Mustafa Bostan- Yaratıcı Öykü Okumaları 11- Vüs’at O. Bener’in “Yanılgı mı?” Öyküsü
- İshakEdebiyat 
- 3 Eki
- 4 dakikada okunur
Vüs’at O. Bener her ne kadar Türk öykücülüğünde modernist çizginin önemli temsilcilerinden biri olsa da pek fazla bilinmemektedir. Onun öykülerinde gündelik hayat, bireyin yalnızlığı, yabancılaşma ve iletişimsizlik ön planda olmuştur. Hemen her öyküsünde bireyin iç dünyasına yönelmiş ve içsel çatışmaları dış dünyanın sorunlarıyla harmanlayarak vermiştir. Vüs’at O. Bener’in öykücülüğü Sait Faik’ten gelen birey merkezli anlatım ile 1950 kuşağı öykücülerinin bireyin varoluş sancılarına odaklanan özgün bir yol yakalamıştır. Yazarın Dost ile başlayan öykü serüveni Yaşamasız, Siyah-Beyaz, Mızıkalı Yürüyüş ve Kara Tren ile devam etmiştir. “Yanılgı mı?” öyküsünün yer aldığı Kapan ise Vüs’at O. Bener’in ölümünden hemen önce yayımlanan son öykü kitabıdır.

“Yanılgı mı?” öyküsü mektup anlatı tekniğinde kurgulanmış bir öyküdür. Anlatıcı öykünün girişinde doğrudan yazara hitap der: “Sizi tanımıyorum. Adınız dişicil biraz. O nedenle ‘Sayın Bay Yazar ya/da Bayan Yazar’ diyemiyorum” (s. 16) Bu doğrudan hitap tarzu okurla yazar arasındaki sınırı da bulanıklaştırır. Mektubu yazan okur, yazarın önceki öyküsünü değerlendirmiş gibi yapar ancak asıl isteği yazara kendini anlatabilmektir. Burada anlatıcı ikiye katlanır. Bir yandan metnin içinde yazarla öyküsünü konuşan okur, diğer yanda ise kendi deneyimini hikâyeye dönüştürüp anlatan kişi vardır. Vüs’at O. Bener öyküsünü tek katmanlı yapısından kurtarıp metin içinde metin yöntemini kullanır. Gerçeklik ile kurmaca arasındaki sınır yavaş yavaş belirsizleşir ve anlatıcı da yaşadığı olay ile kurguladığı olay arasında gidip gelir. Hangisi gerçektir: Olay mı gerçek yoksa kurgulanan bir olay mı? Öykünün ilerleyen bölümlerinde yazarın bu belirsizliği bilinçli olarak kurguladığı anlaşılır çünkü anlatıcı kendini kabul etmemiş/edememiş bir eşcinseldir. Bu bağlamda yeniden bakıldığında yazarın bilinçli belirsizliği queer edebiyatın temel yöntemlerinden biri olan kimliğin kayganlığı ve sabitlenemezliği ile uyuşmaktadır.
Anlatıcı önce bir eleştirmen olarak konuşur, sonra kendi hikâyesini anlatmaya başlar. Burada dikkat edilmesi gerek nokta anlatıcının sürekli kimlik kayması yaşamasıdır. Ayrıca kurmaca içinde kurmacanın olması öyküyü klasik lineer bir olay örgüsünden çok katmanlı bir iç monolog ve özdeşleşme oyununa dönüştürür.
Öykünün ikinci bölümü yani anlatıcının kendi hikâyesindeki olay örgüsü bir arkadaş ortamında tanışma ve ardından aynı yatakta geçirilen bir gece üzerine şekillenir. Burada aksiyondan çok anlatıcının zihinsel gelgitleri, bastırmaları ve kabullenememeleri öyküyü şekillendirir.
Anlatıcının anlattığı hikâyede iki erkek vardır: Ben ve öteki. Anlatıcı “ben”dir ve olayı yaşadığı kişiyi ise “öteki” olarak isimlendirir. Anlatıcı kendi hikâyesini anlatmaya başladığından itibaren kendi kimliğini sorgulayan, belirsizlik içinde yaşayan biri olduğunu belli eder. “Ben”in kararsızlığı onun tüm davranışlarına etki etmiştir. Bir arkadaş grubunda tanıştığı biriyle bir süre mektuplaşır ve buluşmaya karar verdiklerinde bavulunu hazırlayıp onun yaşadığı şehre gider. Evde başka yatak olmadığı için aynı yatakta beraber yatmaları gerekmektedir. “Öteki”yle aynı yatağa girerken şöyle der: Deneyimliyim, yadırgamadım pek, bekâr odama konuk gelen arkadaşlarımdan kimileriyle hiç çekinmeden bir yatakta yatmışlığım var. Olağan karşılamış göründüm.” (s. 17) Burada görülen aslında bilinçli bir normalleştirme çabasıdır. Oysa aynı yatağa girdikten kısa bir süre sonra “öteki”nin bedensel yakınlığı başladığında “ben”in verdiği tepkiler anlatıcının kimlik kaygısının varlığını daha görünür kılar: “Ne yapmak istiyor bu adam? Döndüm, çakıştı suratlarımız. Hele ki anlayabildim.” (s. 17) Tam da burada anlatıcıda arzuyla korkunun, merakla bastırmanın aynı anda ortaya çıktığını gösterir. Anlatıcı eşcinsel arzusunu kendi içinde kabullenmek yerine bunu oyun olarak tanımlar. “Oyun mu oynadım? … Oysa oynuyordum, oynadığımın ayrımındaydım.” (s. 18) Anlatıcının yaşadıklarını oyunsallaştırması kendi arzularını küçümseyerek inkâr etmesidir.

