar da ateşli bir evlilikleri vardı. Aynı cephede altlı üstlü oturduğumuz için onların yatak odası benim yatak odamın hemen altında. Ateşli bir evlilikleri olduğunu hemen her gece duyduğum ve duydukça kıskandığım seslerden biliyorum. Geçenlerde duydum ki boşanmışlar. Şaşırdım. Boşandıktan sonra da hiç görmedim Hasan’ı. Boşanmadan önce Hasan Bey diye hitap ederdim ama artık Hasan diyebilme özgürlüğüm var çünkü artık o özgür bir adam.

Merdivenlerde ağır bir toz ve birbirine karışmış ayakkabı kokuları var. O kadar söylesek de kimse ayakkabılarını içeri almıyor. Bu mahallede pek hırsızlık olayları da olmaz. Apartman sakinleri de rahat biraz. Bugün de pazar ya Hikmet Efendi hiç ama hiç ilgilenmez buralarla. Sadece pazartesiden pazartesiye önce suyu görünce son kez çırpınan tozların kokusu duyulur, hemen ardından da ucuz sabun kokar buralar. Bazen vanilya, bazen leylak, bazen gül…

Merdivenleri iniyorum birer birer. Hasan’ın kapısında çöp poşetleri var. Demek ki o da benim gibi erkenden uyanmış çünkü içerden süpürge sesleri geliyor. Unutma ve yeni bir sayfa açmanın ilk ve en keskin kuralı eski defterlerden bir an önce kurtulmaktır. Hasan da öyle yapıyor belli ki. Poşetin birinde perdeler var. İnce uzun, pembe şeritleri olan perdeler. Kesin Serpil’in. Diğer poşette de nevresim takımı var ve yine pembe. Serpil pembe seviyormuş. Bu da demek oluyor ki artık Hasan pembeden nefret ediyor. Hemen düşünmeye çalışıyorum yatak odamda pembe bir şeyler var mı diye. Yok.

İçimi bir anda sevinç kaplıyor. İlk kez neşeli şarkılar söylemek istiyorum. Hasan’ı düşünüyor, içten içe seviniyorum. Bekâr bir insan artık o. Acıların yorduğu, sığınacak birini arayan, çekici, yakışıklı bir beyefendi.

Markete neşe içinde gidiyorum. Bu ilk fırsat olabilir. Şimdi Hasan sinirle evin içinde geziniyor, Serpil’i hatırlatacak her şeyden kurtulmaya çalışıyordur. Kahvaltı hazırlamak, hatta kahvaltı yapmak bile aklına gelmemiştir. Acaba börek sever mi, severse neyli sever, evde patates var mıydı?

Kaldırımın ortasındaki ağaçta iki tane serçe görüyorum. Bu iyiye işaret. Güzel bir tebessüm yayılıyor yüzümde. Marketten lazım olan hemen her şeyi alıyorum. Merdivenleri heyecanla çıkmaya başlıyorum. Yine terliyorum. Hasan temizliğine devam ediyor belli. Poşetlerin yanına yatak odası halıları da konmuş. Evindeki tüm Serpil izlerini silmeye kararlı. Mutfağa girdiğimde ekmek almadığımı fark ediyorum.

Bu zamana kadar yaptığım en iyi böreği yapmak zorundayım. Yapmasına yaparım da nasıl götüreceğim, o cesareti bulabilir miyim kendimde, henüz bilmiyorum. Hem kıymalı hem patatesli hem de peynirli börek yapacağım. Yanlış anlar mı ondan korkuyorum. Tabağı uzattığımda önce böreklere, sonra bana, benden ziyade şişmanlığıma bakar mı, bakıp da hemen düz bir mantık yürütür mü? Üç çeşit böreği kendim için yaptığımı zannedip bana, benden ziyade şişmanlığıma acır mı? En iyisi tabağı uzatırken bir de bahane bulmalıyım. Akşama misafirlerim var desem, hayır, olmaz, böyle dersem akşam bana gelme ihtimalini yok etmiş olurum. Sanki öyle bir ihtimal varmış gibi.

Börek yapmalıyım. Çeşit çeşit börek yapmalıyım. Öğlen gibi hepsini yetiştiririm. Hasan o zamana kadar da iyice acıkmış olur.

