top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- A. Emre Navgasın- Zalim

Her zâlim-i hâtır-şikene eyle tahammül

Mezâkî


Deniz ilk ışıklarla beraber rüzgârdan ürperirken küçükçe bir kayık sessiz maviliğin üstünde yalpalamaktaydı. Neftî tulumunun üstünde parlak sarı montu ve sigaradan sararmış pos bıyığıyla tam tekmil bir balıkçı ağzından dumanlar savuruyordu küreklere asılırken. Avlanacağı yere biraz vardı daha. Dünkü gibi çıksa... diye düşündü ama içten içe açgözlülük yaptığı kaygısıyla “çok bile” diye ilave etti hemen. Haylidir bu kadar balık çıkmıyordu.

Yeterince açıldığına kanaat getirmişken biraz ötede, suyun üstünde yüzen parlak bir şey dikkatini çekti. Kayığın yönünü ona doğru çevirip kuvvetlice asıldı küreklere. Normalde umursamazdı, her gün geçip giden onca kazulet geminin birinden atılmış bir çöp der, sigarasından dağılan dumanların içinde birkaç küfür de savururdu havaya doğru. Ama bu kez merak etti sebebini düşünmeden. Kayık daha yaklaşmadan bunun bir pet şişe olduğunu anladı. Canı sıkılır gibi olacaktı ki içinde bir şeyler olduğunu fark etti. İyice yaklaşınca uzanıp aldı şişeyi. İçinde kâğıda yazılı bir notun yanında incecik bir plastiğin içine konmuş bir başka kâğıt daha vardı. Şişeyi açmadan dış taraftaki büyük kâğıdın bir kısmının ıslanmış olduğunu görünce “su almış demek ki” diye düşündü. Çok sıkı kapatılmış olan şişeyi zorla, biraz da şaşırarak açtı. İçinden aldığı katlanmış kâğıdı düzeltti, şişeyi yere bırakıp okumaya başladı.

Bu cümlelere hangi yıldan bakıyorsun bilmiyorum. Belki senin şu anında hayatta değilimdir. Yahut ben bunu denize fırlattıktan birkaç saat sonra buldun da balık yerine ağına bu plastik parçası takıldı diye küfrediyorsun. Ben ilkini tercih ederdim. Düşünsene, belki on, hatta elli yıl geçmiştir ve ben sana şu an bir şeyler söylüyorumdur. Ne muhteşem, değil mi? Belki de değildir.

Hangi yılda, hangi mevsim ve mekânda bulduğunu ve bulunduğunu bilmiyorum ama şu an yani Aralık 2022’de dünya pek iyi bir yer değil, Aralık 1922’nin de pek iyi olmadığı gibi. Haziran 1578’de de iyi değilmiştir herhalde. Adı dünya olan bir yerin iyi olmasını beklemiyorum zaten. Alçak alçaktır.

Sana bu mektubu -inşallah senin zamanında mektup denen şeyin varlığı unutulmamıştır- neden yazdığımı merak ediyorsundur. Ben insanların zengin dediği türden biriyim veya senin zamanından bakıldığında öyleydim. Çok çalıştım, çok kazandım. Üstelik bunları henüz kırkıma gelmeden başardım. Kırklı yaşlarıma yeni basmışken bir şeyi unuttuğumu fark ettim. Daha doğrusu bana fark ettirildi, hem de biraz zorla. Hımm, bunu dersem sonradan günaha girmiş olur muyum acaba? Bazı durumlarda sevap defteri kapanmaz derler ya, günah defteri kapanır mı? Bir bilene sormak lazım. Konumuza dönelim. Ben neydim? İnsandım. İnsan ne yapar? Ölür. Evet, ben şimdiye kadar hiç ölmemiş insan görmedim. Bir gün ben de ölecektim, bu arada sen de öleceksin, haberin olsun. Her şey bir anda oldu. Küçük bir baş dönmesiyle başlayan olayların sonunda beyaz önlüklü doktorlardan öğrendim ki birkaç senelik ömrüm kalmış. “Ama doktor,” dedim, “nasıl olur?” Doktor o an biyolojik açıdan hayatın ve ölümün tabiatı ve teferruatına dair birtakım tafsilata girişmişken, “Onu sormuyorum,” dedim. Allah’ım ne doktorlara kaldık. Yine iyi yaşamışız şimdiye dek. -Tabii, bizi doktorlar yaşatıyordu çünkü.- Hasıl-ı kelam önümde birkaç sene, yani ancak onlarca ay, yüzlerce hafta... kalmış. Son aşamaya gelene kadar çok ağrı, sızı hissetmezmişim. İyi dedim, kötü değildi çünkü şu durumda.

Balıkçı arka sayfaya geçti ama sayfanın alt tarafında yazılar ve çizilen birkaç şekil iyice silikleşmişti. Üst satırdan devam etti:

İlk sene dünyanın her yerini gezdim, farklı ülkelerde onlarca doktora gittim. Yine de beni bu dünyada biraz daha tutacak bir çare bulamadım. Kimim kimsem yoktu zaten, gariptir normalde zenginlerin akrabası çok olur. Baktım olmuyor, sonuçtan kaçamayacağız bari, dedim, şu parayı pulu dağıtayım. Aklımda belirlediğim birkaç yere yüklü miktarlar bağışladım. Sonra aklıma farklı bir şey yapmak geldi. Kalan kısmı değerli taşlara, mücevherlere dönüştürüp gömmek ve buranın haritasını denize fırlatmak nasıl olurdu acaba?

Balıkçının kalp atışları hızlanmaya başladı.

Yapacaktım. Yaptım da. Bu elindeki kâğıt, taşların gömülü old...

Mürekkep kâğıdın yüzüne dağıldığından okunamıyordu. Gözlerini iyice kıstı, havaya kaldırdı, artık iyiden iyiye ışımaya başlayan güneşi tam arkasına aldı, nafile... Olmuyordu. Alt satıra geçti.

Sonra bu evin bahçesinin ar...

Balıkçının alnında küçük damlalar belirmeye başladı. Bitmiş sigarasını hâlâ somurmaya çalışıyordu heyecanla. Gözlerini ne kadar kıssa da bir türlü çıkaramamıştı harfleri. Kâğıdı bir oraya bir buraya tutuyor, küfrederek çeviriyordu.

Küçük sandığın içind...

Kâğıdın yazılı yerlerinin sonuna gelmişti. Sandığın gömüldüğü yerin haritası olduğunu anladığı çizimler belli belirsiz görünse de en küçük bir tahmine bile imkân vermiyordu. Balıkçı bir yandan kendine bir yandan bahtına söverken yerde şişenin içindeki küçük kâğıdı gördü. Hemen aldı eline. Çok ince bir yazıyla yazılmış olsa da okunabiliyordu. Üstelik silik bir yeri de yoktu. Ömründe hiç olmadığı kadar büyük bir heyecan ve ümitle okumaya başladı:

İnsan ne zalim değil mi? Büyük kâğıdı bilerek ıslattım, bunun iki sebebi var. Birincisi canım öyle istedi, ikincisi bunca harf belki de yıllarca denize bu kadar yakın olup da hiç deniz nedir bilmeyecekti. Sence bu zalimlik olmaz mıydı?


A. Emre Navgasın

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page