Kurgu içinde kurgulanan hikâyedeki bir diğer karakter “öteki”dir. Yani anlatıcının arkadaş olarak evine gittiği ve aynı yatakta yatarken tensel yakınlaşma teşebbüsünü gösteren kişi. Anlatıcı ona “öteki” ismini veriyor. Bu isim bilinçli bir seçim çünkü eşcinsel yönelimlerini kabul etmiş tüm bireyleri toplum öteki olarak değerlendiriyor. Öyküdeki “öteki” karakteri queer kimliğin kabulünü temsil etmektedir.
Anlatıcı için “öteki” en başından beri çekim merkezidir. “Öteki su yeşili gözlerinde zekâ pırıldayan bilgi küpü bir kişi. Çarçabuk ötekine duyulan hayranlığın oluşturduğu bir yakınlık doğar aralarında.” (s. 17) Bu betimleme “öteki”yi hem fiziksel hem de zihinsel cazibesiyle bir karizma odağı olarak kurar. “Öteki” kendi yönelimini saklamaz, doğrudan yakınlık arar. Aynı yatakta yatarken anlatıcıya yakınlaşır: “Çenemi, burnumu, ağzımı yokladı, okşadı mırıltıyla.” (s. 18)
“Öteki”nin ilk fiziksel temasında anlatıcı bir şok yaşar ve arzularının üzerine gitmek yerine onları bir yanılgıya indirger. Burada anlatıcının kendi arzularını bastırması ve inkâr etmesi açıkça bellidir. Yaşanan bu temas hoşuna gider ancak durumu oyunsallaştırır. Hatta kendisinde böyle bir yönelimin izlerinin olup olmadığını düşünür. Geçmişi irdeler. “Çevremden, tanışlarımdan, çocukken ya da ergenlik çağımda bu tür bir davranışla karşılaştığımı anımsayamadım anımsayamadım mı?” Burada anlatıcı bilinçaltına bastırdığı bir geçmiş deneyimin izlerine dokunur ama hemen geri çeker. Bu Freud’un bastırma kuramına uygun bir davranıştır. Tehdit edici anılar, arzular bilinçdışına itilerek inkâr edilir.
Anlatıcının bu inkârına karşı “öteki” ona queer bir manifesto sunar: “Kendini incele, irdele, doğal say olanı, olacağı, genel inanışa aldırma.” (s. 18) Bu sözler eşcinselliği patolojik değil doğal bir yönelim olduğunun altını çizer. Ancak anlatıcı toplum baskılarından ötürü bu çağrıyı kabul edemez hemen uzaklaşır. Sonuçta anlatıcı yıllar sonra bile bu kimlik krizini çözemediğini itiraf eder: “Hâlâ çözebilmiş değilim yapımı. Ne dersiniz Sayın Yazar, ben kimim?” (s. 18) Bu soru aslında kimliğin sabitlenemez olduğunu, sürekli ertelenen ve sorgulanan bir süreç olduğunu da vurgulamaktadır.
Heteronormatif düzenin tipik bir temsilci olan anlatıcı kalmayı çok istemesine rağmen yataktan çıkar, bavulunu alıp evi terk eder. Anlatıcı arzularını bastırır, onları “oyun” ya da “yanılgı” olarak açıklar. Öteki ise bu düzenin dışına çıkarak kendi kimliğini kabullenmiş kişidir.
Anlatıcının yaşadığı kriz, toplumun eşcinselliğe bakışıyla bireysel arzuların çatışmasının yansımasıdır. Queer kuram, bu çatışmayı “kimliğin sabitlenemezliği” üzerinden yorumlar. Gerçekten de anlatıcı, sonunda kendisini tanımlayamaz: ne tamamen heteroseksüel ne de açık bir eşcinsel. Arada kalmış, belirsiz bir kimliktir bu. Öykünün en güçlü yanı, bu belirsizliği ve çelişkiyi açık bırakmasıdır. Okur, kesin bir yanıt almaz. Böylece metin, queer edebiyatın özüne uygun biçimde, kimliği tanımlamak yerine onu sürekli sorgulayan bir düzlemde son bulur.
Mustafa Bostan




Yorumlar