top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Ali Hulki Cihan- Bir Mahalle

Muhtarlığın orada bizim ev. Dik yokuşun ortasında. Bitişik nizam binalar, dar kaldırımlar. Kentsel dönüşümün henüz kapısını çalmadığı bir yer burası. Bizim evden aşağı doğru inince bir çocuk parkı var. Kırık dökük salıncakları, her an yıkılacak gibi kaydırakları olan. Gece girmeye korkarsınız. Parktan da aşağı inip düzlüğe geldiğinizde sırtınızı çarşıya verip solu takip edin. Karşınıza çıkan en yüksek binanın altında dükkanlar, restoranlar, eczane göreceksiniz. Eskiden bir mahallenin olmazsa olmazı terzi de vardı orada, Yorgo.

Bu yüksek binanın giriş katında bir de Hıdır Kebap Salonu var. Sahibi de kerameti kendinden menkul Hıdır. Eskiden Antalya’da oto galerisi varmış. Mahallede, “Antalya’da mafyadan kaçmış, yerleşmiş buraya,” diye söylenir hep.

Sahile inerken halı sahamız var. Bizim mahallede sokak arası maçlar halı sahaya göre daha fazladır. İki taşı koydun mu kale tamam. Zahmetsiz, süresiz, hem de beleş. Halı sahanın yanında bir zaman öncesine kadar çalıştığım mahallenin okulu. Deniz görür, çok güzeldir manzarası. Bu arada ben Kemal, matematik öğretmeniyim.

Karım Basın İlan Kurumunda memurdu o zamanlar. Emekliliği gelmişti gelmesine de o yaş haddini doldurana kadar çalışmak istiyordu. Allah bize çocuk da nasip etmedi. Gerçi uzun yıllar her ikimiz de tedavi gördük. Cevap da verdik tedaviye. Ama olmayınca olmuyor. Ne demişler, “Kısmet ise gelir Hint’ten Yemen’den, kısmet değilse ne gelir elden.” Boynumuz kıldan ince.

İkimiz de şark görevini tamamlayıp bu garip ama bağımlılık yapan yere geldiğimizde kırklı yaşlarımızdaydık. Büyük şehrin kaotik ortamının olmadığı ama tekdüzeliğinden içinizin de sıkıldığı bir bizim mahalle. Araf’ta. Tek artısı var; bir saatte şehir merkezindesiniz, bir saatte kırsalda.

Kebapçı Hıdır, beş vakit namazını kılar, cumaları kaçırmaz ama yanındakileri sigortasız çalıştırır. Müşteriye ne eti yedirdiği şüpheli. Bir resmi nikahlı karısı var bir de sade imam nikahlısı. İkisinden yedi çocuk. Kadınları, çocukları döver. Sorsan, dayak cennetten çıkma.

İşte bir gün bu Hıdır şişenin dibini görecek kumar masasında. Oturacak direksiyona. Ters yöne girecek otoyolda. Bir arabayı biçecek. Fren izi bile bulamayacaklar yolda. Biçtiği araba akordeon gibi katlanacak. İçinde evli bir çift. Adam kötürüm kalacak, kadın da karnındaki yedi aylık günahsızı düşürecek. Ölmeyecekler ama yaşamayacaklar da. Adam malulen emekli olacak, kadın da ona bakmak için emeklilik talep edecek mecbur. Hıdır ufak sıyrıklarla atlatacak.

Araya birileri girecek. Hatırlı, nüfuzlu ama şerefsiz, onursuz birileri. Bunlar vasıtasıyla önce para teklif edilecek adamla kadına şikâyetten vazgeçmeleri için. Kazanın olduğu yerde kamera olmadığından adama, “Ben direksiyon hakimiyetini kaybettim, uyukladım biraz de. Başımız ağrımadan çıkalım bu işin içinden, kan paranızı da verelim,” diyecekler. Kabul görmeyince teklifleri, türlü baskılar uygulayacaklar bu hem adama hem karısına. Önce adam hakkında okulda dedikodu çıkaracaklar mahallede, “Ramazan’da oruç tutmuyor ne biçim Müslüman bu?” diye. Adam başlarda aldırmayacak ama sonra rahatsız olacak insanların bakışlarından. Din ve vicdan özgürlüğü var bu ülkede, diyemeyecek, hoş; dese de kim anlayacak zaten mahallede.

Kadın hakkında da yok yere soruşturma açacaklar kurumda. Maaştan kesme cezası verecekler giderayak emeklilik öncesi. Suçu belli değil. Çünkü, yok suç muç. Aa pardon, cinayet gibi kazada bebeğini düşürdüğü için şikâyetten vazgeçmedi, suçu bu!

Sonra onların yakın çevresine bile sirayet edecek bu yıldırma girişimleri. Mesela adamın mahalledeki en yakın dostu terzi Yorgo hakkında da asılsız iddialar ortaya atacaklar. Oldukça tutucu bir mahalle burası, yok efendim Hristiyan propagandası yapıyormuş, yok din düşmanıymış, yok şarap içiyormuş… Maksat zarar vermek. Hem içse ne olur, o da ayrı mesele ya. Arkadaş bir türlü anlamazlar Allah’la kul arasına girilmeyeceğini. Yorgo’nun tek suçu bu bunlarla aynı havayı soluması. Neyse, insanlar söylentilerden kıllanacak bir kere. Dikim için verdikleri kumaşları geri isteyecek bazısı. Sonraları kaç kere dükkânın camını çerçevesini indirmeye kadar vardıracak cahil mahlûklar.

Onurlu adam Yorgo, hali vakti de yerinde. “Başlarım böyle işe,” diyecek, kapatacak dükkânı. O da kendini emekli edecek. Ama mahallede gözden uzak yaşamaya devam edecek. “Alısmısım vre, başka yerde nefes alamam bu yastan sonra,” diyecek.

Bu arada bir günah keçisi bulunacak, Hıdır’ın yerine. Üç kuruş parayla kandıracaklar genç bir çocuğu, adı Mestan. Hasta anasına ilaç parası için “Kazayı ben yaptım, Hıdır abi yan koltuktaydı,” diye ifade verecek. Sürülmekten korkacak polisi, emniyet müdürü, savcısı. Kurulan tezgâh işleyecek. Mestan günah keçisi olacak. Hıdır elini kolunu sallaya sallaya gezecek, eşlerini, çocuklarını dövecek, ne olduğu meçhul etleri insanlara yedirecek.

Bir gece Hıdır gene zilzurna direksiyona oturacak. Bu sefer doğrudan şarampolden yuvarlanacak oradan da tahtalıköye. Hoca “Nasıl bilirdiniz?” diye sorduğunda ben sırf bu soruyu cevaplamak için cenazesine gideceğim. Hoca üçüncü kez sorduğunda “Kötü bilirdik, çok kötü bilirdik,” diyeceğim. Ardından kendimi kaybedeceğim, sülalesine söveceğim.

O sırada din düşmanı, kâfir dedikleri Yorgo, “Yollar farklı olsa da Allah’ımız bir,” diyerek cenaze namazında yanımda saf tutarken feryatlarım üzerine “Ayıp oluyor,” diyecek; tekerlekli sandalyemin arkasına geçip eliyle ağzımı kapatacak, beni arka saflara götürmeye yeltenecek.


Ali Hulki Cihan

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page