Şahin Bey gece 1.16'da alarmın sesiyle uyandı. Normalde asla böyle bir şey yapmazdı. Yani uyuduysa, sabah olmadan uyanmak istemezdi. Ama o gece, her ne kadar zorlansa da bile isteye o saatte uyandı ve yatağında doğruldu. O anda üzerinde beyaz bir atlet ve iç çamaşırı vardı. Gözlerini ovuşturdu. Terliklerini giydi. Yavaşça ayağa kalktı. Dengesini kaybetti, sonra toparlandı. Odasının kapısına doğru yürüdü. Işığı açmaya yeltendi, ama sonra vazgeçti. Böylesi daha iyiydi. Karanlık. Eşini uyandırmak istemiyordu çünkü. Kapıyı sessizce açarak odadan çıktı. Evin içinde yürüyerek sokak kapısına geldi. Tek bir amacı vardı, don atlet sokağa çıkmak.
Bir kitap yazmak istiyordu ama nereden başlayacağını bilemiyordu. Yaşamı tekdüzeydi ve bu sıkıcılıkta zihnini zorlayıp enteresan konular bulamıyordu. Hayal gücü de yetersiz kalıyordu. Sonra şunu fark etti. Yeni bir şey düşünmesi için yeni bir tecrübe yaşaması gerekiyordu. “Beynimin alıştığı sistemi bozmalıyım,” dedi kendi kendine. “Ancak o zaman farklı bir ilham gelebilir.”
Bir gün, marketten dönerken oturduğu eve değişik bir yoldan ulaşmayı planladı. Eve girdiğinde gerçekten farklı hissetti bir an için. Ancak bu edindiği tecrübe yeni bir hikâyeyi başlatacak kadar ilgi çekici değildi. Yine de denemişti, farklı düşünmeyi tecrübe etmişti ve bunun üzerinde oluşturduğu ilham hoşuna gitmişti. Daha marjinal bir şey yapmak istedi. Mesela, don atlet dışarı çıkıp gezebilirdi. Konfor alanını tamamen şoka sokup alt üst ederdi böyle bir şey. O zaman beyninin farklı farklı bölgelerinden daha üst düzeyde ilhamlar gelebilirdi. Kesinlikle iyi bir fikir, diye düşündü ve uygulamaya koydu bunu. Böyle bir şeyi gündüz vakti yapacak cesareti yoktu tabii. O yüzden geceyi seçti.
Bu gece işte o geceydi. Bulutsuz gökyüzündeki binlerce yıldızın arasında sosyetik bir hanımefendi gibi taht kurmuş olan ay, o gece dolunay kıyafetini giymiş, var gücüyle ışık saçıyor; Şahin Bey'in üzerinde yürüdüğü toprak yolu aydınlatıyordu. İlk başta birkaç villanın yanından geçti. Bahçesinde oturmuş bulmaca çözen orta yaşlı bir kadın onu görünce gözlüklerinin üstünden baktı bir süre. Donunu ve atletini gördü. Ancak bir tepki vermedi. Birkaç kedi yanına geldi. Köpekler havladı. Şahin Bey, bu şekilde yarı çıplak sokakta olmaya çok geçmeden alıştı ve üzerindeki korkuyu attı. Daha hızlı, daha kendinden emin yürümekteydi artık. Az ileride büyük ağaçların arasında kasaba mezarlığı göründü. Şahin Bey, “Bu mistik mekandan bir şey çıkacak mı bakalım,” dedi. İçeriye girdi. Küçük bir patika, üzerinde mezar taşlarının olduğu tepeyi ikiye bölüyordu. Bakınca ürperdi. Bu koca ölüm tepesi sessiz ve yabani gözüktü gözüne.
