Armağan Can Yazdı- Ömür İklim Demir’in “Mutedil Dalgalı” Kitabı Üzerine- Bu Kadar Şey Boşuna Yaşanıyor Olamaz
- İshakEdebiyat
- 26 Haz
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 27 Haz
“Mutedil Dalgalı” ifadesi, denizin ılımlı dalgalanışını, havanın ise dengeli ve nazikçe değişken hâlini çağrıştırır. Ne sert bir fırtına vardır ne de tam bir durgunluk. Hava ve su, birlikte yumuşak bir geçiş hâlindedir. Kitaptaki öyküler de tıpkı bu doğa hâli gibi gürültüsüz ama durağan da değildir. Belki de fırtına olsaydı bir kuytuya sığınırdı okuyucu. Oysaki şimdi, kelimeler, bu kadar sessizden, bu kadar yavaştan geçerken kalpleri daha derinden etkiliyor.

Bu etkinin kaynağı yalnızca anlatılan hikâyeler de değil. Yazarın dilinde, cümlelerinin kurgusunda, kelimelere yüklediği o ince seste kurduğu dokunaklı evrende de gizli. 1980’de Adana’da doğan Demir, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. Yedi yıl ceza avukatı, üç yıl da reklam yazarı olarak çalıştı. Öğrencilik yıllarında çeşitli fanzinlerde ve teknoloji dergilerinde yazarlık yaptı. İlk öyküsü 2010’da Varlık’ta çıktı. Bir öyküsü Giovanni Scognamillo adına verilen GİO Ödülleri’nde “Yılın En İyi Öyküsü” seçildi. “Muhtelif Evhamlar Kitabı” başka dillere çevrildi ve pek çok ödül aldı. “Kum Tefrikaları” isimli romanı 2020’de, “Mutedil Dalgalı” isimli öykü kitabı 2022’de Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı.
Öykülerin kurgusal yapısı kadar biçimsel tercihleri de dikkat çekici. Kitap on dört öykü, bir çalma listesi ve bitmeyen bir sondan oluşuyor. Metnin başından sonuna kadar hissedilen “üç nokta” hali, yalnızca noktalama değil, aynı zamanda bir anlatım biçimi. Çünkü bazı cümleler bitmez… Sonunu koyduğunda bir ses, bir ihtimal, bir umut ölür içinde. Üç nokta aslında söyleyemediklerin ya da söylemeye kıyamadıkların için bir sığınak, susmanın zarif bir hâlidir. Varla yok arasında, yan yana üç noktalarla donatılmış bir kitap “Mutedil Dalgalı.”
Kitaptaki öyküler bağımsız okunabiliyor ama birbirine değerek, seslenerek ilerliyorlar. Bir öyküyü okuyunca yarım kalmışlık hissi uyanmıyor. Her şey yerli yerine oturuyor. “Salkım hikâye” diye bir kavram okumuştum Sadık Aslankara’nın bir yazısında. Şöyle açıklamış kavramı: “Salkım hikâye derken romana dağılıp anlatı evreni içine yayılan hikâyelerle hikâye uçlarından söz ediyorum. Öykü değil elbette bunlar ama işini bilen bir öykücünün ürettiği birbirine ilmeklenmiş dantel hikâyeler.” Ben bu kavramı çok sevdim. Bu ifadeyi bir roman için kullanmış ama bir öykü kitabı da tanelerden salkıma dönebiliyor ve çok da güzel oluyor. “Mutedil Dalgalı” kitabı öykü öykü ilmeklenip harika bir romana dönüyor.

