top of page
Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Metin Nart Yazdı- Alemdağ'da Var Bir Yılan

Yıllar sonra yeniden okuma isteğiyle başladım kitaba. Bittiğinde, eğer diğer kitaplarını da okumuşsanız anlıyorsunuz ki üslup olarak yeni bir Sait Faik var karşınızda.

Bir kere kitap yazarın ölmeden önce çıkarttığı son eserdir.

<<<Neden vurguluyorum bunu, zira öldükten sonra çıkan diğer iki eseri “Az Şekerli” ve “Tüneldeki Çocuk” yayınevinin (Varlık) içinde zeka bulunmayan mantığıyla hazırlayıp yayınladıklarıdır. “Az Şekerli”de hem son dönemine ait öyküler var hem de ta ilk dönemlerine ait öyküler. “Tüneldeki Çocuk”ta her dönemine ait öyküleri ve onunla yapılmış söyleşiler var.

Daha da faciası, skandal bir işe imza atar yayınevi ve yazarın olmayan bir öyküyü “Az Şekerli” kitabına koyar. Öykünün ismi “Müthiş Bir Tren”dir. Ben bu öykünün olduğu kitabı okudum. Yayınevi farklıydı ama. Bunu hatırlama sebebim, bu yayınevinin (Bilgi) bastığı tüm Sait Faik kitaplarının kapakları çok farklıydı ve yıllarca kitaplığımda elimden geçtiler. Yani hem Varlık’ın bastığı hem Bilgi’nin bastığı kitapta bu öykü vardı ve Sait Faik’in diye geçiyordu. Biz gibi, o da bilemedi ve illa da bu öyküyü filme aldı Metin Erksan (1975’de TRT için-Youtube’da var, izlemenizi tavsiye ederim. Yayınlandığı sene TRT’den izlemiştim) Film yayınlanınca dananın kuyruğu koptu. Öğrendik ki S.F. bunu Hürriyet’te 1948’de yayınlamış ama altına yazan değil, yayınlayan diye imza koymuş. Daha neler neler. Meraklısı netten bulup okur. >>>

Günümüzde bu tür sürrealist unsuru kullanan yerli yazar çoktur. O zaman, toplumsal gerçekçilerin egemen olduğu edebiyat dünyasında bu tür gerçeküstü imgeler roman ve öykülerde pek azdı. Bu eserinde yer alan hikayelerde bolca imgeler, sürrealist unsurlar var. Sait Faik söyleyeceklerini, öykülerin biçimini değiştirerek somutu bırakıp soyut anlatıma geçmiş gibi söyler. Okura öyküleri anlayabilmek için yazarın üstü kapalı söylediklerini aydınlatmak düşer.

İlk öyküsünden itibaren dostunu öldüren helvacıyı cebine koyması, cebindeki susamın pire olması, dere tepe düz gitmesi gibi anlatımın sürrealist unsurları kitabı kaplamaya başlıyor.

Diğer öykülerinden farklı bir diğer ayırt edici öğe ise bir öyküdeki bir kahramanın başka bir öyküde de kullanılmasıdır: Panco. Tekrar edilen sadece kahraman değil, ayrıca, yakası kürklü pardösü, çıban yarası, yılan gibi simgelerin kitabın kavramsal leitmotifleri olmasıdır. Bıkkınlık, yorgunlukla tanımlanan ihtiyarlık hissi de leitmotif olarak alınabilir.

Öykülerin arasında ilerledikçe öyle cümleler var ki hissettiğinizin, anladığınızın doğruluğunu tasdik etmek için tekrar okumanızı gerektiriyor.

Panco’nun olduğu öykülerde anlatıcının Panco’ya ettiği duygusal sözler, okurda homoerotik bir yakınlık duygusu yaratıyor.

“Kara olmasalardı donuk esmer, altından kan akmazmış gibi solgun ve hiddetli rengi severim başka. Başkasında bulsam sevmem ki.” “Geç geldiği zaman deli olurdum. Merdivende ayak sesleri yabancılaşınca kudururdum. Sonra birdenbire onun ayak sesleri. Kapıyı açık bırakmış olurdum. Öteki seyyareden gelir gibi gelirdi. Gözlerinden öperdim.” “Tuhaf, hiddetli soluk yüzünde tatlı bir pembelik var.” “Geleceğine yüzde yüz emin olduğum günler beklerken uyuyakalırdım. Kapıyı tırmalar gibi vurduğu zaman nasıl duyardım rüyamın içinde. Yataktan fırlardım. Kapıyı açardım. Rengi solmuş, nefesi boğazından gelirdi. Masadan bir cigara alır yakardı.” “O hâlâ uyuyor. Kaşları ıslak ıslak. Nefesine yüzümü tutuyorum.” Tespit ettiğim bazı cümleleri ayrıca paylaşacağım.

“Yakası kürklü pardösü orda. Giyiyorum. Bileklerim dışarda kamburlaşmış dolanıyorum odada.” Sanki bir metamorfoz anlatıyor. Görünür kişiliğinden sıyrılıp, içinde gizlediği “ötekine”, gerçek kişiliğine dönüşümü.

Yılan Uykusu, kitaptaki son, 5 Mart 1954 tarihli öyküsü, bir rüya gibidir. Baştan sona imgeler, gerçeküstü unsurlarla dolu. Anlatıcının aşk duyduğu biri vardır. Hangisi hangi cinstendir, ayrı cinsten midirler net olarak belirtilmez. Söyleyememenin, açılamamanın karabasanı hakimdir öyküye.

Hikayelerde birinci tekil şahıs anlatıcı var. Çoğunlukla geçmiş zaman kullanıyor. Ara ara, hatırı sayılır yerde de anaforik zamana başvurmuş. İlk cümlede “baktı” derken, hemen ardından gelende “saklanıyor” gibi.

Bu kitabında, İstanbul sevdalısı Sait Faik gidip yerine sürekli bu kentten bıkkınlıkla bahseden bir ihtiyarın gelmiş olması beni çok kederlendirdi.

Ve o müthiş, şarkılara, sevdalara ilham olmuş, kitaba ismini veren öykünün 71. cümlesiyle başlayan kelime dizisi. “Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burda her şey bir insanı sevmekle bitiyor.”


Metin Nart

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentarios


bottom of page