Cesaretini topladı. Ağaçların arasından geçerek orta yere vardı. Bir mezarı gözüne kestirdi. Yabani otların istila etmediği, temiz bir mermer vardı üzerinde. Yaklaştı, üstüne çıktı. Poposunu koyacak yeri seçince de oturdu. Bir süre sonra da oturmayı bırakıp sırtüstü uzandı mermere. Yıldızları seyretmeye başladı. Sonra da sırtı ağrıdı. Ayağa kalktı. Mezardan yere indi. Çişini yapmalıydı. Ağaçların oraya gitmeye üşendiğinden iç çamaşırını indirmeden, olduğu yerde işemeye başladı. Az sonra sol bacağı tamamen ıslanmıştı. O gün yaptığı en garip eylem bu oldu. Don atlet dışarıya çıkmasından daha da marjinal bir şeydi onun için.
Tam o anda mezarlığın içinde belli belirsiz bir ışık gördü. Gözünün önünde bazı mezar taşlarının kenarları aydınlandı, sonra karardı. Tekrar mermerlere vurdu ışık, bu sefer şiddetli. Ölülerin isimleri net okunabildi o anda. Sonra bir konuşma geldi kulağına. Sesin geldiği yere döndürdü kafasını. Ellerinde el feneri, iki kişi elli metre kadar ileride mezarlığın içinde yürüyordu. Konuşmalardan erkek oldukları anlaşılıyordu ama tam olarak ne dedikleri duyulmuyordu. Şahin Bey hemen büyük bir ağacın ardına saklandı. Adamların geçip gitmelerini bekleyecekti. Sesler yaklaştı.
“İşte bu mezar,” dedi içlerinden birisi el fenerini mezar taşına doğrultup.
Durdular. Şahin Bey saklandığı yerden göz ucuyla kontrol etti. Kıyafetleri tam olarak gözükmüyordu ama devlete ait bir görevli veya gece bekçisi gibi birileri olduğunu belirten yazılı, logolu üniformaları yoktu üzerlerinde. Bir tanesi iri cüsseliydi. Üzerinde Pink Floyd yazılı bir tişört vardı. Diğerinin saçları maviydi ve diğerinden daha cılızdı. Bir mezarın yanında durup fısıltıyla mezar taşındaki yazıları okudular. Kendi aralarında yorumlar yaptılar. İkisi de şehirliler gibi, hatta okumuş birileri gibi konuşuyorlardı.
“Yazdığı hikâyede geçen mezarlıkta yatıyor olduğuna inanamıyorum,” dedi şişman olan.
“Aynen,” dedi diğeri. “Sanki buraya gömüleceğini hissetmiş.”
Gençler mezarın etrafında bir süre daha gezindikten sonra mezarın kenarına yaslanıp konuşmaya başladılar.
“Ayrıntıları hatırlıyor musun sen?” dedi mavi saçlı olan.
“Mezarda geçen hikâyenin mi?”
“Aynen. Demin konuştuğumuz.”
“Buraya geliyor, bir mezar seçiyor ve şeyde yatıyordu işte, mezarın birinin üstünde. Yıldızlara bakıyor. Sonra da… Sıkılıp ayağa kalkıyordu sanırım, ondan sonra da işiyordu. Ama işemesinde bir gariplik mi vardı tam hatırlamıyorum.”
“Ben hatırladım,” dedi diğeri. “Pantolonuna yapmıştı.”
“Aaa evet. O ayrıntıyı unutmuşum. Hatta donuydu bence.”
Işıkla aydınlattıkları mezarın üzerinde yeterli boşluk olduğuna emin olunca üzerine çıktılar. “Yatalım biz de, belki bizimle iletişime geçer,” dedi mavi saçlı hemen mezara uzanıp.
İkisi de sırt üstü yattıktan sonra ellerini başlarının altına koydular. Bir süre susup ağaçların sesini dinlediler. Rüzgar yüzlerine vurdu.
