9 yerinden parçalanmış bacağına bakıyor. 9 parça kırığı varmış babamın. 9 tane kırık diyorum içimden. Defalarca yaptığım tekrar, 9 rakamının etkisini düşüreceği yerde artırıyor. 9. İlk harflerini söylemeye başlayınca yüksek bir tepeye doğru çıkıyormuşum hissi, son harfin söylenişiyle aniden bastıran keskin bir bitiş anına dönüşüyor. Bu küçük eğlence beni defalarca söylemeye yönlendiriyor. 9, 9, 9…. 9 yerinden parçalanmış bacağına bakıyor babam. Bir sayı olmaktan çıkıyor gözümde, ruhumda, temasında; bir sürü 1’in toplamına, bir sürü 1’in eksilmesine denk geliyor. Tokuz veya tokkuz sözcüğünden evrilme. Şaman inancında kutsal rakam. Bazı inanışlarda tamamlanma demek. Babam parçalara ayrılarak tamamlanıyor belli ki diye düşünüyorum. Parçalanıp zamanla yeniden birleşecek kemiklerinin içinde hakikat saklı. Her parçasında büyük bir hikaye saklı. Yürüdüğü yolların izlerini taşıyan bu parçaların toparlanması için parçalanması gerekti. Farkında mı? Çocuksu ifadesine bakılacak olursa farkında değil. Çocuk zihnimde babamın masumiyeti karşısında kendimi çaresiz hisseder, beni koruyacak adamın bu kadar saf, masum duygulara sahip olmasından tedirgin olurdum. Hiçbir tehlikenin farkında olmayan, hayatım üzerine alınan hiçbir kararda etkili bir payı olmayan, idrak ve öngörü gücünü yitirmiş, yorgun, uzak… Bir de çok masum.
Niyetim masumiyetine, sessiz, çatık kaşlarına veda etmek olmasa da üniversite okumak için çıktığım o eve tatiller dışında hiç gitmedim. O da benim yanıma gelmedi. Aramızda katman katman, birbirini her an devirecekmiş gibi duran bu buzdan mesafeler 20 senelik ayrı(k)lıktan kaynaklanmıyor elbette. Çok daha fazlasıyla karşımda duruyor. Sesinin, bakışının ardında gördüğüm açığa çıkmaya her an hazırlıklı olan farkındalık dolu bilgeliğini saklıyor babam. Aramıza atalardan kalma dağları sıra sıra dizdiğinden beri baba diye kime seslendiğimi göremiyorum. O da beni belli belirsiz duyuyor, bakıyor, cevabı varla yok arası bir yerde ince ince akıyor. Birbirimize ulaşmak için yürümemiz gereken dağlar, tepeler, ovalar var. Belki birkaç ömür gerekecek kadim utanç, korku, pişmanlık tepelerini aşmak. Yürümek, yürümek, yürümek gerekecek. Ömürlerce yürümek. Fırlatılıp atıldığım uzaklığa, ıssızlığa bakınca tek bir ömürde aşılacak mesafeler gibi durmuyor. Beni zamansız bir düzlemde, doğduğum günden çok önce buraya atmışlar; sonra ben gelmişim gibi duruyor. Bir bedene girmişim ki, başımın belası doğduğumdan beri. Hazlarının, arzularının hamallığını yapmaktan başka bir işe yarıyor mu bilemediğim bir bedene. Doymak bilmeyen, sürekli hizmet bekleyen bu bedenden de babama benzeyen her şey gibi uzak durmak istiyorum. Görmezlikten geldiğim sonsuz sevgimi de alıp gitse istiyorum.
