top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Ayşe Çoban- Hayırlı Cumalar

Başındaki namaz tülbendini çıkarmış, kulağını açıkta bırakan beyaz yaşmağının altına gözlüğünü takmış; elindeki dokunmatik telefona tuşlu muamelesi yaparak, toplu cuma mesajı gönderiyordu. Altına giydiği pamuklu dizliği ile çorap arasındaki beyaz teni, poğaça gibi kabarmış, yumuşacık görünüyordu. Dizine kadar çektiği yünlü çorabının lastiği tombul baldırını sıkınca bir eliyle tatlı tatlı kaşıdı. Öyle dalmıştı ki telefona; mutfakta tıkırdayan gelininin sesini duymadı.

“Anne sofra hazır!”

Sabahtan cuma mesajlarını hallettiğine göre, sıra Halime’ye müjdeli haberi vermeye gelmişti. Gelini, ikinci defa, “Anneee, yemek hazır, gelmeyecek misin?” diye bağırınca, koca kalçalarının arasına sıkışmış eteğini düzelterek yerinden kalktı. Topallayarak mutfağa yöneldi. Ağır ağır yemek masasının yanındaki kanepeye oturdu. Arkasına küçük yastığını koydu.

Gelinini göz ucuyla süzerek, “Sabahtan cumayı mübarek edersen sevabı daha çok olurmuş. Ahir ömrümüzde, namazımızı eda edip duamızı eksik etmesek iyi olur,” diyerek lafı soktu. Bu lakırdılara alışık olan gelin, duymaza vurdu. Elindeki kepçeyi sıcak tencereye daldırdı, kâseyi doldurdu. Ortalık mis gibi domatesli şehriye çorbası koktu. Kayınvalidesinin önüne uzattı.

“Dikkat et anne, çok sıcak! Az bekle istersen,” dedi.

Yaşlı kadın memnuniyetsiz baktı. Bekledi. Bir şey söyleyecek gibi oldu. Sustu.

“N’oldu anne?” dedi gelini.

“Nane mi koydun buna? Biliyorsun gönlümü bulandırıyor, az limon sık bari,” dedi.

Gelin içinden “La havle” çekerek böbürlendi. “Yok anne, bir çimdik anca,” dedi limonu sıkarken. Yaşlı kadın, zoraki, kaşığını daldırıp içmeye başladı. Gelini mutfaktan çıkınca da ekmeği çorbaya bana bana iştahla yedi. Kalan yarım limonun üzerine tuz dökerek kabuğunu kemirdi! Yüzünü ekşiterek titredi. Dudaklarını yaladı, telefonunu eline aldı. Gözlerini kısıp, H harfini buldu, ahretliği Halime’yi aradı. Karşılıklı hâl hatır sormalar, hayırlı cuma dileklerinin ardından yaşlı kadın asıl meseleye geldi.

“Halime! Ahretliğim, sana çok güzel bir haberim var! Ben duyduğumda kulaklarıma inanamadım!” diye başlamışken, gelini mutfağa girdi. Halime’nin sesi dışa yankılanıyor “söylesene ahretliğim ne oldu, niye sustun! Sana diyorum gııı, ne oldu?” diye ardı ardına soruyordu. Gelin, umursamayarak masayı topladı, bulaşıkları makinaya dizdi, ekmekleri sepete koydu. Kaynanasının suskunluğuna terslenerek çıktı mutfaktan! Kaşlarını çatan yaşlı kadın, birden telefondaki sese yöneldi.

“Kız bak ne diyeceğim. Allah bugüne kadar ettiğim tüm duaları kabul etmiş ki, böyle apansız oluverdi…” diye anlatmaya devam edecekken bu defa da erkek torunu içeri daldı. Yaşlı kadının suratı, cenaze evinde yemek dağıtanlara döndü! “Hay ağzına sıçtığımın! Halime kapat kapat! Ben seni müsait bir zamanda arayacağım,” dedi. Karşı taraf hâlâ konuşurken şak, diye yüzüne kapattı telefonu.

Yüzü buzdolabına dönük oğlana seslendi.

“Bana da soğuk bir kola ver len!”

Ergen çocuk bardağa doldurduğu içeceği babaannesine uzatıp, “Buyur babaanne,” dedikten sonra çıktı mutfaktan. Kolayı büyük yudumlarla hızlıca içti, uzun uzun, kesik kesik geğirdi. “Iğğgk, Elhamdülillah!” Sevincini kimseyle paylaşamadığı için canı sıkıldı, yerinden kalkarken eteğini düzeltti yine. Etrafta kimse yoktu; hızlıca, topallamadan salona geçti. Tekli koltuğa oturup bir eline televizyon kumandasını, diğer eline de tespihini aldı.