Öykülerin giriş cümleleri çok güçlü. Öyle ki yazarın o ilk cümleyle metni kurduğunu, hatta metnin ilk cümleden doğduğunu hissettiriyor. Her bir açılış, okuyucuyu elinden tutup anlatının içine alıyor. Bazen bir bakışla, bazen bir duruşla, bazen yalnızca bir sessizlikle. Kurgusu ve atmosferi zaten davetkâr. Lakin bence bu kitabın en etkileyici kısmı karakterleri. Bavul taşıyan kapıcıdan tutun da öykülerde salınan Ercüment’e kadar yaratılan her karakter düşünüyor, konuşuyor, içimize sızıyor. Çünkü Ömür İklim Demir’in kalemi yalnızca dış dünyayı değil, karakterlerin iç evrenini de titizlikle işliyor. Dış sesle iç sesin, gözlemle sezginin iç içe geçtiği bir anlatım kuruyor.
Kitabın diğer etkileyici kısmı ise sesi. Bazı öykülerin kokusu vardır. Okurken kelimeler buram buram kokar. Bazı öyküler dokunur okuyucuya, kelimeler bir el olur ağlarken sırtına dokunur. Bu kitaptaki öykülerin ise sesi vardı. Kitabın sonuna iliştirilen on parçalık çalma listesinden bahsetmiyorum. “Tıp tıp tıp” diye atılan adımlardan, kutu biranın açma halkasının tıngırtısından, altları boşalmış parkelerden gelen köhne seslerden, öksürüklerden, cama vuran kuşun “tık tık tık”larından, ıslanıp şişen kapının fayansa sürtünmesinden, tek ayağı kısa sehpanın tıkırtısından, birkaç kaşığın şıngırtısından, terliğin şıplamasından bahsediyorum. Her kelime bir sesle geliyor, bir sesle yerleşiyor zihne. Bu yönüyle “Mutedil Dalgalı” kitabı işitsel bir anlatı deneyimi sunuyor.
Ömür İklim Demir’in kalemi, kitap boyunca sessizlikten ses çıkartıyor. Bitmeyen cümlelerin, tam söylenememiş duyguların, içe işleyen kırılmaların yazarı o. Zengin bir kelime dağarcığına sahip, ama daha önemlisi kelimelerle sezgisel bir yakınlığı var. Anlatmakla susmak arasındaki o dar geçitte ustalıkla yürüyen bir yazar.
Öyküleri tek tek anlatmak veya irdelemek bütünün büyüsünü bozar gibi geldi. Ama “Hiç Var Olmayan Güzel Kardeşim” öyküsünde bir kırılma anı sonrası kaleme kâğıda sarılan karakterin içsel yoğunluğunun, sorularının, düşüncelerinin başlı başına değerlendirilmesi gerekiyor. Her şeyi sineği, balığı, denizanasını, çocukları, kadınları, sokağı izleyen karakterin “Bu kadar şey boşuna yaşanıyor olamaz,” cümlesini her yere yazması ve sonrasında hayalindeki bir kişiye “Güzel kardeşim,” diye hitap ederek neden yazdığını açıklaması, karakterin zenginliği kadar bu karakteri yaratan yazarın kaleminin gücü hakkında da fikir veriyor. Bu cümleyi bir hayale tekrar tekrar kurması, yazının hem bir direnç hem de bir tanıklık hâline dönüşmesini sağlıyor. Aynı zamanda yazının hem bir ihtiyaç hem de bir kayıp sonrası tutunma biçimi olduğunu gösteriyor. Ve işte bu yüzden şu cümle, sadece bir satır değil, tüm kitabın araladığı duygunun özeti gibi:
“Bazen hayat bu kadardı işte, kaşla gözün, gözle gözün, parantezle parantezin arasında, sadece ama sadece meraklısına özeldi.”
Hayatın büyük anlatılarına değil, küçük anlara gizlenen anlamlarına yaslanan bir edebiyat bu. Gözlerin birbirine değdiği bir anda, iki parantezin arasında saklı bir suskunlukta ya da sadece bir meraklının fark edebileceği bir iç çekişte… İşte bu yüzden,” Mutedil Dalgalı” yalnızca bir öykü kitabı değil; bakmayı bilen için görünenin, dinlemeyi bilen için duyulanın metni. Sustuklarımızı bile anlatan bir anlatı. Yazarımız neden yazıyor bilmiyorum ama iyi ki yazıyor.
Armağan Can
Comments