top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Ayşe Hicret Aydoğan Yazdı- Kendine Varamayanların Öyküleri: Yağmurlu Yokuş, Zeki Ben!

Ray Bradbury, “Yazın Sanatı ve Yaratıcı Yazarlık” kitabında yazarlara şöyle seslenir: “En son ne zaman birisine karşı, gerçek hayata duyduğun nefret veya sevginin kâğıda sızdığı bir hikâye yazdın? En son ne zaman terk etmediğin bir ön yargını sayfaya bir yıldırım gibi fırlatmaya cesaret ettin?”

Figen Yıldız, “Yağmurlu Yokuş, Zeki Ben!”de yaşamın sığınaklarına girme cesaretini gösteriyor. Ön yargıları deşiyor, onları sığınağından çıkarıp ortalığa saçıyor. İntihara giden yolları, masumiyetin yolundan sapışını, avucumuza konulan yalanları, baş edemeyişlerimizi, “masumiyet” hâlinin aslında ne kadar muğlak bir durum olduğunu, nerede başlayıp nerede bittiğini, insanın kavramlara kendi dünyalarında atfettiği anlamları tartışıyor.

Yıldız’ın kızına atfettiği cümle ile başlıyor: “Yağmurlu Yokuş, Zeki Ben!” Yazmak, kelimeler yoluyla kendine yürümek. Aslında kendine varamamak. Yokuşlarla, engebelerle karşılaşmak yazmak. Kendine varamamanın en kestirme ve en nitelikli yolu belki de yazmak. Bu girizgâhla Figen Yıldız üslubu, öykü temaları ve sanata atfettiği tutum ile ilgili okuruna ipucu vererek başlıyor öykülerini anlatmaya.

Kitabın ilk öyküsü “Dut Ağacı Düşleri” babasının memleketine, bahçesinde dut ağacı olan eve taşınan bir genç kızın hikâyesi. Dut ağacı imgesi ile karakterin bir türlü meyve veremeyen ruh dünyasına eğilir Yıldız. Birinci tekil şahısla anlatılan öyküde, kardeşlerinin yeni hayatına hemen adapte olmasına rağmen başkarakterin eve alışamamasından kişilik özellikleri ile ilgili fikir ediniriz. Kardeşinin yastığa başını koyar koymaz uyuyor olması ile rahat insanlara olan özlemine dikkatimiz çekilir. Başkarakter ise geceleri Tanrı’yı düşünen, ona soru soran, içindeki boşlukla gezinen, geceyi tüm karanlığıyla yaşayan biridir.

Baba figürüne çok fazla değinilmese de babanın elinde bir tabak dut ile kızlarının yanına gelerek söylediği cümle genç kızın büyüme sancılarına bir tavsiye olarak önemli bir yer tutar:

“Bu kadar özenle yaratılmışız işte, daha kıymetli çok az şey var.”

Öyküdeki önemli noktalardan biri lise öğrencisi olan başkarakterin erkeklerle olan ilişkisidir. Büyük bir şehirde yaşama arzusuna dar gelen şehrin kenar mahallerinden birinde yaşaması ve hayatına giren erkeklerin hızlı yaşamlarına ortak olması ile ruh sancısı çoğalır. Onun yaşlarında aile ve toplum yapısının izin vermediği her şeyin özlemini çeker ve bu çoğu zaman hataya sürükleyen bir özlemdir.

“Tanınmasına müsaade edilmeyen tüm o erkek gövdeleri özlemiyle geçiyor zaman. Boğazına kadar kapanmış kadın yakaları. Ayıplayan bakışlar.”

Başka bir yaşam özlemi insanın ruhunu kavuran bir heyulaya dönüşür Yıldız’ın kaleminde. Gitgide alışılır mı karanlığa yoksa gözlerimizi açtıkça yeni heyulalar mı görürüz?

“Kıyısız” erkek anlatıcının gözünden okuduğumuz Filiz’in öyküsü. Yıldız’ın kitaptaki birçok öyküsünde olduğu şekilde Anadolu kasabalarında sıkışmış insanlara çeviriyor başımızı. Bu sıkışmışlık içerisinde özgürlüğün sonsuzluk hissiyatını vermesine odaklanıyor burada da. Bir intihar güzellemesinden ziyade kavramsal olarak tartışmayı tercih ediyor bilinçli olarak. Deniz kabuğu imgesini kullanır yazar. Güçlü bir metafor tutar elinde Filiz, kıyıya vuran bedeni değil gizli saklı yaşadığı yaşamıdır. Deniz kabuğu dirilişin sembolü hâline gelir. Filiz’in elbisesinden sıyrılışı ile başlayan öykünün sonunda Yıldız tekrar başa çeker okuru. Bir kadının şifon geceliği gibi yaşamın üzerimizden akıp gitmesine izin vermeliyizdir belki de.

Figen Yıldız’ın Roman Oku yayınlarından çıkan on beş öyküden oluşan ilk kitabı “Yağmurlu Yokuş, Zeki Ben!”de kadınların özgürlük adımları yavaş ama kararlıdır. Kararlı bir kadının ayak sesleri ise sağır edicidir. Dibe çekilen, karanlıkta yaşayan insanlara odaklandığı öykülerinde “Karakterlerin gün yüzü görmeleri mümkün müdür?” sorusunu da okuruna yöneltir.


Ayşe Hicret Aydoğan

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page