top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Ahmet Fenar- Müştak Bey'in Talihsiz Ölümü

Müştak Bey kedileri çok sever. Oldum olası. Tevellüdü 937'dir Müştak Bey’in. On sekiz yaşında sevdaya tutulmuştur. Bir Rum kızına. “Kaçır beni Müştak. Başka türlüsü olmaz bu işin,” dese de Rum kızı, yapmamıştır Müştak Bey. Yapamaz da. Halim selimden öte bir hâlet-i rûhiyesi vardır. Öyle, bir kızı kaçıracak kadar cesareti yoktur. Hele bir Rum kızını. Ona nasıl meftun olduğunu kendisi bile bilmez. Tabii sevdiğim dediği kişi uğruna zoru göze alamamak nasıl bir meftunluktur o da bir muammadır.

955 Eylül'ünde çıkan olaylardan sonra o Rum kızı terk-i diyar edince annesinin bulduğu kızla evlenmiştir Müştak Bey. Kadriye ile. 963’te. Kadriye iyidir, geçimli kızdır. Müştak’tan yedi yaş küçüktür. Kadriye dikiş dikerdi evlenmeden evvel. Evlenince de devam etmiştir, Müştak Bey bir akrabasının muaveneti ile bir devlet dairesinde işe girip de evine ekmek götürmeye çalıştığı vakitler ona destek olmak için. İlk oğlanı kucağına aldığında yirmisindedir Kadriye. Kız da yirmi iki. İkinci oğlan da yirmi beş.

Günler lalettayin bir vaziyette akıp giderken -ki buna akıp gitmek denirse- ara ara aklına Rum kızı düşse de Müştak Bey'in evli barklı ve de üç çocuklu oluşu o Rum kızından daha baskın gelir. İşte o zaman elini şöyle havada ki bir sis bulutunu dağıtır gibi yapıp uzaklaştırır düşüncelerini Rum kızından.

Bir de hayali vardır Müştak Bey’in. (Hangimizin yok ki efendim). Küçük Hanımefendi’yi -meşhur Belgin Doruk’u- bir kez olsun kanlı canlı görmektir. Fakat hiç görmemiştir. Belgin Doruk başkadır. Ne Kadriye ne de giden Rum kızı, ikisi de benzemez ona. Müştak Bey bütün filmlerini izlemiştir Belgin’in. Belgin Doruk Hanımefendi’nin terki diyar eylediğine karısının ölümünden daha çok üzülmüştür. Karısı öldüğünden bugüne de yalnızdır.

Oldum olası kedileri çok sevdiğinden fakat Kadriye’nin, “Evde kedi medi beslenmez,” deyişinden ötürü evinde bir kedisi bile olmayan Müştak Bey’in bugün tam sekiz kedisi vardır. Müştak’tan olma Kadriye’den doğma ikisi oğlan biri kız evlatlar anneleri ölünce gelip gitmeyi bırak hiç arayıp sormaz olduklarından yalnızlıktan iyice bunalan Müştak Bey bir bir almıştır bu kedileri. Almıştır demek lafügüzaf. Hakikatte bulmuştur onları. Oradan buradan, sokaktan, pazardan. Hatta mezardan. İlkini Kadriye’nin cenazesinden dönerken mezarlıkta bulmuş alıp getirmiştir eve. İşte bunun adı Kadriye’dir. “Madem seni Kadriye’nin mezarında bulduk senin adın Kadriye olsun,” demiştir Müştak Bey. Kedilerden birinin sol arka ayağı topaldır. Birinin bir gözü görmez. Üç çocuğunun adını üç kedisine vermiştir. Bembeyaz tüylü olanın adı Rum Kızı’dır. Bir akşam eve dönerken yağmurda sırılsıklam bulup getirdiği kediye kendi adını vermiştir Müştak Bey. “Ya Müştak Bey hayat böyledir işte,” der bazen. Bazen de “Söylesene Rum Kızı aşk nedir? “Kadriye, sen ne çilekeş bir kadınsın Kadriye,” der. Diğer iki kedisine aklına ne gelirse onu söyler.

