top of page

Öykü- Doğan Görmez- Şahsi Bir Mesele

  • Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyat
    İshakEdebiyat
  • 5 gün önce
  • 4 dakikada okunur

İçine beton dökülüp tam ortasına kalın bir demir sabitlenmiş yağ tenekesi, taksi durağı olarak kullanılan konteynerin hemen dibinde. Demirin tepesinde paslı bir levha, alacakaranlıkta zorlukla seçiliyor: OTOGAR TAKSİ

Otobüsten yeni inen kadın, taksi durağına yöneldi. Duraktaki tek taksi konteynerin önünde park halinde. Taksici, şoför koltuğunu geriye doğru iyice yatırmış, uyuyor. Kadın, taksiye iyice yanaşınca uyuyan adamı gördü. İnce, kemikli parmaklarıyla cama sertçe tıklattı. Adam irkilerek uyandı. Kısa bir an nerede olduğunu anlamak istercesine baktı sağına soluna. Sonra doğruldu. Koltuğu normal pozisyonuna getirdi. Kontaktaki anahtarı yarım çevirip camı açtı. Kadına şaşkın ve uykulu gözlerle baktı. “Binebilir miyim?” Taksici ayılamamıştı hâlâ. Cevap vermek yerine esneyip gözlerini ovuşturdu. Kadın daha yüksek sesle ve sabırsızca sordu tekrar: “Boş mu, diyorum. Binebilir miyim?” Taksici şaşkınlığını üzerinden atıp hızlıca cevapladı. “Tabii, tabii. Binebilirsiniz.” Arabayı çalıştırdı. Kadın taksinin diğer tarafına dolandı. Ön kapıyı açtı, oturdu. Uzun boylu, kemikli bir kadındı. Dizleri torpidoya değince taksiciye döndü. Kadının sert yüz hatları vardı. Çökük avurtları, keskin bir çene yapısı, çekicilikten çok uzak ve erkeksi bir yüz. Taksici, “Arkaya otursaydın abla, ora daha rahattır,” dedi.  “Ben buraya oturmak istiyorum, nereden geri çekiliyor bu koltuk?” Kadının ağzından her söz karşı tarafı azarlar gibi çıkıyordu. Taksici eliyle koltuğun altını işaret etti. “Şurada bir mandal var, onu yukarı kaldırıp koltuğu geriye hareket ettirebilirsiniz.” Kadın denileni yaptı. Taksici arabayı yavaş yavaş hareket ettirmeye başlayınca gözünü yoldan ayırmadan, “Abla şey, saat daha altı olmadı, çok erken. Yani…” dedi. Cümlesini nasıl tamamlayacağını bilemedi. Kadının sert, delici bakışlarını üstünde hissediyordu. “Gece tarifesi devam ediyor yani. Baştan söyleyeyim de yanlış anlama abla,” deyiverdi. Kadın söylenenleri pek umursamadı. “Fark etmez, sen sür,” dedi çenesiyle yolu göstererek. Siyah deri ceketinin yan cebinden küçük bir kâğıt çıkardı. Kâğıdı adama uzatırken emir verircesine konuştu. “Bu adrese gideceğiz. Sokağa girdiğinde arabanın farlarını kapatacaksın. Ağır ağır ilerleyeceksin. Apartmanın önünde durmayacaksın. Yirmi otuz metre geriye park edeceksin arabayı. Bak bakalım biliyor musun bu adresi?” Taksici kağıdı aldı. Bir yola bir kâğıda baktı. “Biliyorum bilmesine de,” dedi, gerisini getirmedi. Kadın ters ters baktı. “Eeee?” dedi. “Abla bu saatte oralar tehlikeli olur. Bilemedim ki. Torbacısı, gaspçısı, dolandırıcısı… Ne ararsan var.” Kadının suratına ilk kez bir gülümseme yerleşti. Belli belirsiz, dudağının kenarında bir tebessüm… “Sen orasını merak etme. İşini yap, beni oraya götür. Gerisine karışma.” Uzandı, taksicinin elinden kâğıdı alıp tekrar cebine koydu. Taksici başını hafifçe öne eğip kaldırarak kadını onayladı. Derin bir soluk aldı. Gaza yüklendi.