“Allahu Ekber Allahu Ekber Allahu Ekber Allahu Ekber…"

Tespih çekerken, açık televizyonun karşısında uyuyakalmıştı. Cik cik öten kapı ziline uyandı. Gelini kapıyı açmıştı. Daha, “Kim geldi kızım,” demeye kalmadan Halime telaşla içeriye daldı. Meraktan evde duramamış, ölüsünü atmıştı ahretliğinin yanına!

“Bacım kapattın telefonu. Çatladım ya evde.”

Gelini odaya girmeden kaş göz etti ahretliğine.

“Sus gıı, anlatırım. Dur hele, ortalık sakinleşsin. Bu Nemrut’un ağzı da çok sıkı, gizliyor benden her bir şeyi. İnsan kaynanasının neyini kıskanır? Bu da böyle bir cins bacım,” diye gıybet yaparken içeri girdi gelini. İki arkadaş sustular. Yaşlı kadın kaşlarını çatarak gelininin bir an önce odadan çıkmasını bekledi. Çıkar çıkmaz da Halime’ye döndü.

“Bak! Dün tam bu zamanlarda ikindi namazına hazırlanırken içimden geçirdim. Abdestimi alıp namazımı kıldım. İnan secdede ağlıyordum. Allah’ım bana da kutsal evine gitmeyi nasip et, bir gözüm toprağa bakıyor artık, yalvarırım Allah’ım cennetini bana da nasip et, diye yakardım. Hem ağladım hem yakardım bacım. Dilek kapım açıkmış. Tam selamı verip tespihimi elime aldım ki, benim torunu telefonda fısır fısır konuşurken duydum.”

Halime heyecanla kulağını eğerek iyice yaklaştı: “Ne konuşuyordu gııı?”

“Pazar günü umreye gideceğim. Herkes şok olacak. Babaannemi de yanımda götüreceğim ki bana destek olsun,” diyordu.

“Aaa! Nesrin mi? Kız ben hep diyorum, senin bu kız torununda senin mayan var. Bakma sen onun öyle saçlarını maviye filan boyattığına, yırtık pırtık kıyafetler giyindiğine. İçi imanlı onun. Demek seninle mi gidecekmiş?” diye fesatlanarak sordu Halime.

Yaşlı kadın, “Valla öyle ahretliğim, birazdan gelir. Geçen gün çantamda kimliğimi bulamamıştım, demek o almış gizlice. Hani kâğıt kürek işlemleri için. Allah herkese böyle torunlar nasip etsin. Çok şükür, annesine çekmemiş hiç,” dedi.

Gelin taze demlediği çayın yanında dünden yaptığı un kurabiyeleriyle içeri girdi. Yüzünde yorgun bir gülümseme ile çaylarını verdi. Gün boyu ev, yemek, çamaşır, bulaşık, ütü derken akşam nasıl oluyor anlamıyordu. Yıllardır kendisi için yaptığı üç gramlık bir hayır yoktu. Hayatın ritüeline takılmış, çarkın içinde dönüp duruyordu. Bir de kaynanasının dırdırı! Artık ses etmiyor, onun hizmetlisi gibi sessizce dolanıyordu evde.

“Siz evde iki arkadaş rahat rahat oturun. Ben bir çarşıya gidip geliyorum anne,” diyerek odadan çıktı.

İki yaşlı kadın akşam ezanına kadar internetteki umre haberlerine baktılar. Un kurabiyesi yiyip çay içerek beraber hayal kurdular.

Cumartesi günü akşamı, torunu Nesrin yanına sokuldu.

“Babaanne, yarın seninle dışarı çıkalım mı? Hem hava almış olursun hem de bana arkadaş olursun. Hem sürprizim de var,” dedi kıkırdayarak.

Yaşlı kadın o gece hiç uyumadı. Kâbe’nin etrafında döndü durdu, üstüne çıkıp namaz kıldı. Sabah ezanıyla uyanıp dualar etti. Kahvaltıdan sonra torunuyla dışarı çıktı. Ahretliğine de, “Akşama arar, ne zaman yola çıkacağımı haber veririm,” diye mesaj yazdı.

Halime akşam bekledi bekledi arayan olmadı. Biraz meraktan biraz da fesatlıktan kendisi aramaya karar verdi. Aradı. Telefon meşgule atıldı. Bir daha aradı, yine meşgule atıldı. Üçüncü de açıldı. Halime, “Ahretliğim uçakta mısın gııı, kapatayım mı?” derken yaşlı kadın telefonun ucundan sinirle cevap verdi.

“Evdeyim ahretliğim. Benim anası kılıklı torunum umreye filan gitmiyormuş. Meğer kuaföre gidip saçına ombre mi, her ne boksa ondan yaptıracakmış. Kimse kızmasın, laf söylemesin diye de beni yanında tampon olarak götürmüş zilli. Zaten rüyamda Kâbe’nin üstünde namaz kılıp durdum. Hayırlı bir rüya değildi. Anası kılıklı, mayası bozuk. Halime? Halime gülüyon mu bana gıı? Allah senin de belanı versin! Kapat kapat!”


Ayşe Çoban

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page