top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Armağan Can- Kavaklar

“Ah kavaklar, kavaklar

Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar”

Metin Altıok


Sen hiç, birini özledin mi Kirvem? Hani annenin yaptığı çorbanın kokusu gibi unutulmaz, kaygısız çocukluğun gibi coşkulu, bayramda büyüklerine sarılışın gibi karşılıksız bir özlem. İlk delikanlılığında ilk öpüşmendeki heyecan gibi bir özlem, görmek için saatlerce beklediğin kızı göremediğin anda hissettiğin burukluk gibi bir özlem. Sen hiç burnunun direği sızlarken, gözyaşların akmak için yalvarırken, bir yutkunmayla sustun mu? Bana “Çok kişiyi özledim,” deme Kirvem. Özlemek ölmek gibidir, çok kere yaşanılmaz. Bak sana şahit olduğum bir özlemi anlatayım.

Trenin sadece yolcusu olduğunda durduğu üç yüz haneli bir köye atandım. Atama yazısı elime geçince bir sandığa kitaplarımı, bir bavula da eşyalarımı koyup yola düştüm. Bileti alırken görevli o köyün istasyonunda nadiren birilerinin indiğini söyledi. Bu sebeple trene binerken, biletimi kontrol ederlerken Körme köyünde ineceğimi sık sık tekrarladım. Kondüktör o köyden ilçeye bir dağ yolu olduğunu ve ilçeye ulaşmanın eşeklerle bir gün sürdüğünü söyledi. Köylüler trene binip bir saatte ilçeye gideceklerine bu dağ yolunu tercih ediyormuş. “Neden acaba?” diye sordum. “Trenin uğursuz olduğunu söylüyorlar,” dedi. Sabah gün ışırken tren acı bir frenle Körme istasyonunda durdu. Görevli, sandığımı ve bavulumu atar gibi aşağıya indirdi “Selametle Hoca,” diye bağırdı. Sesi istasyondan kaçmak ister gibi aceleci davranan tren sesinin içinde kayboldu. Burası bir istasyondu ama bir görevli görünmüyordu. İki odalı küçük bir bina vardı. Kapısı biraz zorlanınca açıldı. Duvarlara yaslı üç tane bank ile içi boş bir dolap ve tam ortada bir soba duruyordu. Bekleme odası diye düşündüm, eşyalarımı bir köşeye bıraktım. Görünürde bir köy yoktu. Binanın arka tarafına geçince kavak ağaçlarının arasında caminin minaresini seçtim. Çok uzak görünmüyordu. Saat çok erken olduğu için biraz bekleyeyim istedim. Bu köylerde Kirvem, mevsim hep kıştır. Kupkuru bir soğuk yüzünü, ellerini yalar durur. Etraftan topladığım odunlarla sobayı tutuşturdum. Soba yandıkça iyice gevşemişim, gözlerim kapanmak üzereydi ki biri bağırdı “Kim var orada?” Toparlanıp kapıyı açtım. Kasketli başı, güneş yanığı yüzü, nasırlı elleri, tozlu kıyafetleri ile bir köylü karşımda duruyordu. “Körme Köyü’nün yeni öğretmeniyim,” dedim. Adam hemen kasketini çıkardı, saygı ile eğildi. “Dumanı görünce geldim. Haber verseydin, karşılardık Hoca,” dedi. Kerpiç evlerin tahta balkonlarla çevrelendiği, daracık sokakları olan bir köydü. Her yerde kavak ağaçları vardı. Hep ne gereksiz bir ağaç diye düşünmüşümdür Kirvem. Upuzun boyuyla ne gölge verir ne serinlik, ne meyve. Bir de baharda etrafta uçuşan beyaz tozlarıyla beni hapşırtır durur. Yanımdaki köylüye “Ne çok kavak ağacı var,” dedim. “Senden önce gelen öğretmen de aynı şeyi söylemişti. Sonra okulun bahçesine on kadar kavak ağacı da o dikti,” dedi. İçimden bir sızlanma sözü geçti. Okul hep açık olurmuş lakin eylülde gelen öğretmen haziranda gider bir daha gelmezmiş. “Buradan bir giden bir daha gelmez,” diye vurguladı sözlerini. İnsanları yardımsever, çalışkandı. Çocukları hevesli ve güler yüzlüydü. Ama Kirvem köyün kadınları güzellikte birbiriyle yarışıyordu. Gencinden yaşlısına her kadın çok güzeldi. Gözleri ela, kahve, siyah, yeşil, mavi olsun öyle bir bakıyorlardı ki kalbin kim bakarsa onun kalbine doğru koşuyordu. Bembeyaz tenleri, devamlı şarkı söyler gibi sesleri vardı. Gülümsemeleri bulaşıcıydı. Ama Kirvem tam okulun karşısında bir ev vardı, evde bir kız, kızda bir göz, gözde bir yalvarış acizlikten ölmek isterdin.

Derslerin bittiği ilk hafta cuma akşamı gördüm onu. Son öğrenci de kapıdan çıkınca bir sigara yaktım. Tüm bahçeye serpiştirilmiş kavak ağaçlarından birine sırtımı verdim. Tam karşımda duran ağacın gövdesine kazınmış bir isim gördüm. “Ebrar” yazıyordu. Etrafı bir kalple çevrelenmişti. Sigaramdan derin bir nefes daha çekip yazıya yaklaştım. Altta küçücük bir “Z” harfi vardı. Gözüm bir sonraki kavak ağacına kaydı. Yine “Ebrar” yazıyordu. Bu sefer E harfi iyice kazınmış, diğer harfler yanına sıralanmıştı. Alta yine küçücük yazılmış bir isim vardı, Ali. Sigaram bitene kadar birkaç kavak ağacı daha dolandım. Hepsinde aynı isim yazıyordu. Kimdi bu Ebrar?