Otogardan çıkar çıkmaz kadın camı açtığı için sabahın serinliği içeri doldu. Temiz hava belki de saatlerdir uyuyan taksicinin katılaştırdığı havayı bertaraf etmişti. Motorun gürültüsü bir artıyor bir azalıyordu. Ne taksici ne de kadın tek kelime ediyordu. Asfaltta akan lastiklerin sesi bazen boğuk bazen zırıl zırıl çıkıyor, motorun gürültüsünü bastırıyordu. Yanıp sönen kırmızı trafik lambalarını, evleri, ağaçları, parkları geçtiler önce. Şehrin iyice dışına çıktılar. Sonra ışıklar azaldı, evler seyrekleşti. Kadın ceketinin iç cebinden sigara paketiyle çakmağını çıkardı. İlk dumanı dudaklarını büzerek üfleyiverdi dışarı. Taksici, “Abla, takside sigara içemiyoruz. Görürlerse ceza yazıyorlar,” dedi. Kadın üsten üsten konuştu. “Bu saatte kimse bir bok görmez, görse de siklemez. Sen yoluna bak!” Taksici bu sert çıkış karşısında afalladı, direksiyona daha sıkı sarılıp yola devam etti. Kadının uzun ve kemikli parmaklarının arasında sigara, kibrit çöpü gibi duruyordu. Derin ve sık birkaç çekişle neredeyse sigarayı yarıya indirdi. Bu sırada taksi dar sokaklara daldı. İyice yavaşladı. Kadın sıkı bir fiskeyle sigarayı dışarı fırlattı. Yerinde kıpırdandı, doğruldu. O, bunları yaparken taksici göz ucuyla onu izliyordu. Kadın en son biraz öne eğilerek ceketinin yakasını, yenini toparladı. O sırada taksici kadının belindeki silahı fark etti. O şaşkınlıkla vites küçültmekte biraz geç kalınca araba sarsılır gibi oldu. Hemen debriyaja basıp toparladı. Kadın, taksiciye baktı ters ters. Taksici farları söndürdü. İyice yavaşladı. Alnı boncuk boncuk ter oldu. Biraz daha ilerledikten sonra izbe bir sokağın ortalarında durdu. Kadın kapıyı açtı. Tam inecekken adam merakla sordu. “Abla sen polis misin?” Kadın ayağının birini dışarı attı. Arabadan tamamen çıkmadan hemen önce gözlerinin içine baktı. “Evet, polisim ama bu şahsi bir mesele.” Sonra indi taksiden. Kapıyı çok ses çıkarmadan kapattı. Eğildi, kollarını arabanın tavanına yaslayıp uzun boynunu içeri uzattı. “Beni burada bekleyeceksin. En fazla on dakika sonra geri geleceğim. Eğer geldiğimde burada olmazsan seni mutlaka bulurum. Sonra sıçarım ağzına, haberin olsun.” Taksici başını yukarı aşağı hızlıca sallayabildi sadece. Kadın karanlık sokakta ilerledi. Biraz ilerideki sıvasız bir binaya girdi.

Taksici sıkıntıyla beklemeye başladı. Arada sırada dikiz aynasından arka tarafı kolaçan ediyor, gelen giden var mı diye bakıyordu. Kadının girdiği apartmanın kapısına bakıyor, hiçbir hareket görmüyordu. Bomboş bir sokak, derme çatma evler ve alabildiğine sessizlik… Henüz on dakika dolmadan kadının girdiği apartmandan bir karaltı çıktı. Taksici ancak birkaç fırt çekebildiği sigarasını telaşla dışarı fırlattı. Sonra kapıda kadın da göründü ve karaltıyı sırtından dürtükleyerek taksiye doğru yönlendirdi.  Neredeyse kadın kadar uzun ve ince görünen karaltı ayaklarını sürüyerek taksiye yaklaştı. Kadın, yanına yöresine sık bakışlar fırlatarak ilerliyordu. Karaltı yaklaştıkça taksici onun on beş, on altı yaşlarında bir oğlan olduğunu fark etti. Düşük belli, bol bir kot pantolon giymişti. Üzerinde bir beden büyük salaş bir sweatshirt, ayağında yıpranmış Converse… Kadın ve oğlan taksinin yanında durdu. Kadın arka kapıyı açarken tavizsiz bir ses tonuyla, “Bin şu taksiye!” dedi. Oğlan başını öne eğmiş öylece dikiliyordu. Taksici koltuğunda oturuyor, kafasını arkaya çevirmiş, onları merakla izliyordu. Kadın dişlerinin arasından tısladı. “Bin şu taksiye dedim!” Oğlan başını yavaşça kaldırıp baktı kadına. Oğlanın göz altında mor halkalar vardı. Çok yorgun görünüyordu. Gözlerinin içi kanlanmıştı. “Bu sefer eve dönmek istemiyorum anne,” dedi hınçla. Kadın bunu duyar duymaz oğlanın suratına öyle bir tokat patlattı ki taksici koltuğunda irkildi. Ses, sokakta yankılandı. Oğlan iki büklüm olup yanağını ve burnunu tuttu. Kadın onu açık kapıdan içeri bir çuval fırlatır gibi fırlattı. Kendi de geçti, yanına oturdu. “Arka kapıları kilitle, otogara sür,” dedi taksiciye. Adam denileni yaptı.

Otogara varana kadar kimse konuşmadı. Çıt çıkmadı takside. Ara sıra oğlan kanayan burnunu koluyla sildi. Burun kanatlarına parmaklarıyla sıkıca bastırdı. Annesi hiç oralı olmadı. Hava aydınlanmıştı. Yol boyunca dışarıyı izledi. Otogara vardıklarında kadın cebinden para çıkardı. Taksimetrede yazandan fazlasını uzattı taksiciye. “Abla bu fazla,” dedi taksici. “Kalsın,” dedi kadın.

Kadın taksiden indi. Oğlanı da yakasından tuttuğu gibi indirdi. İkisi otogar binasına doğru yürürken taksici arkalarından bakakaldı. Kendi kendine mırıldandı: “Ne geceydi ama!”


Doğan Görmez

Yorumlar


bottom of page