“Benim çişim geldi, ciddiyim şaka değil,” dedi sıska olan mavi saçlı. Mezardan indi. Elleri her an indirmeye hazır şekilde fermuarındaydı. Tam Şahin Bey'in arkasına gizlendiği ağaca doğru birkaç adım atmıştı ki durdu.
“Şey yapayım mı lan?” dedi arkadaşına dönüp. “Adamın yaptığı gibi."
“Hangi adamın?”
“Hikâyedeki karakterin.”
“Donuna mı işeyeceksin?”
“Evet, ne olacak ki? Bu mistik atmosferi yakalamışken…”
“Abi deli misin? Ne gerek var?”
“Ben istiyorum,” dedi ufak bir kahkaha atıp. Bulunduğu yerde ayakta durdu ve sıcaklığın tüm bacağına yayılmasını bekledi.
“Ohh!”
“Ne oldu yani şimdi hikâyede yazanların aynısını uygulayınca?”
“Bir şey olacağından değil. Sadece bir ritüel gibi. Bir saygı duruşu işte.”
Şahin Bey olan biteni gizlice izlerken durduğu yerde dengesini kaybetti ve ayağı kaydı. Gençlerden biri irkildi.
“Bir ses duydun mu?”
“Duydum!” dedi diğeri. “Neydi o?”
Birbirlerine yaklaştılar.
“Oğlum cidden, neydi o?”
Sırt sırta verdiler. Ellerindeki el fenerini bir silah gibi kullanıp sağa sola oynatarak sesin kaynağını aramaya başladılar.
“Şu ağacın ardına doğrultsana,” dedi mavi saçlı. “Oradan geldi sanki.”
El fenerini Şahin Bey'in arkasında bulunduğu ağaca doğrulttular. Ağacın kovuğunu, dallarını, küçük yapraklarını görebiliyorlardı artık. Ağır ağır yaklaştılar. “Beni tut,” dedi şişman. “Korkuyorum.”
“Ben de,” dedi diğeri. Kol kolaydılar artık. İki kişi, tek bir beden. Ağaca yaklaştıkça kalp atışları hızlandı.
“Kimse var mı?” diye bağırdılar sonra.
Şahin Bey ses etmedi. Gözleri fal taşı gibi açılmış olan biteni dinliyordu. Son on dakikadır duydukları inanılmaz şeylerdi. “Ah,” dedi, “bunları unutmasam keşke.” Aslında şoktaydı. Kene gibi yapıştırmıştı ağaca sırtını. Kafasını yanlışlıkla oynatsa gözükebilirdi.
Gençler birkaç tane mezar taşına kurbağa gibi atlayarak pozisyon değiştirdiler. Ağacın arkasını uzaktan da görebilecekleri bir yer aradılar.
“Hop! Çıksana ortaya!”
Sonunda öyle bir yere geldiler ki Şahin Bey'i görüverdiler.
“Yuh be! Bu kim oğlum?”
Gözlerini kısarak baktı şişman olan.
“Hikâyedeki adam! Donlu hem de! Hikâyeyi hortlattık!” diye bağırdı sonra. Apar topar kaçışmaya başladılar. Bağırtıları çığlığa dönüştü. Şişman olan sendeleyip düştü. Diğeri, aradan bir yerden nasıl yaptıysa bir yol bulup mezar kapısına ulaşmayı başardı. Ulaştığı yerden “Koşsana oğlum nerdesin?” diye bağırdı.
“Düştüm!” dedi, bacağını bir mezar için belirlenmiş yarı kazılmış bir çukurdan kurtarmaya çalışarak.
Şahin Bey anlık bir içgüdüyle bulunduğu ağacın arkasından ayrılarak düşmüş olanın olduğu yere birkaç adım attı. Genç arkasına bakınca Şahin Bey'in ay ışığında silüetini gördü.
“Oğlum! Sıçtık,” diye bağırdı.