Yeni evlenen bir kız var bankada. Geçen gün kayınvalidesi yemek tariflerini biriktirdiği defteri ona vermiş, mesai bitene kadar anlatıp durmuştu bunu. Benim öyle bir defterim yok, olmadı hiç. Annemin var mıydı hatırlamıyorum. Annemi de pek hatırlamıyorum. Anımsamıyorum bile.

Geçmişi hatırladıkça iyi ki defter falan kalmamış bana diyorum. Her defter içinde derin anılar saklar çünkü. Bu yemek tariflerinin alelacele yazıldığı bir defter de olsa daima hatıralar sinmiştir o harflere.

Mutfaktaki balkonun kapısını açıyorum. Belirgin bir esinti yok. Kimden, nasıl öğrendiğimi bilmediğim, içgüdüsel olarak başlıyorum börek yapmanın sıralamasına.

Kan ter içindeyim. Mutfakta, pişen böreklerden daha fazla piştiğimi hissediyorum. Peynirli su böreği, kıymalı tepsi böreği ve patatesli kol böreği hazır. Hepsinin de tadına baktım, gayet yenilesi, yenilirken de zevk alınası lezzette olmuş. Kesin Hasan beğenir. Yani beğenmemesi için herhangi bir sebep yok.

Duş aldıktan sonra saçlarımı iyice kuruluyorum. Üzerinde pembe olmadığına dikkat ettiğim bir tişört giyiyorum. Yine aynanın karşısındayım ama bu sefer sadece kendime bakıyorum. Yüzüm o kadar renksiz, o kadar soluk duruyor ki hayat neşesinden eser yok. Biraz canlılık gelsin istiyorum. Varla yok arasında hafif bir makyaj yapıyorum. Yüzüme can geliyor adeta.

Tabağı hazırlıyorum. Büyükçe bir servis tabağı elimde bir tuvale dönüşüyor sanki. Böreklerle resim yapıyor gibiyim. Öyle hoş gözüküyor ki. Soğutmadan götürmem gerek. Daha çok oyalanırsam yine terlerim. Balkon kapısı hala açık ama serinleten bir esinti yok. Belki gün batımına doğru biraz esmeye başlar. Öyle olursa parka yürüyüşe inebilirim. Zaten bu zamana kadar hata yaptım. Hep erteledim, hiç önemsemedim bu zayıflama işini. Oysa güzelim. Güzelliğimi ortaya çıkarmayı hiç düşünmedim. Annemin cansız bedeniyle karşılaştıktan sonra tek tesellim yemekler olmuştu. Yaşadıklarımı yemek yiyerek unutmaya, daha doğrusu bastırmaya çalışmıştım. Artık zayıflamanın zamanı geldi. Üst katta gözde bir bekâr, alt katta yakışıklı bir bekâr, giriş katta gençler varken ve apartmandaki tek bekâr kadın benken kendime bakmamak aptallık olur.

Vestiyerdeki aynada tekrar bakıyorum kendime. Üzerimde pembe olup olmadığını baştan ayağa kontrol ediyorum. İlk bakışta normal ev halinden çıkıp gelmiş gibiyim. İstediğim buydu. Abartısız, doğal ve sade. Detaylara baktığında ev hallerinde bile bakımlı olduğum, özenli olduğum anlaşılır. İstediğim tam da bu.

Merdivenleri iniyorum. Ağır ağır iniyorum çünkü neden bu kadar börek yaptığıma bahane bulmaya çalışıyorum. Misafir gelecek diyemem. Yarın bankadakilerle kahvaltı yapacağız derim. Çok üstünde duracağını zannetmiyorum çünkü o şimdi Serpil’le savaşıyordur evin içinde. Eşyalar onun için acı veriyordur. Bu yüzden Serpil sinmiş tüm eşyadan kurtulmaya çalışıyordur.

Kapıyı çalıyorum. Biraz bekledikten sonra tekrar çalıyorum. Yavaş yavaş açılıyor kapı. Hasan apar topar üzerine bir gömlek giymiş. Üstten üç düğmesi açık. Meme uçları görünüyor, sütlü kahveden biraz daha koyu, ama bunun farkında olup olmadığını bilmiyorum. Börek diyorum tabağı uzatırken, börek yapmıştım da size de getirdim. Tabağı alıyor. Peynirli böreği aldığı gibi ağzına atıyor. O an anlıyorum en çok peynirli böreği sevdiğini. Teşekkür ediyor donuk bir şekilde. Kapıyı kapatıyor. Bakakalıyorum.


Mustafa Bostan

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page