top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Ahmet Örnek- Ceketinin Cebi Kapı Koluna Takılan Adamın Pardon Deme Hikâyesi

Karşıyaka sahilinde yaklaşık dört kilometre yol yürüdüm az önce. Yürüdüm, yürüdüm ve geri döndüm geldiğim yolu. Yolda dinlediğim müziklere rakı eşlik etmiş olsaydı, oturduğum her masada bir parçasını bırakırdım ciğerimin. Geri dönüş yolundaydım. Varlığını ilk defa fark ettiğim, beyaz ışıklarla aydınlatılmış, Anadolu’nun her köşesinde bulabileceğiniz tarzda bir çorbacı gördüm karşı kaldırımda. Aç değildim. Ama sıcak bir çorbaya da hayır demezdim. Karşıya geçerken, bir masa dışında çorbacının boş olduğunu fark ettim. Son dönemlerde aklımdan çıkmayan, hikayeleri yazılsın diye bekleyen, hayali ama bende gerçek olan karakterler zihnimi boş bırakmıyordu. Yürüdüm karşı kaldırıma doğru. Oraya varmadan evvel kendimce bir çılgınlık yapmayı düşündüm. Tek dolu olan masa oydu. Geçip adamın karşısına oturacaktım. Tıpkı hayali kahramanlarım gibi.

“Abi merhaba. Rahatsız etmeyeceksem oturabilir miyim?”

Masasının sol köşesinde yıpranmış cüzdanı, içinde bir tane sigara kalmış paketi, çakmağı ve prize takılı kırık ekranlı telefonu duruyordu. Kâsesinin doluluğu ve çorbasının tüten dumanı, yeni geldiğini belli ediyordu. Başını kaldırıp önce yüzüme baktı, ardından salondaki diğer boş masalara. “Onca boş yer varken, illa benim keyfimin içine mi edeceksin?” dercesine bir daha baktı bana. Ama bir şey demedi. Devam ettim. “Biliyorum, diğer tüm masalar boş. Kusura bakmayın ama çorba içerken biraz sohbet edebiliriz belki, diye düşündüm.” Yüzü “siiktir lan!” der gibi bir ifade aldı ama ağzından, “Buyur otur yeğenim, ne demek,” kelimeleri çıktı. Oturdum. Salondaki çalışana bir mercimek çorbası söyledim. Adam, ben oturduktan sonra kelle paçasına gömülmüş, görmezlikten geliyordu beni. Arada bir sol omzumun üzerinden 35 plakalı taksiye bakıp telsizden gelen seslere kulak kabartıyordu. Ama ben durmadım, konuşmaya devam ettim. “Haftalardır bir yerlerde yemek yediğimde, hep iki kişilik masalarda oturuyorum. O da tek kişilik yerler olmadığı için. Karşımdaki sandalye için “Boş mu?” diye soran herkese “Bomboş,” cevabını veriyorum.” Durdum. Çorbasından bir kaşık daha aldıktan sonra bir şeyler söylemiş olmak için yüzüme baktı “Yeğenim, iyi misin? Bir derdin mi var?” diye sordu. “İyi miyim bilmiyorum abi. Ama yalnızım. Yalnız olan iyi midir, onu da bilmiyorum.” Gelen çorbama pul biberini döküp limonunu sıkarken, “Yalnızlık Allah’a mahsustur, sıkma canını öyle. Hem çorbamızı içelim hem de sıkıntını anlat,” dedi adam. Ses tonu her ne kadar söylediğini yansıtmasa da umursamayıp devam ettim anlatmaya. “Buzdolabımdaki hiçbir yiyecek bitmiyor, son kullanma tarihi geçtiği için sürekli atmak zorunda kalıyorum her şeyi. Hatta bazen kediler için alışveriş yaptığımı düşündüğüm bile oluyor,” dedim. Güldü adam. Herifin derdine bak, diye dalga geçen bir gülüştü bu. Toplumun büyük bir kısmının ilk fırsatta ortaya çıkardığı bir gülüştü bu gülüş. O yüzden nerede görsem tanırdım. “Mesele sadece o da değil abi, evime her gittiğimde asansörden inmeden evvel acaba biri kapıma bir şey bırakmış mıdır, bir mektup, bir not, fatura dahi olsa olur, diye düşünüyorum. Hatta eve girdikten bir süre sonra dış kapımı açık bırakıyorum. Oradan geçen biri olur da çaya davet ederim diye.” Durdum. Adam beni dinlemiyordu ama ona yaşattığım eziyet uzamasın diye “mış gibi” yapmayı ihmal etmiyordu. Birkaç kaşık çorba içtikten sonra dikkati daha fazla dağılmasın diye devam ettim. “Abi, sadece kimsenin gelmemesi de değil mesele, mutfakta bırakılmış bulaşık görünce kızacak kimseyi bulamıyorum mesela ya da sağa sola atılan kıyafetler için bunları uzaylılar yapmadı herhalde, diye kötü espri yapacak kimsem de yok,” dedim. “Her gün evimin yakınındaki parkta oturuyorum. Yine yalnız. Sabahları işe giderken normalde yürürüm ama bazen yalnız yürümeyeyim diye dolmuşa biniyorum,” dedim son bir umutla. Çorbacıdaki çalışana parayı gösterip masaya bıraktı ve ayağa kalktı adam. “Yeğenim, gel iki bira içelim de derdini anlat derdim ama sen yeteri kadar uçmuşsun, biraya hiç gerek yok,” deyip yarım bir kahkaha atıp çıkışa yöneldi. “Abi bakar mısın?” diye seslendim. Döndü. “Bak,” dedim karşımdaki sandalyeyi göstererek, “Yine boş kaldı.” Hiç umurunda olmadı adamın. Az evvel omzumun üzerinden baktığı taksiye yöneldi. Ve gitti.

Soğuyan, kabuk tutan çorbamı karıştırıp gülümsedim kendi kendime. Evet, aklımdaki karakterlerimden biri olsaydı, aşağı yukarı böyle davranırdı. Bu harika performansım için kendimi tebrik ettim. İyice soğuyan çorbayı bitirmeden kalktım. Hesabı ödeyip on dakikalık yürüme mesafesindeki evime doğru gittim. Ayakkabılarımı çıkarıp eve girerken dış kapıyı açık bıraktım.


Ahmet Örnek

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page