Şahin Bey sevindi. Bu yaşadıklarından harika bir hikâye olurdu. Adrenalini arttırmak adına bir adım daha yaklaştı. Bakalım çocuk nasıl tepki verecek, diye merak ediyordu.
Kapının oradaki bağırıyordu. “Neden kalkmıyorsun? Gelsene!”
“Gelemiyorum! Ayağım sıkıştı,” dedi diğeri korku içinde.
Şahin Bey, ayağı çalılara sıkışan şişman genci daha fazla korkutmamak adına durdu. Bir an için göz göze geldiler. Genç kesik kesik nefes alıp veriyordu. Gözlerini Şahin Bey'e dikmişti. Oldukça çaresiz gözüküyordu bu haliyle. Höt denilse kalpten gidecekti o an. Şahin Bey, hortlak numarası oynamayı sürdürmek istiyordu ama gençlerin çaresizliği bu plandan vazgeçmesine sebep oldu.
“Hayalet değilim, korkma!” dedi nazikçe. Silahsız olduğunu göstermek isteyen düşman askeri gibi ellerini havaya kaldırdı yavaşça.
“Kimsin peki?” dedi şişman genç hızlı hızlı soluyarak.
“Kasabada bir yazlığım var. Gezintiye çıkmıştım.”
“Ne oluyor oğlum, gelsene haydi!” diye bağırdı mavi saçlı olan genç uzaklardan.
Şahin Bey diğeri de kendisini duysun diye bağırdı. “Korkmayın, insanım.”
Şahin Bey şişman genci sakinleştirmeye çalıştı bir süre. Derken yatıştı, Şahin Bey'in bir insan olduğuna inandı, nefes alış verişi normale döndü. Cesaretini toplayınca konuştu.
“Neredeyse ölecektik,” dedi. “Bizi korkutmak için daha korkunç bir şey yapabilirdiniz. Sizi keseceğim gibi sözler edebilirdiniz mesela,” dedi. Çekinerek güldü sonra.
“Aslında,” dedi “tam olarak korkutmak değildi niyetim. Biraz tepkinizi ölçmek istiyordum. Biraz da…”
“Ne oluyor orada?” diye seslendi mezar kapısının oradaki genç.
“Kötü biri değilmiş. Kasabadan bir abiymiş,” dedi şişko olan. Bacağını çıkartabilmişti nihayet. Silkeledi.
Kapının ordaki çocuk mezarlıktaki patikadan yukarıya, Şahin Bey'le diğer gence doğru söylene söylene yürüdü. Yanlarına ulaştığı zaman Şahin Bey'in düşünceli yüzüne baktı.
“Çok korkuttunuz bizi!” dedi.
Şahin Bey özür dileyip böyle bir niyetinin olmadığını yineledi.
“Sizi tanımak isterim gençler,” dedi aniden. “Kimsiniz, nereden geldiniz?”
“Hiç,” dedi şişman olan. “İstanbul'dan geldik. Buralardan geçiyorduk. Çok sevdiğimiz bir yazarın mezarını ziyaret etmek istedik. Ben edebiyat fakültesinde okuyorum.”
“Nerelisiniz peki? Anneniz, babanız çalışıyor mu? Kardeşleriniz var mı? Kaç yılında doğdunuz?”
“Abi,” dedi mavi saçlı olan. “Sen nüfus memuru falan mısın?”
“Değilim ama sizi sevdim. Öğrenmek istedim,” dedi Şahin Bey duygusuz bir sesle.
“İnsanları tanımak için daha basit sorular sorabilirsin o zaman,” dedi mavi saçlı olan. “Hem bize sordun mu? Biz seninle tanışmak istiyor muyuz acaba,” dedi şişko olan.
“Pekala,” dedi Şahin Bey. Bir süre düşündü. “Daha basit sorular. Daha basit sorular…”
“Mesela saçımı sorabilirsin, ki başkaları da hep sorar bana bunu. Neden mavi?”
“Şşşt,” dedi şişko. “Adam merak etmiyor.”