“Benim kızımdır Hoca,” dedi biri. Sesli mi düşünmüştüm bilemedim. Selamlaştık. O da sırtını kavak ağaçlarından birine dayadı. Gözlerini gözlerimden hiç kaçırmadan anlattı. Bakışlarında sanki bin bir duygu gizliydi, hangi duyguya tutunacağımı bilemedim. “Adım Halil’dir Ağam. Şu karşı evde kızımla yaşarım. Kızım Ebrar,” dedi. Gözlerini evine doğru çevirdi, düşünüyor gibiydi. “Anası doğumda öldü. İkimiz yaşarız. Çok dışarı çıkmaz. Arada camdan bakar. Çocuklar bahçeye oyuna çıkınca gözlerini kırpmadan onları seyreder. Sen de o vakit onunla konuşursan çok sevinir,” dedi ve ekledi “O sana cevap veremez ama sen konuş yine de.” Camda ilk defa siluetini o gün gördüm.

Pazartesi öğleden sonra ilk derste öğrencileri bahçeye çıkardım. Sonbaharın sırtımı okşayan güneşi ile keyiflendim. O sıraydı, perdenin kenara çekilip o güzel yüzün ortaya çıkışı. Sen kaç güzel gördün Kirvem? Kaç güzel ile konuştun, gülüştün, öpüştün, seviştin? Güzellik nasıl tarif edilir? Yemyeşil çimenlerin arasındaki rengârenk kır çiçekleri güzeldir mesela. Gökte parlayan yıldızlar, annesini emen bebek güzeldir. Babasının elinden tutan küçük adam güzeldir. Bu güzellik bakışlardaydı Kirvem. Cama doğru yaklaştım. Bembeyaz tenliydi, uzun siyah saçları iki örgüyle yanlara salınmış, sarı bir eşarbın altına gizlenmişti. Dudaklarında gizli bir gülümseme vardı. Bu gizlilik onu daha güzel ve duru kılıyordu. Ama gözleri Kirvem, ah o gözleri “Beni anlayın,” diye bağırıyordu. Bir “Merhaba,” diyebilmek için bile hayli zaman geçmesini bekledim. Gözlerini bana çevirdi, başıyla küçük bir selam verdi. Zil çalınca dakikalardır burada dikilip ona baktığımı anladım. Akşamına köyün kahvesinde konuyu nasıl açacağımı bilmez otururken kavaklardan söz açıldı. Okul bahçesindeki kavaklar, kimlerin diktiği, niye diktiği derken kahvecinin genç çırağı bir solukta anlatıverdi. “Okula gelen öğretmenler dikiyor kavakları,” dedi. Kasım ayının sonu gelince hepsinde bir kavak dikme merakı başlarmış. “Ebrar için,” dedi. “Ne yapacak ki Ebrar kavakları?” dedim, “Topla boş bardakları,” diye bağıran ustası elinde iki çayla masama geldi. Ellili yaşların sonunda bir adamdı. Kılık kıyafeti temiz, elleri nasırsızdı. Yüzünde tepkisiz bir ifade vardı. Çayına bir şeker atıp karıştırdı. “Ebrar’ın annesi doğumda ölmedi. Bilirim Halil herkese böyle söyler. Köyün belki en güzeliydi Ebrar’ın annesi. Halil gözünden sakınır, evden dışarı salmazdı. Evlerini de biliyorsun ya okulun karşısındadır. Ebrar doğduktan üç yıl sonraydı nasıl oldu bilinmez okulun öğretmenine sevdalanmış. Sabahın erkeninde trenle kaçacakları sabah görmüş onları Halil. Kimi der o itti trenin altına, kimi der kendi düştü raylara. Öğretmen bir daha gelmedi köye,” dedi. Burada uzun bir süre soluklandı. Çayı üç yudumda bitirdi. “Kızı günlerce anne, diye ağladı. Tüm köy onun çığlıklarını, feryatlarını dinledi, onunla beraber ağladı. Sonunda Halil öyle bir bağırdı ki sus, diye o gün bugündür kız sustu. Bir daha konuşmadı.” Sağır edici bir sessizlikleri varmış Kirvem. “Bu kavaklar ne?” dedim. “Annesi çok severmiş. Bahçede seyrettiği çocuklar değildir Hoca,” dedi. “O kızcağız annesinin yerine koyduğu kavakları seyreder. Hep özlemle kavaklara bakar,” dedi. “Üstündeki isimler,” dedim. “Bakışları kendine sanan kendini bilmez delikanlılardır,” dedi.

Eylüldü Kirvem, yapraklarla birlikte oradan oraya savrulma zamanı. Sonra ekimdi Kirvem, saklanan güneşle vedaya hazırlanma anı. Soğuğun içimizi de üşütmeye başladığı kasım ayı gelince okul bahçesine üç kavak ağacı da ben diktim. Ebrar’ın anne özlemi gözlerinden gözüme geçip sessiz sözleri kulağımda çınladığından beri aklımdaydı. Sen özlemi bilemezsin Kirvem. Hiç gelmeyecek olanı özledin mi? Herkesin sahip olduğu ama senin mahrum olduğun bir sevgiyi içinde büyütüp ağaç ettin mi? Rüzgâr esince kollarını açışındaki hasreti, yağmur yağınca gözlerinden akan yaşı toplayıp içine gömdün mü? Dayanamadım Kirvem, köyden gidişim o yüzdendi.


Armağan Can

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page