top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Ahmed Hacıoğlu- Maria Puder’in İkili Yaşamı

Bir kadın beliriyor yatak odasının köşesindeki aynada. Eski zamanların arzu nesnesi, Berlin’de, Yetmişlerin bar sahnelerinin vazgeçilmez konu mankeni, rüya kadın: Maria. Bir de o aynaya bakan Zerrin var odanın ortasında. Kokteyl elbiseleri çoktan tozlanmış, ucuz aşk romanlarından acemice uyarlanan solgun ev kadını: Zerrin. Aynanın içinden hayvani bir kükremeyle esniyor Maria. Zerrin böyle esnemez. Adab-ı muaşerete aykırı.

Maria, ezici seksapalitesiyle süzüyor Zerrin’i. Aynadan elini uzatıp kırık saçlarını düzeltecek oluyor, cayıyor. Göğüslerinin birleştiği yerdeki kırmızı doğum lekesini mendille silip atmak istiyor. Dudaklarının ortasındaki yarığa takılıyor gözleri. Gülümsemeye çalıştığında ona acı çektiren o ince yarığa uzanıp merhem sürmek istiyor, Zerrin arkasını dönüp, istemez, der gibi odadan çıkıyor.

Eskiden pazar günlerinin anlamları olurmuş Zerrin için. Yıllar geçtikçe o anlamları tek tek katlayıp dolabın üst köşesine, solgun renkli jartiyerlerinin arasına tıkıştırmış.

Parmağı dudağındaki yarığı soymakla meşgul, hazırlanıyor. Salonun ucunda, sırtını cumbaya vermiş, masasında oturan mütevelli deli doktorunun bakışlarına karşılık vermiyor. Vestiyerin aynasında göz göze geliyor Maria’yla. Omuzlarına kürk mantosunu geçiriyor.

Maria ince sigarasından yaktığı dalı çekip giden Zerrin’in arkasından üflüyor sitemli. Vestiyerin aynasından çıkıp salona giriyor. Yemek masasının tozunda parmaklarını gezdiriyor. Deli doktorunun masasına iliştirilmiş goblen desenli sandalyeye bırakıyor bedenini. Göz göze geliyorlar.

Hatırlanamayacak kadar uzun zaman öncesi. O zamanlar Sabahattin, Berlin’de bir barda tanıştığı yağız delikanlılıktan ibaret. Onu da diğer erkekler gibi harcayıp yatak odasındaki koleksiyonuna eklemeyi planlarken kara kaşına, kara gözüne vurulmuş bu Anadolu çocuğunun. Sabahattin ona çokça şiirler karalamış, pencereleri barlar sokağına bakan apartman dairesinde, boğuk müzik sesleri arasında sabahlara kadar sevişmişler.

Bir akşam, çıktıkları sayısız randevunun sonuncusunda Sabahattin, elinden tutup, “Gel Maria’m,” demiş, “gidelim bu sarhoş memleketten. İstanbul’a yerleşiriz. Ben bir matbaa açarım anamın servetiyle. Sen de güzel sanatlarda tahsiline devam edersin.”

Tozlu bir İstanbul sabahında nüfusa kaydettirmeye götürmüş müstakbel kocası onu. Gözlerinin içine güneş vuran pala bıyıklı memur delici bakışlarıyla ikiliyi boydan boya süzmüş. “Bacım, Maria gavur ismidir. Senin adın Zerrin olsun,” demiş. Çat pat Türkçesiyle Zerrin’in anlamını sormuş Maria. “Altından yapılma ziynet, altın sarısı anlamına gelir,” diye cevaplamış memur. Maria kabullenmiş Zerrin’i. Bütün bilinmezliklerden bu yeni kadına sığınabilmeyi dilemiş.

Düğün derneğin peşine Sabahattin bir matbaa açmış, kısa zamanda çokça iş almış. İşler büyüdükçe matbaayı evirip çevirip yayınevi kurmuş. Sabahattin’e iki çocuk vermiş. Türlü kıyametle büyütüp tahsilini yarıda bıraktığı Mimar Sinan’a yollamış, arkalarından bir maşrapa suyu döküvermiş.