“Evet ya, niye mavi gerçekten?” dedi Şahin Bey.
“Sizin bu merakınız bitmeyecek,” dedi şişko pes ederek. “Neyse. Çok sevdiği bir film var bunun. Oradaki mavi saçlı kıza aşık.”
“Siz hep böyle sevdiğiniz şeylerin peşine mi düşersiniz?” dedi Şahin Bey.
“Aynen öyle, ölümüne!” dedi mavi saçlı. Diğerine göre daha deli doluydu.
“İlk etapta, ağacın arkasında saklanırken, sizlerin sadece birer aksiyon kahramanı olduğunuzu düşünmüştüm. Birer kağıttan figür gibi. Ama derininize inmek iyi oluyor.”
Gençler birbirlerine baktılar. Bu adamda kesinlikle bir gariplik vardı diye düşündüler. Mavi saçlı olanın gözlerinden bir damla yaş süzüldü sonra. “Ne oldu, bir şey mi dedim?” dedi Şahin Bey şaşırarak.
“Biraz duygusallık kattım ortama.”
“Ortama?”
“Sizin bir yazar veya senarist olduğunuzu düşündüm bir an için. Öylesine bir his.”
“Evet öyleyim aslında. Tebrik ederim. Çok zekisin.”
“Ve bizi, birer gözlem malzemesi yaptınız. Kullanıyorsunuz. Kafanızda notlar alıyorsunuz belli ki.”
“Kesinlikle!” dedi Şahin Bey. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı. “Bunun bir mahsuru var mı sizce?”
“Mahsuru yok. Ancak bir tavsiyem olacak. Bence bizlerle daha çok empati yapmalıydınız,” dedi şişman olan. “İyi hikâyecilerin karakterleri, o metni sevecek olan insanların ruhlarına girince yaşam kazanıp ebedileşirler. Onlar, gerçek insanların ruhlarının ölünce gittikleri yerde, ölümsüzlük diyarında yaşamaya başlar adeta. Bu durumda gerçekçilik mühimdir. Böylece okur, kendine ait bir şeyler bulabilir. Ama daha da önemlisi. Bizi gerçekten sevin. Öyle laf olsun diye değil.”
“Deminki sorularımın sebebi sizi anlamaktı zaten.”
“Ama çok aceleciydiniz,” dedi şişko olan. “Anlamak için sormuyor gibiydiniz.”
Şahin Bey kendini açıklama ihtiyacı hissetti.
“Evet. Biraz acele ettim. Derine inmedim. Sevmedim sizi. Bazı şeyleri yüzeysel aktarıp geçerim diye düşündüm. Mezarlık faktörü yeterince ilgi çekiciydi zaten, sizleri de birer figüran gibi gördüm.”
“Figüran mı?”
“Ama şu anda ondan çok daha fazlasısınız kafamda. Tanıdıkça sevdim sizi.”
“Ohoo,” dedi mavi saçlı. “İyi tanısan sevmezsin bence. Karanlık biriyimdir,” dedi.
“Bence duygusal ve sempatiksin.”
Mavi saçlı, tüm sevecenliğiyle ve sevimli gamzeleriyle gülümsedi.
“Bizi sevmeye başlamanız hoş,” dedi şişman olan devreye girip “ama bunu tüm hayatınızda yapmalı, empatiye yaşamınızın her anında alışmalısınız. Her zaman tetikte olmalısınız. Yeni birini görünce bu insanı seviyorum, onu seviyor ve anlamak istiyorum demelisiniz içinizden. Sevgi modunuz on olmalı. O zaman kapılar ve gizemler size açılır. Yoksa yüzeyde kalırsınız hep.”
“Öyle olsun,” dedi Şahin Bey kabullenip.
“Her neyse. Bizim artık kaçmamız lazım.”
Sonra birbirine baktılar. Bir süre düşündüler.
