top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Şeyda Başer Eroğlu Yazdı- "Karanlık Dükkân"da 124 Rüya

Georges Perec bana göre 21. yüzyılın en önemli yazarlarından biri ve Oulipo grubunun forvetidir. Onu daha çok kitaplarındaki ilginç karakterleri, birbirine ne zaman, nerede bağlanacaklarını merakla beklediğimiz akıl almaz hikâyeleri ve “e” harfini kullanmadan iyi bir kurguyla yazmayı başardığı “Kayboluş” romanıyla tanıyoruz. Yine bir oyunla kurduğu, fakat diğerlerine göre sanat kaygısı taşımayan bir eserinden söz etmek istiyorum: “Karanlık Dükkân”


Yazarlar dış dünya algılarını kelimelerle olduğu gibi kâğıda dökebilmek için çeşitli çözümler ararken rüyaları, bir sembolü, imajı hatta devinim halindeki durumları nasıl tercüme edebilir? Bunun için psikanalitik çalışmaların varlığına ya da çeşitliliğine değinmeyeceğim, ama anlatıldığında pek de öyle gerçekleşmemesine rağmen kendi içinde tutarlı bu bireysel mitoloji özgün bir yolla nasıl yazılabilir? Eğer rüyalarınızı yazdıktan sonra yayımlayarak okura ulaştırıyorsanız artık bir diyalog başlatmış, rüyalarınızı karanlık dehlizlerde silikleşen görüntüler olmaktan çıkarıp müşterilerinin içinde serbestçe dolaşabileceği bir dükkâna dönüştürmüş olursunuz. Perec 69’la 72 arasındaki dört yılını bu eliptik 124 rüyayı yazmaya harcamış. Bu nedenle kitaba bir çeşit rüya günlüğü denebilir. Eser Perec’in ebeveynlerinin öldürüldüğü toplama kamplarında geçen iki rüyayla açılıp kapanıyor. İlk düş “Boy Ölçme Aleti” puslu bir görüntü sunuyor, izlenimci, nedensellik bağı kurulamayan ve eksiltili bir metin. Yazar bulunduğu boyutun farkında. “Doğal olarak rüya görüyorum ve doğal olarak rüya gördüğümü, rüyamda bir kampta olduğumu biliyorum. Hakiki bir toplama kampı değil bu, doğal olarak bir toplama kampı görüntüsü, toplama kampı rüyası, mecazi toplama kampı, tanıdık bir görüntüden ibaret olduğunu bildiğim bir toplama kampı, sanki mütemadiyen aynı rüyayı görüyormuşum gibi, sanki hiç başka bir rüya görmemişim gibi, sanki bu toplama kampı rüyasını görmekten başka bir şey yapmıyormuşum gibi.” Son rüya “İhbar” ilkinin aksine kısa, vurucu, sinematografik ve diğerine göre daha düzgün bir biçimde organize edilmiş. “Kumaş tüccarı babamdan alacaklıydı ve onu SS’lere ihbar etmeye karar verdi, babamla birlikte yasadışı gazete dağıtımı yaptığı ortaya çıkan öz oğlunu (ya da sıradan bir çalışanını) da ihbar etti.” Rüyaları okurken yazarın kitabını edebî bir yapıta dönüştürmeye çalışmadığını görüyor, rüyaların onun için bir kaçış olduğu hissine kapılıyorum. Düşlerinin transkripsiyonunu yapmak, içinde “e” harfi olmayan bir roman yazmak kadar aynı şey Perec için.

Okur metinlerde kendini yazara çok yakın hissederken sanat yapmak için yaratılmadıklarını da anlıyor. Bazı rüyalar kendi metinlerine açıkça değiniyor, bir rüyada “Kayboluş” ta birden fazla “e” harfi bulup irkiliyor mesela.

Kimi rüyalarımızda bize saldırmak isteyen figürlerle karşılaşırız. Kabuslarımızın ana karakterleri katiller, canavarlar ya da cinlerdir, fakat Perec’in kâbus kişileri sistem insanları olarak karşımıza çıkıyor. Aynasızlar, bürokratlar ve ölüm kampı görevlileri sırf Yahudi olduğu için her zaman onu avlamanın bir yolunu bulmaya çalışıyorlar ya da Perec öyle hissediyor. Aslında bu bilinçaltı ortamda onlardan kurtulmak için yeni yollar bulabilir, ama hiçbir şey yapmıyor. Sayfa numarası yerine belli bir kronolojinin kullanıldığı kitapta rüyalar politik tarihler de hatırlatıyor: 1968 Paris Mayıs Protestoları ya da 1972 Münih Katliamı.

“Ç B

akır bir ayır

B Ç” gibi tipografik oyunlarla kelimelere biçim ve birden fazla anlam kazandırmaya çalışıyor. Böylece amaç bir yerde harf değişimleriyle o sembolik boyutun belirsizliğine gönderme yapmaktır. “//” İki ters eğik çizgi kasıtlı ihmalleri göstermek için kullanılan bir kısaltmadır. Acaba bunlar sansürlü rüyalar mıdır, bilemiyorum.

Perec’in dükkânında rüyalar hiçbir zaman psikanalize edilmiyor, çünkü Oulipocular daha çok sürrealizme karşı olarak bilinçaltının mağaralarında debelenmek yerine sınırlandırılmış bir alanda alternatif yaratıcı fikirler geliştirmeyi, bu kısıtlanmış yerde özgür bir hayal gücü yaratmayı tercih ediyorlar.

Çürüyen dişler, toplama kampları, anneler, cinsellik, labirentler, ayakkabılar, sonsuz permütasyona sahip bulmacalar gibi pek çok malzemenin karşımıza çıktığı rüyalarda olaylar yazarın romanlarındaki gibi açıklanabilir bir düzene sokulmaya çalışılmıyor. Bu nedenle Perec’i çevirmek oldukça zor, bu durum rüyaları tercüme etmeye gelinceyse zorluk sanırım iki kat artacaktır. Tam da bu sebeple Metis ’ten çıkan “Karanlık Dükkân”ın Siren İdemen çevirisiyle İKSV 2015 Talât Sait Halman çeviri ödülünü kazandığını söylemeden geçemeyeceğim.

Perec’in “Karanlık Dükkân”ı sıradan okur için tatmin edici gibi görünmese de tatmin eden kısımlar barındıran bir eser. Kitap aslında kaçmanın hayal kırıklığı olacağını imâ eden Harry Mathews’ e ait bir alıntıyla bitiyor.

…zira labirent kendi dışından başka hiçbir yere götürmez.”

“Karanlık Dükkân” yalnızca Perec’in takıntılarının bir yansıması değil, aynı zamanda bu bağlantısız gibi görünen kompozisyona derinlemesine sinmiş acılarını ve anılarını da içeriyor. Bu kitaba bilinçdışının bilinçli bir incelemesi desem yanılmış olmam sanırım. Hatta karısının katiline dönüştüğü ve onu “kaliteli et” diye satmaya çalıştığı 77 numaralı kâbus derin bir psikanalize ihtiyaç duyuyor gibi.

Yazarın kitabı yazış nedenini o sırada Suzanne Lipinska’dan yeni ayrıldığı ve kendisini depresyon batağından kurtarmak için rüyalarını yazdığı ya da aynı dönemde psikanalize girdiği ve bir keresinde arkadaşlarından birine bu kitabı analistini kızdırmak için yayımladığını söylediği rivayetlerine bağlayanlar da yok değil.

Belki de Perec bu çalışmasını yalnızca “kraliyet yoluna” bir sunak olarak bırakmıştır, kim bilir?


Şeyda Başer Eroğlu

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page