Müştak Bey bir sabah, sokağından gelen gürültülere uyanır. Sıvaları dökülmüş, soluk yeşil tahta pencereden başını uzatıp aşağıya baktığında evvela anlamaz. Sonra aşağıdan gençten bir oğlanın sesi, “Amca içeri gir lütfen. Film çekiyoruz burada. İznimiz falan her şeyimiz tam,” deyince şimdiye kadar sorgulamaktan uzak dura dura gitgide küçüldüğünü hissettiği başını sokuverir içeri. O akşam yıllardır ceketinin cebinde sakladığı, işe gidip gelirken baktığı, kimselere göstermediği, Kadriye ölünce de büyütüp duvara astığı Belgin’in fotoğrafına bakıp “Ya Belgin Hanım. Bak sen gittin. Kimlere kaldı dünya. Film çekiyorlarmış. Bak Küçük Hanımefendi, bak da gör. Şu çırpı bacaklı çöpten kızlar oynar oldu filmlerde,” diyerek uzun uzun iç geçirir. Müştak Bey böyledir işte. Uzun yıllar bir devlet dairesinde çalışıp vatanına milletine hizmet etmiş, gençliğinde bir Rum kızına sevdalanıp sevdasından korkmuş, anasının bulduğu kızla evlenip üç çocuk yapmış, çocuklarının arayıp sormadığı, varlığı kimseyi mutlu etmeyen yokluğu kimseyi ilgilendirmeyen sekiz kedisiyle yaşayan ve Belgin Doruk’a hayran olan kendi halinde, merdümgiriz bir adamcağız.

***

Geçenlerde öldü Müştak Bey. Ölümü yaşamından ilginç oldu. Zaten yaşamı çok da ilginç değildi. Nasıl öldüğünü anlatayım size. Herkes ölümüyle ilgili konuşuyor ama onlar yanlış biliyor. Doğrusunu bir ben biliyorum. Nereden, nasıl bildiğimi boş verin. Bazen bilmemek bilmekten iyidir ya siz onu da boş verin. Filmcilerin mahalledeki işlerini bitirip gittikleri günün akşamı, Müştak Bey de kedilerine artık kalan deri, kemik falan almaktan kasaptan dönüyordu. Sokağa girdiği vakit komşularından birinin attığı laf üzerine durdu. (Bu laf atma olayı da hayrete şayandı ya neyse). “Müştak Amca, görünmedin epeydir. Hayrolsun” Şaşırdı Müştak Bey. Kendisine değil hatır sormak selam bile veren olmazdı çoğu kez. Demek yanılıyorum diye düşündü. “Bana mı sordun oğlum?” “Başka Müştak mı var amca? Yoksa adını değiştirdin de bizim mi haberimiz yok.”

“E iyiyim, sağ ol. Çıkmıyorum bu aralar evden.” Komşusu olacak bu pek de muhterem olmayan zat, adamcağızın elindeki kutuya baktığını görünce “Bu var ya bu. Bu film oynatıcısı Müştak Bey Amca.” dedi. Adamın anlamadığını görünce de “Bak şimdi bey amca. Şu köşeye bir tane filmci açılmış. Şuradan dönünce hemen. Ha işte oradan istediğin filmi alıyorsun. Getirip bu alete takıyorsun bunu da televizyona bağlıyorsun. Sonra istediğin kadar izle. İster durdur, ister ileri sar, ister geri, istersen tekrar izle. Bak, ben yeni aldım bunu. En iyisinden. Filmler de tamam. Bakma öyle bey amca dünya çok değişti çok.” “Öyle, haklısın oğlum değişti. Çok değişti. Belgin bile gitti bu dünyadan.”

Müştak Bey adamın yanından ayrılırken ağzına yakışmadığını bile bile züppe diye geçirdi içinden. Sonra dönüverdi ansızın. “Şey, evladım! Belgin’in filmleri var mıdır bu filmcide, bu elindeki alet onun filmlerini de oynatır mı?”Belgin kim Müştak Bey Amca?” “Belgin işte. Küçük Hanımefendi.”Bilmiyorum ki ben onu. Dövüş var, karate var, macera var. Ama sorarsın filmciye. Varsa oynatır tabi. Bu var ya bu, en pahalısından. Seni taksak seni bile oynatır alimallah.” Züppe lafını adamdan uzaklaşınca sesli söyledi bu kez.

