top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

İshak İlk Kitap Soruşturması- Baran Arslan

1- Öykü yazmaya ne zaman, nasıl başladınız?

Ben aslında öyküden önce Fotoğraf Hırsızı* adlı romanımı yazmakla uğraşıyordum. Roman taslağını Saba Kırer ile paylaştığım dönemde birden kendimi öykü dünyasında ve öykücülerin arasında buldum. Küçük bir atölye oluşturduk. Haftanın birkaç günü toplanarak yazdıklarımızı birbirimize okurduk. Bu okumalar bir zaman sonra sokaklara taştı, sokağın seslerini hissettik. Kırlara gittik. Rüzgârı, ağaçların hışırtısını duyumsadık. Tarihi yapıları ziyaret ederek geçmiş, gelecek ve zaman üstüne düşüncelere daldık. Öyküde zaman ve mekânın nasıllığı üzerine yoğunlaştık. Ve bu dönemde çok öykü yazdım. Adana’da olmam büyük bir şanstı. Çok canlı kültür, sanat, edebiyat ortamı vardı. Tersakan Sanat, Yaşam Sanat gibi edebiyat çevreleri içinde buldum kendimi. Bu edebiyat çevrelerinin içinde, yazarak, metni sadeleştirerek, eleştirilerek çok güçlü bir öykü ağı oluşturduk. Günlük hayatın sıradanlığını aşmanın yolunu ve edebiyatın birleştirici gücünü bu dönemdeki çalışmalarda ve öykülerde gördüm.

2- Öykü türünü seçmede özel bir nedeniniz var mı? Öykü yazmanın kolay olduğunu düşünüyor musunuz?

Adana’nın tam da merkezinde doğup büyüdüm. Hayaller ve gerçeklerle iç içe yaşadım. Sokaklarımız ve sokaklardaki insanlarımız bir öyküye sığmayacak kadar karakteristik üstelik. Çocukluktan yetişkinlik dönemine kadar geldiğim bu süreçte hayal kurmaktan hiç vazgeçmedim. Arkadaşlarım, anlattığım olayları, kişileri, yerleri, zamanları hep abarttığımı söylerlerdi. Aslında bu abartmalı duygu durumunun, bendeki saklı öykücü yönüm olduğunu yazmaya başladıktan sonra keşfettim. Şu an bir ortamda bir şeyler anlattığımda yazıyor musun (aslında uyduruyor musun) diye soruyorlar. Gerçi yazar adam gene kafada yazıyor diyorlar.

Roman gibi uzun, karmaşık bir formdan öykü gibi bir forma geçmek ilk başta daha kolaymış gibiydi. Ne güzel, azıcık şey vardı orada. Az az yazıyorduk. Ama işin içine girdikçe, öykü yazmaya çabaladıkça, okumalarımı arttırdıkça bunun çok da kolay bir iş olmadığını anladım. Özellikle dili kullanma biçimi, sadelik, olaya ya da o ana odaklanmak, vurucu son gibi çok zor uğraş gerektiren bir tür olduğunu anladım. Öykü yazmak kolay değil aksine zor bir iş. Sadelik, olay örgüsü, kişi, zaman, mekân, renkler uyumlu olmalı. Elbette altın oranı aramıyorum ama estetik olmak zorunda.


3- İlk öykünüzün yayımlanma macerasını anlatır mısınız?Yayımlandığını gördüğünüzde neler hissetmiştiniz?

Ben hızımı alamamış, epey öykü yazmıştım ilk başlarda. Yazdıklarımla mücadele ediyordum. Dil anlatım uygun mu, yazım yanlışı var mı, anlatım bozukluğu var mı, kahramanlarım o toplumsal gerçeğe uygun mu, bunu yazarak çok mu aşırıya kaçıyorum diye. Yazmak eylemi aynı zamanda bir karşı koyuş eylemi. Yazarın kafasında bir derdi var. Zihnin dar, dolambaçlı koridorlarından sancıyla çıkan düşünceler var. Evet, bir derdim var. Ve bu derdi başka insanlarla paylaşmak istiyorum. Anlaşılmak istiyorum. Yayımlanan ilk öyküm Tersakan Sanat edebiyat dergisinde yayımlandı. Çok farklı bir duygu. Soğuk ekranın karşısına geçip bu benim öyküm mü, yayımlandı mı, şimdi ne olacak, kaç kişi okudu, okuyanlar neler hissetti diye düşüncelere dalmıştım. E-dergi olduğu için öykünün linkini çevremdekilere göndermiştim. Tebrik edenler, emoji atanlar, değerlendirip iki kelime edenler, telefonla görüş ve eleştirilerini paylaşanlar oldu. Ben ne yaptım, ne yapıyorum, diye kendime soruyordum. Sonuçta edebiyat sizi konfor alanınızdan çıkarıyor. Yayımlandıktan sonra okunmak, değerlendirilmek, eleştirilmek, beğenilmek gibi kaygılar taşıyorsunuz.