Maria’nın sigarası deli doktoruna aynı hikâyeyi yüzüncü kez anlatışının sonunda sönüyor. Evin kapısından tıkırtılar yükseliyor. Duvarlara sinen sigara kokusu Zerrin’in sinirlerini titretiyor. Yorgun argın içeri girişiyle Maria, pür telaş, izmariti küllükte bırakıp vitrindeki aynanın içine saklanıyor, mutfağa dalıyor. Geceden yaptığı hazırlıkları dolaptan çıkarıp tezgâha diziyor tek tek Zerrin. Maria, alüminyum tencerenin içinde beliriyor.

Görmezden geliyor Zerrin onu. Konukları gelecek. “Ne yapacaktım ben,” der gibisinden mutfağa göz gezdiriyor. Aklının köşesinden kaçıp giden şeyi arıyor. Ada tezgâhta ilgisizlikten kararan muzlar yatıyor, yemek masasının üstünde, önceki akşamdan kalma, lekeli kadeh yıkanmayı bekliyor. Masanın yanındaki sandalyeye takılıyor gözü. Ahşap oyma desenlerini belki yüzüncü kez incelerken üzerinde çırılçıplak bir adam beliriyor. Süt beyaz, parlak teni, altın sarısı saçları, kenarları keskin azı dişleri, geniş dudaklarına eşlik eden kalın omuzları ve devasa aletiyle, ilk aşkı Bastian bu. Maria’nın kalp atışları hızlanırken Zerrin’in gözleri kararıyor. Bastian sandalyeden fırlayıp titrek kadını sarmalıyor. Unuttuğu şeyi hatırlıyor Zerrin, şehriye çorbasının altını yakmayı.

Bastian, Maria’nın göğsünde duran, bir zamanlar öpmeye doyamadığı lekenin üzerinde şehvetli bir gezintiye çıkıyor. Masaya yatırıp soyuyor bedenini. Var gücüyle göğüslerini emmeye başlıyor. Bacaklarını aralayıp nazikçe içine giriyor. Masa örtüsü bu ahlaksızlığın altında eziliyor, kırışıyor, sıyrılıp üzerindekilerle birlikte yere saçılıyor. Bastian’ın aritmik git-gelleri masayı sarsıyor, birbirlerini parçalarcasına öpüyorlar.

Bir süre kaynayan tencerenin yansımasından onları izliyor Zerrin. Dönüp yüzleşmeye niyeti yok. Tencerenin kapağını aralayıp şehriye çorbasının masumiyetinde gezdiriyor kepçeyi. Bastian’ın git-gelleri sıklaşıyor, Maria’nın inlemeleri yükseliyor. İkili zirvedeyken kapı çalıyor. Erkeği yaşadığı tatminin altında inleyerek ezilirken Maria küçülüp bir uçuruma yuvarlanıyor. Mutfak, şehvet kaynayan şehriye çorbasının buharına yenik düşüyor. Yüzündeki utancı buruşturup atıyor Zerrin. Gelen hizmetlisi. Deli doktorunun yargılayıcı bakışları arasında salonu işaret edip sofrayı hazırlamasını buyur ediyor. Gözleri saate kayıyor. Konukları gelmek üzere.

İçini saran telaşeleri sakinleyip banyoya giriyor Göğsündeki lekeyi silmek istercesine yıkıyor. Gözlerini kapıyor bir süre. Sıcak su damlaları yüzünü ıslatırken hiçbir şey düşünmüyor. Duştan çıktığında hiçbir şey Maria. Saklandığı aynanın içinde özlemle hıçkırıyor. “Ne işe yaramaz kadın,” diye iç geçiriyor, Zerrin. Nispet yapar gibi özeniyor makyajına. Sabahattin’in gidişinden beri yolduğu dudaklarının ortasındaki yarığı rujla dolduruyor.

Hiçbir şeylik gidiyor, yerine duru bir Zerrin geliyor.

Zil çalıyor. Konuklarını salona buyur ediyor. Herkes yerleşiyor, Zerrin de baş köşeye kuruluyor. Sarmaların kokusu çalışma masasından ahaliyi süzen deli doktorunun burnunu gıdıklıyor, sofrada yavşak bir muhabbet başlıyor. Konuklar buldukları her şeye iştahla saldırıyor, dolu ağızlarıyla bir şeyler anlatıyorlar. Zerrin’in ipi çekiliyor. Ruhu saklanacak çalılık aramaya başlıyor, çatal kaşık seslerinden başına ağrılar giriyor.