O akşam, Müştak Bey ertesi gün öleceğini bilmeden kedileriyle konuştu yine. “Ya gördünüz mü işte? Dünya çok değişmiş çok. Bir alete takıp istersen bin kere izleyebiliyormuşsun bir filmi. Eskiden böyle miydi ya? Ben de bundan böyle her gün izleyeceğim Belgin’i, her gün. Yarından tezi yok bu işi halletmek lazım.” dedi. Elindeki kadehi, “Şerefine Rum Kızı, senin de Kadriye Hanım, senin de Küçük Hanımefendi,” diyerek kaldırdı boşluğa.

Yarından tezi yok her şeyi halletti Müştak Bey. Köşedeki filmciyi buldu, Belgin’in filmlerinden istedi, komşusunun, bu var ya bu dediği, film oynatıcısının nereden alınacağını öğrenip aldı, nasıl kullanılacağını iyice bir öğrendi. Aklında kalmayanları cebinden çıkardığı küçük defterine yazdı bir bir. Sonra ne mi oldu? Sıvaları dökülmüş, soluk yeşil tahta pencereli, iki katlı evine geldi Müştak Bey. Filmi taktı ve bekledi. Bekledi, bekledi. Biraz sonra istediği kadar izleyecekti Belgin’i. Ne demişti satıcı. “Şu düğmeye basınca durur, yine basınca çalışır. Şu geri alır, şu ileri sarar.” İstediği kadar durdurup seyrederdi Belgin’i. Uzun uzun. Biraz daha bekledi Müştak Bey. Ama Belgin görünmedi. Yabancı yabancı kadınlar ve erkekler kapladı ekranı. Sarışın, esmer kadınlar. Belgin yok aralarında. Üstelik hepsi çıplak bunların. Anadan üryan hem de. Belgin, Belgin nerede?

Günler sonra bir koku yayıldı sokağa Müştak Bey’in evinden. Kötü bir koku, ağır, tiksinç. Ve kedilerin canhıraş bağırtıları tüm sokağı inletti. Polisi aradı Müştak Bey ile aynı sokakta oturan kişiler. Müştak Bey’i merak ettiklerinden değil elbet. Kokudan ve seslerden rahatsız oldukları için. Kapı kırıldı. Dehşetengiz bir görüntü çıktı ortaya. Çürümeye başlamış bir ceset. Açlıktan bağrışan kediler. Hala açık bir televizyon, ekranda bitmiş bir film.

Polislerden biri biten filmi başlattı. O an orada ne kadar insan varsa güldü. Uzun uzun, kahkahalarla güldüler ölü adamın başında. Ne cesedin kokusu ne kedilerin açlıktan bağırışları. “Vay moruk vay. Kırkından sonra azanı teneşir paklar. Bunu ne paklayacak acaba? “Tevekkeli elimdeki film oynatıcısına uzun uzun baktı da ben de söyleyiverdim. Yememiş içmemiş gidip almış. Bir de bana eski bir artistin adını sordu. Onun filmlerini izleyecekmiş güya. Vay palavracı vay! Demek derdin buymuş Müştak Efendi.”

Hâlbuki Müştak Bey çok sevdiği her daim hayran olduğu Belgin’in filmini izlemek istemişti sadece. Tek amacı buydu. İşte tüm gerçek budur. Ben şahidim. Size her şeyi tüm çıplaklığıyla anlattım. Müştak Bey böyle bir adamdır aslında. Kimseye zararı olmayan bu zavallı adamın yaşarken pısırık olan adı öldükten sonra sapık olarak değişmiştir. Cenazesine de kimse gitmemiştir. Ne diyeyim nur içinde yatsın.

Kedilere ne mi oldu? Onca gün aç kalıp da ölmüş adama neden dokunmadıklarını kimse anlamadı. Müştak Bey’in ölümüyle hepsi yeniden sokağa düştü. Kadriye birkaç gün sonra öldü. Rum Kızı mahalleyi terk etti.


Ahmet Fenar

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page