Aynı dönemde öykülerimi çeşitli edebiyat dergilerine ve yarışmalarına gönderdim. Varlık dergisine gönderdiğim Arap Yaşar adlı öyküm yayımlanmadı. Küçük ama çok güzel bir değerlendirme yazısı çıktı hakkında. Motive edici olmuştu. Eleştirinin ve eleştirmenlerin varlığının ne kadar önemli olduğunu o zaman anlamıştım.

Aynı dönemde Bir Mendil Niye Kanar? adlı öyküm 2019 yılında Ümit Kaftancıoğlu Öykü Ödülü aldı ve Su Yayınları tarafından öykü seçkisinde yayımlandı. Basılı olarak yayımlanan ilk öyküm de bu oldu. Basılı şekilde öykümü bir ödül töreninde görmek ve davetlilere kendi öykü sayfamı imzalamak çok farklı, unutamayacağım anlardan biridir. Bir kitabın içinde yer almıştım. Artık “kitapsız seni” demeyecekti arkadaşlarım.


4 - Öykülerinizden dosya oluşturma fikri nasıl oluştu? Dosyanızı oluştururken nelere dikkat ettiniz? Belirli bir tema üstünden mi ilerlediniz yoksa farklı temaların oluşturduğu bir bütünü mü tercih ettiniz?

Evlere kapandığımız o sıkıcı pandemi döneminde Sevgili İdris Erdoğdu aracılığıyla, Barış Kapukıran ve Mantis Yayınlarıyla tanıştım. Romanım aslında yeni çıkmıştı. Romanım ve öykü kitabım yaklaşık üç ay arayla yayımlandılar. Pandemi döneminde Aslıhan Kocabal’ın editörlüğünde sıkı bir çalışmayla Ekmek Arası Lagos’u** hazırladık. Üçlü bir okuma yaparak metinleri tekrar tekrar inceledik.

Belirli bir tema üzerinden ilerlemek ve benzer temalı öykülerden oluşan bir kitap sıkıcı olabilir diye düşünüyorum. Yazarın dünyası, iç görüsü, üslubu benzer temalara ait öykülere de zorlayabilir yazarı. Ben daha çok sezgisel yazıyorum. Şu temada bir şey yazar mısın dediklerinde zorlanıyorum. Edebiyat dünyamızda çok farklı teknikleri denemiş yazarlar var ve bu tekniklerle çıkmış öykü kitapları da var. Aşk öyküleri, deniz öyküleri, kadın öyküleri, yolculuk öyküleri ile anılan yazarlar var. Yazarın içinde bulunduğu çağ, yaşam deneyimleri, toplumsal ve siyasi koşullar daha çok belirleyici oluyor diye düşünüyorum. Yazarlar, büyülü gerçekçi, toplumsal gerçekçi, post modern, romantik akıma uygun eserler vereceğim diye yazmamıştır. Benim öykülerim bu anlamıyla çok farklı olmasa da kitabımın içindeki öyküler insanın kendine ait dünyasını, ezilmişliği, dışlanmışlığı, en diptekileri ve ötekilerden oluşan bir dünyayı anlatan bir tema içinde değerlendirilebilir.

Edebi eserler yapılan değerlendirmelerle belirli bir akıma ya da kategoriye sonradan dâhil ediliyor diye düşünüyorum. Alihan Demir Ekmek Arası Lagos kitabını değerlendirme yazısında temaya ilişkin 13/10/2021 tarihinde şunları yazmıştı***Öykülerde ana karakterlerin ötekileştirilenler, yoksullar, yalnızlar, tutunamayanlar, barınamayanlar, sarhoşlar, balıkçılar, yevmiye karşılığı emek üretenler ve nükleer santral karşıtı protestocular olması; ne yalan söyleyeyim beni realist unsurlardan dolayı etkiledi. Bu yönüyle toplumsal gerçekçi bir öykü kitabıyla karşı karşıyayız. Öyküler her ne kadar durum öyküleri olsa da kurguların çarpıcı sonları bizleri düşündürtmeye yönlendiriyor.