“Nereye kaçalım?” diye sordular Şahin Bey'e.
"Efendim?”
“Koşmamızı istediğiniz bir taraf var mı? Yazmanız için hangi taraf ilginç olur?”
“Ha!” dedi Şahin Bey biraz şaşkın. “Mezar kapısına doğru kaçın yine o zaman.”
“Az önce de mezar kapısındaydım zaten,” dedi mavi saçlı, şişman olana bakıp. “Başka bir doğrultu daha iyi olmaz mı?”
“Haklısın. Hikâyede bir şeyi gereksizce yinelemek iyi değil,” dedi Şahin Bey.
“Evet, tekrara kaçar,” dedi şişko, çok bilmiş bir şekilde başını sallayıp..
“Kafanıza göre basın gidin o zaman,” dedi Şahin Bey gülerek.
“Neden olmasın?” dedi şişko olan. “Biz de insanız, bizim de seçim hakkımız olmalı. Kafamıza göre kaçalım.” Sonra duraksadı. Şahin Bey'in gözlerine bakarak “Yalnız, kaçmadan önce,” dedi, “bir şeyi unutuyorsunuz. Naçizane fikrim…”
“Nedir o?” dedi Şahin Bey merakla.
“Sarılalım. Madem gizli bir anlaşmamız var artık sizinle. Bir hikâyeci karakterlerini sevmiyorsa, iyi bir anlatıcı olamaz, demiştik ya. Karakterler bu kadar kanlı canlıyken, sarılabilirsiniz.”
Gülüştüler. Şahin Bey hiç düşünmeden gençleri kucakladı, alınlarından öptü.
“Teşekkürler size. Her şey için.”
Mavi saçlı olan, hıçkırarak ağlamaya başladı.
“Ne oldu?” dedi Şahin Bey.
“O öyle ağlar, ellemeyin düzelir” dedi diğeri.
Şahin Bey ağlayan gencin omzuna elini koydu ve sevgiyle tıpışladı.
“Hayat, ne kadar acayip,” dedi mavi saçlı olan gözlerini silerken. “Birisi bir hikâye yazmak ister, diğeri de ona malzeme olur. Oysa hepimiz aynı hikâyenin içindeyiz. Bizi kim yazıyor?”
“Tanrı mı dersin?” dedi Şahin Bey.
Hepsi sessizce düşündü söylenen üzerinde.
“Bu kadar da derine inmeyelim!” dedi şişko. “Okurların dinsel inanışları hakkında yönlendirme yapmak doğru olmaz. Tabii eğer bunu yazacaksanız.”
“Yazacağım, her şeyi yazacağım,” dedi Şahin Bey gülümseyerek.
Ayrılık faslı bitince gençler koşarak ortamı terk etti. Bu sefer mezarlığın kuzeyine gidip, gözden kayboldular. Şahin Bey ikilinin arkasından baktı bir süre. Ceviz ağaçlarının hışırtısı ve rüzgarın sesini duydu sonra. Gözlerini kapattı. Bir an için şükürle doldu.
Sonra gençlerin üzerinde yatmış olduğu mezarın başına geldi. Bir sırt çantası, birkaç roman, bir de el feneri orada bırakılmıştı. “Sizi çocuklar sizi!” dedi, “bari bunları alsaydınız.”
El fenerini yerden aldı. Mezarın üst kısmına çıkıp ayakta durdu. Işığı mermere doğrulttu. Yazıyı okudu.
Şahin Gün
Tanınmış Hikâyeci
Ruhuna El Fatiha
Donup kaldı. Kafasını kaşıdı sonra. “O kadar da kötü değilmişim be! Tanınmışım baksana!” dedi. Neşe içinde ay ışığının aydınlattığı yolu takip ederek gerisin geri, evine döndü. Daktilosunun başına oturdu ve sabaha kadar yazdı.
Orkun Kumkale
תגובות