Babam evime geldiğinden beri, evi iş yeriyle karıştırıyorum. İş yerinde evime aldığım bardakları arıyorum. Arabayı koyduğum yeri bulamıyorum. Okuduğum kitabın sayfalarını tekrar tekrar okusam da hatırlamıyorum. Bütün güzel duygularımla beraber nezaketim de gitti sanki, kaba, sert ve kırıcıyım ne zamandır. Köşeye oturuyor oturuyor babam, tek kişilik koltuklara bayılıyor. Tek kişilik yaşantısına da. Tek kişilik dünyasına el sürdürmemeyi amaç edinmiş, başarmış biçimde gidiyor bu dünyadan. Acılarına, sevinçlerine, coşkularına, korkularına kimseyi katmadan usulca süzülüp, ustaca gidiyor. Nereye giderse gitsin tekli koltuğa hep babam oturuyor. Bu huyundan haberdar olmayanlar bile biraz geri durup onun köşesine oturmasını bekliyor. Buraya gelir gelmez de aynı şeyi yaptı. Oturduğu köşesinden, biricik, el yapımı tahtından benim eve gelişimi gözlüyor, eve girdiğim anda gözlerindeki ışıltıdan belli oluyor. Beni bekliyor. Beni beklemesine katlanamıyorum. Çocukken tek talı evimizin önündeki kaldırıma oturup babamı bekleyişim geliyor aklıma, sinir basıyor. Aynı heyecanla beni bekliyor. Çelişkilerinin içinde kaybolan kendime de, ısrarla, sabırla babasını beklemekten uzun süre vazgeçmeyen o çocuğa da, beklendiğinden haberdar olmayan, kendisini beklenecek biri olarak görmeyen babaya da, şu an gözlerinde sevinçle karşımda duran babaya da çok kızgınım. 4 kişiyiz. Hepsi bir şeyleri bekliyor, birileri tarafından bekleniyor. Bekleyenlere kızgınlar. Beklediklerine kızgınlar. Beklemek insanın en büyük laneti. Beklenmek de fena baktığında, beklenen olmanın karanlık gölgesi.
Çocuksu bir umutla ellerime bakıyor. Gazetesini getirdim mi diye. Verince seviniyor, yine çocuk gibi. Getirip veriyorum, teşekkür üstüne teşekkür ediyor. Ona surat asmama, öfkemi göstermeme izin vermiyor. Sürekli dua ediyor sessizce. Daha çok kızıyorum, bu sefer de öfkem içimde patlıyor. Bence bilerek yapıyor, kendisine kızılacağından emin olan küçük bir çocuk gibi şirinlik yapıyor. Hem bana hem Tanrı’ya. O da biliyor markete uğrayıp gazete almanın çok kolay bir şey olduğunu. Buna rağmen çok zahmetli bir iş yapmışım gibi davranıyor. Çok iyi biliyor ki teşekkür ederse, nezaketle aramıza ördüğü duvarı aşıp, ona olan öfkemi kusamayacağım. Bulmaca çözüyor sürekli. Her gün bulmacaların içinde arayıp bulduğu, bulamadığı kelimeleri toparlayıp oraya buraya fırlatıyor. Kelimeleri toplamak, kırıkları toplamaktan daha keskin, daha uçuk bir fikir. Sıradan görüntüsünden bir şeyler sızıyor, aykırı hareketler. İnanamıyorum. Az konuşmuş, çok yaşanmış bir nefesler toplamı olan ömrü gözümün önünde parlıyor. Işıldadıkça eğiliyorum, gözlerim kamaşıyor.
Gazeteler gün gün yığılıyor. Üst üste koyuyor onları. Baba birazını götüreyim , geri dönüşüme bırakayım diyorum. Yok diyor bunlar burada dursun. Oda oda geziyorum sanki bir şey arıyorum. Babam her yerde sanki. Gençlik yıllarım, delikanlılık zamanlarım her yerde. Öğrenmek istediğim şeylerin hepsi babamda, heybesinde. Sımsıkı kapattığı ağzını bir kere açsa diye gözüne baktığım okul yıllarım odalarda geziyor. Babamın ulaşılmazlığı, benim nefretim, babamın ketum ama boşluk içinde savrulan tuhaf üslubu, benim suskunluğum… hepsi odalara savrulmuş durumda. Küçük bir alan, bir cm yok tüm bunların sinmediği. Nefes alacak yer yok.
Yaşayamıyorum. Kararım kesin babamı evine göndermek konusunda. Kötü bir evlat olmaktan, vicdanımın beni uyutmamasından korkmuyorum. Nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum sadece. Biraz daha zorlanırsam direk söylerim hiç düşünmem diyorum. Elindeki gazeteyi gözlüğüyle beraber adeta kendisini imlediği sehpaya bırakıyor. Kafasını kaldırıp ben amcana gideceğim diyor. Senin de kendi düzenin sonuçta, rahat edersin. Vuruluyorum son cümlesiyle. Sitem etmiyor, çok masum, o kadar masum ki sinirim bozuluyor.
“Kâğıt kalem al da gel.”
“Neden baba?”
“Sen dediğimi yap.”
Gidip getiriyorum.
“Yaz oğlum.”
“Neyi baba?”
“Adresini, zorda kalırsam bu adrese gelirim.”
Sümeyra Öz
Comments