Selahattin Avcı 1 Mayıs 2021 tarihinde şöyle yazmıştı****Öyküleri, konu olarak birbirinden bağımsız hareket ederken bazen bireysel bazen de toplumsal olarak bu hareketliliğin içinde kendimizi buluyoruz. Giriş öyküsü Arap Yaşar’la insanın ve doğanın tahrip edilmesini, Nesrin’le Musa’da 73. Ferman diye bildiğimiz Ezidi soykırımının aşk üzerinden şiirsel anlatımı, Bir Mendil Niye Kanar’da, 90’lı yıllarda kot kumlama işçilerinin ölüme nasıl sürüklendiklerini görüyoruz. Toplumsal öykülerinde, yazarın hem gözlemci bakış açısı hem de yaşanılanları birinci ağızdan dinleyip olanlara tanıklık etmesiyle bizlere sakın unutmayın uyarısı yapıyor. Bellek oluşturma tasasındadır, bakmakla görmek ediminin birleştiği yerdeki insanı sahipleniyor çünkü her şey orada olup bitiyor.

Yazar ile metin arasındaki bağ ile okurun ya da eleştirmenin çıkardığı anlamlar farklı olabiliyor. Özellikle kitaba ait değerlendirme yazılarından bunu anlayabiliyoruz. Yazdığınız metnin aslında nasıllığını, türünü, felsefesini, temasını biraz da o değerlendirme yazılarından anlıyoruz.

Bazen de editörler yönlendirici oluyor kitabınız temasıyla ilgili olarak, bazı öyküleri çıkarmak ya da ekleme noktasında yön verebiliyorlar yazara.

5- Kitap yayımlamak oldukça meşakkatli bir iş. Dosyanız okunmayabilir, okunsa bile uzun süre bekletilebilir, bekletilse bile birçok etmenden dolayı yayımlanamayabilir. Bütün bu durumlar gözünüzü korkuttu mu?

Ben kitap yayımlamanın bu kadar zor olduğunu bilmezdim. Belediyelerde torpil yaptırıp işe girmekten daha zormuş kitabınızın yayımlanması. Saf bir şekilde düşünürmüşüm: Dosyamı göndereceğim, yayınevi okuyup değerlendirecek ve yayımlanacak.

Yazdıklarınız büyük yayınevlerinin çok da umurunda değil açıkçası.

Benim Fotoğraf Hırsızı adlı romanım yayınevlerinden ret cevabı aldı. Bu ret cevabı öyle edebi değerlendirmeyi, eleştiriyi içermeyen, altı ay ya da bir yıl sonra gelen otomatik mail mesajlarından oluşuyordu.

Bir büyük yayınevimiz, gelecek senenin tüm kitaplarını belirlediklerini, bir sene sonra bildirdi. Bir başka büyük yayınevimiz, metnimin kendi yayın ilkelerine uygun olmadığını -kİ kendi yayın ilkelerim dediği şeylerden çok farklı eserlerde yayımlıyorlar üstelik- sekiz ay sonra bildirdi.

Bir de mailiniz elimize ulaştı, değerlendirme süreci 6 ile 12 ay sürüyor, anlayışınız için teşekkür ederiz yazan otomatik mesajı gönderip aradan üç sene geçtiği halde cevap yazmayan yayınevimiz var.

Şu an düşünüyorum da gerçekten çok güzel reddedilmişim. Yani reddediliş bir romana bu kadar mı yakışırmış anlatamam. Aslında reddediliş romanı da diyebilirmişiz bu anlamıyla.

Kimi yayınevleri de Fotoğraf Hırsızı’nı yayımlama karşılığında yüksek ücretler talep etti. Kimileri romanımı çok beğendiklerini, çok güçlü alt metinlerden oluştuğunu belirtmelerine rağmen yayımlamak için söz verdikleri halde bir daha aramadı. Ülkemizde yayıncılık öyle bilimsel, edebi, akademik, hukuki kriterlere göre yapılmıyor. Yazarlar bir yayınevine metnini gönderdiği zaman iş başvurusu yapmıyor. Yayınevi tarafından metin okunmuş ve reddedilmişse gerekçelendirilmeli, yazara bildirilmeli diye düşünüyorum.

Korkuyu aşmak, tam da bu noktada yazarın mücadelesiyle başlıyor. Yılmamak, inatlaşmak ve daha üst düzey estetik metinler yazmak. Reddedilecek ama yazma eylemi daha güçlü bir şekilde devam edecek. Fotoğraf Hırsızı aslında kendimce evrene, dünyaya, insana dair bir karşı koyuştu. Öldürmeyen darbe güçlendirir der Nietzsche. Daha da güçlü yazmaya çalışıyorum.