Şaraba sarılıyor. Dudaklarının ortasındaki yarık yanıyor. Önemsemediği türlü şeyden bahseden konuklarına gülümsemeye, anlattıklarına hak vermeye çalışıyor. Zerrin’in yüzüne yayılan zayıflıktan istifade eden Maria, aynasından çıkıyor. Konuklarını ve Zerrin’i umursamadan geçip deli doktorunun masasına kalçasını yaslıyor. Saçlarını toplayıp rimeli akan gözlerini Zerrin’e dikiyor. Zevkle izlemeye başlıyor hikâyenin içinde dönen kırk tilkiyi. Hiçbirinin kuyrukları birbirine değmiyor. Bu kaotik cümbüş Zerrin’in midesini bulandırıyor.

Konukları susturmak için televizyonun kumandasına sarılıyor Zerrin. Rastgele tuşlara basıyor. Açtığı kanalda bir reklam başlıyor; zil çalıyor, genç bir kadın kalkıp kapıyı açıyor, konuklarını rengarenk elbisesiyle karşılıyor reklamda. İçeriye delikanlılar giriyor; üzerlerinde çeşit çeşit deri ceketler, ayaklarında parlayan beyaz kunduralarıyla dekolte elbiseli güzel kadınlara kavalyelik ediyorlar. Tempolu bir Tango parçası çalıyor, herkes ekrana dikkat kesilmiş, masadan çıt çıkmıyor.

O sırada Konuklardan bir tanesi soru sorma cüretinde bulunuyor.

“Sahi, Sabahattin Bey nerede? Uzun zamandır göremedik de kendilerini.”

Buz kesiyor salon. Delikanlılar ve kollarındaki genç kadınlar birer birer ekranın içinden salona atlamaya başlıyorlar. Tangonun yükselen sesi salonu kaplıyor. Zerrin’in sofrasına aldırmadan dans etmeye, birbirlerine kur yapmaya başlıyorlar. Zerrin’in binbir emekle sardığı sarmalar tabaktan havaya saçılıyor, yaprakları bir bir açılıyor. Kuş üzümü ve pirinç taneleri martılar olup gözlerinde uçuşuyorlar. Reklam biterken slogan bütün evde yankılanıyor.

“Beymen. Giyim bir yaşam tarzıdır.”

Zerrin’in alnında isyan dolu çizgiler, sırça küpeleri titriyor. Müzik duruyor. Herkes duruyor. Bir müddet sessizlikten sonra kadehini yavaşça masanın üzerine bırakıyor, gözlerini bütün vahşetiyle sorunun sahibine dikiyor, kalkıyor, bir şey söyleyecek oluyor, duraksıyor. Reklamdaki oyunculara çeviriyor bakışlarını. Yüzü parlıyor, “Defolun!” diye bağırıyor. Hepsi çil yavrusu gibi dağılıp kararan ekranın içine atlıyorlar.

Kafasını çeviriyor Zerrin, Sabahattin’in gidişine duyduğu öfke buruşup küçülüyor. Konukların şaşkın bakışları arasında, bütün kalabalığı sofrada bırakıp deli doktorunun masasına yanaşıyor. Maria’nın üst üste attığı bacaklarına parmağıyla uyarı niteliğinde bir fiske indirip bütün zarafetiyle bedenini goblen desenli sandalyeye bırakıyor.

Havada asılı kalan sarmalar, kuş üzümleri ve pirinç taneleri birer birer yere düşüyorlar. Konuklar için zaman duruyor şaşkınlık içerisinde deli doktorunu ve Maria’yı süzüyorlar.

Bu acının tutulacak kulpu kalmamış artık. Zerrin’e dolan gözlerinin çaresine bakması için bir peçete uzatıyor doktor. Zaman kaldığı yerden akmaya devam ederken büyük bir sessizlik kaplıyor evi. Gözlerini silip Maria’ya manalı bakıyor Zerrin.

Birbirlerine gülümsüyorlar.


Ahmed Hacıoğlu

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page