Belki Adana’da olmam bu süreçten güçlü çıkmamı sağladı. Romanımı ve öykü kitabımı çıkaracağım süreçte ve yayımlandıktan sonra romanım üzerine olsun, öykü kitabım üzerine olsun eleştiri, değerlendirme yazıları yazıldı, atıflar oldu. Adlarını anmadan geçmeyeyim. Adnan Gerger, Sadık Çil, Selahattin Avcı, Alihan Demir… Kitap, okuma atölyelerinde değerlendirildi. İnsanlar sosyal medya hesaplarında mini değerlendirmeler yaparak paylaştı. Arkadaşlarına hediye aldı, dağıttı. Dayanışmanın önemini bu ortam sayesinde gördüm.


6- Çok fazla yayınevi var. Yayınevini belirlerken nelere dikkat ettiniz? Hedefinizde bir yayınevi var mıydı?

Her yayınevinin farklı bir politikası var, yıllık yayımlayacağı dosya kapasitesi, çeviri vb gibi çok farklı süreçleri var. Ekonomik kazanç da sağlamak zorundalar. O sene yeni yazarlara yer verecek mi gibi farklı işleyişleri oluyor. Genelde okuru olduğum belli başlı yayınevlerini inceledim. İlk kez kitap çıkaracağım için çok da ne yapacağımı bilmiyordum. Çevremdeki insanların neler yaptığına, kitaplarını nasıl çıkardıklarına baktım.

Kitap Yurdu Doğrudan Yayıncılık, ülkemizdeki yayıncılık sektörünün halini gördükten sonra iyi bir liman oldu. İletişime geçtikten sonra uzun bir süre yazım yanlışları, imla gibi düzeltilerle uğraştım. Mizanpaj, kapak, baskı vb şeyleri öğrenmeye çalıştım. Ve uzun bir süreç sonunda adını anmadan geçmeyeyim Özlem Gece Eraslan’ın yardımlarıyla romanım yayımlandı.

Yazdım, düzelttim, uğraştım, hazırladım, yayımladım.


7- Öykü yazmaya yeni başlayanlar için önerileriniz nelerdir? Yola çıkmadan önce çantalarına neler koymalarını isterdiniz?

Adnan Gerger 30/12/2020 tarihinde Fotoğraf Hırsızı adlı romanım için yaptığı değerlendirmede şöyle yazmıştı***** : Yazmak cesaret ister. Bu cesareti gösterdiği için eleştirmiyorum. Aksine Baran Arslan, böyle bir işe kalkıştığı için de ellerine sağlık, bilincine sağlık diyorum. Daha nice kitaplar, romanlar yazmasını diliyorum. Elbette, edebiyat bir yaşam biçimi, meşakkatli ve uzun bir yol. Elbette düşe kalka, uğraşa uğraşa, emek vere vere bu yolda ilerlenir. Bu yoldan ilerlemek isteyenlerden tek isteğim hiç acele etmemeleri, bol bol kitap okumaları ve kendine güvenmeleri. Edebiyatın belli bir disiplini vardır ve o disipline sahip olmaları.

Ben de yazmanın ve yazdıklarımızı yayımlamanın büyük bir cesaret işi olduğunu düşünüyorum. Yazarın zihninde bir evren var. Hayal gücü hep diri o bölgede. Hayal kurmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Farklı yaşam deneyimlerinden gelen yazarların bir derdi var. Yazma eylemi için huzursuzluk da önemli. Öykücünün bir derdi, huzursuzluğu var. Bir kurt gibi için için kemirir durur yaratıcıyı. İşte zihnin o yaratıcı bölgesini beslemek gerekiyor. Okumaları arttırmak ya da küçük notlar almak, iyi bir gözlemci olmak. Sıradan düşünmemek. Dilin sınırlarını zorlayarak, yeni teknikler denemek ve en önemlisi kendine inanmak diye düşünüyorum.

Bu aslında hakikati bulmak için belki de ölümsüzlük için.

İshak Edebiyat İlk Kitap Soruşturmasına dâhil ettiğiniz için teşekkür ederim.

*Fotoğraf Hırsızı Kitap Yurdu Doğrudan Yayıncılık Eylül 2020

**Ekmek Arası Lagos Mantis Yayınları Ocak 2021

***Edebiyat Bahçesi

****Tersakan Sanat

*****Tersakan Sanat

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page