top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Aziz Erdoğan- Mezarlık Masalı

Evden aradılar beni. Seyfettin gitmemiş eve. Radyo almaya gidiyorum demiş, gidiş o gidiş.

Seyfettin. Amcam. Zihinsel engelli. Bizim evde kalır. Annem sevmez onu. Midesini bulandırırmış. Ninem bu dünyadan göçtüğü zaman o da bize göçmüş. Otuz iki yaşında. Saçında, sakalında aklar var. Gülmeyi çok sever. Bir de düğün salonlarını.

Zamanında çok çekti ninem. Şimdi sıra bizdeydi. “Oy oy dino*, ölümünü göreydim,” derdi amcama. Bedduası ters tepti ninemin. Amcamdan önce gitti. Amcam ninemin ölümünden sonra çok ağladı. “Keşke önce ben ölseydim” dedi. Günlerce. Bir zaman sonra sakinleşti. Her dediğimizi yapar, sözümüzden çıkmaz oldu. Görseniz, deli değil sanırdınız. Ama şu oyun sevdası yok mu? Yedi bitirdi. Hem bizi hem onu.

“Hayrola Kadir, bir şey yoktur inşallah?”

“Seyfi kaybolmuş. Sabah çıkmış, hâlâ gelmemiş.

Mahalleli “Seyfi” der amcama. Uzatmaz. “Seyfi gel oğlum, Seyfi otur oğlum, Seyfi çay getir oğlum.” Bedri Amca vardı, manav. Evin karşısındaki. Yanına aldıydı amcamı. “Hem cebine harçlık koyarım hem de göz kulak olurum oğlana,” dediydi. Seyfi bu durur mu? Akşam oldu mu çeker takımı, takar kravatı. Kundurasını da boyattı mı, tamam. Sanırsın kendi düğününe gidiyor. Öyle keyifli. Beyaz mendilini de hiç eksik etmez. Sol cebinde durur hep.

“Oğlum, bak bu çocuk başınıza bir gün iş açacak, demedi deme. Bir gün rahmetli dedene, bıçak fırlatmıştı. Allahtan denk gelmediydi.”

“Çocuk deme şuna Allah aşkına. Eşek kadar adam. Ama suç anamda. İlaçlarını aksatma diyorum o kadar. Almıyor, diyor. Yahu çayına kat, suyuna kat. Bunları da mı ben öğreteyim? Yemeğine kat hiç olmadı. Boğazına düşkün zaten. Neyse, ben bir bakayım abi. Demirok’a falan gitmiştir yine, mendilini sallıyordur.”

Salondan içeri girdiğim gibi soluğu İbrahim Abi’nin yanında alıyorum. İbrahim Abi. Salonun gediklisi. Elektro bağlama çalar. Ama ne çalar. Ellerini takip edemezsin. Öyle hızlı. Orgdakiler yetişemiyor hızına.

“Selamünaleyküm İbrahim abi.”

“Ve aleykümselam Kadirim, hoş geldin. Var mı istek parçan, çalayım.”

“Yok abi, eyvallah. Seyfi’yi gördün mü? Geldi mi bugün?”

“Gelmez mi, bura onun oğlum. Düğün sahibinden önce geldi. Oturdu bizimle, beraber kurduk teçhizatı. Lore lore çaldım ona. Bir oynadı ki görmen lazım. Sanırsın yıllardır hiç oynamamış. Öyle bir oyun. Sanki içindekileri döküyor, sözle değil; oynayarak, mendilini sallayarak. Davulun üzerine çıktı. Bir çepik tuttu, bir gerdan kırdı ki sorma.”

“Ee, nerde şimdi?”

“Buradaydı biraz önce. Tuvalete gitmiştir. Gelir şimdi. Otur bi leblebi kola yap.”

“Yok abi, sağ ol. Kahveden geliyorum.”

Kalktım. Tuvalete gittim. Düğün salonlarının su dökülmeyen, kapanmayan kapılarına maşrapayla çare bulunan tuvaletlerini bekledim. Açılan her kapıda amcamı aradım. Yoktu. Tek bir yer kalmıştı. Mutfak. Nihayetinde midesine düşkündü. Hem yer hem garsonluk yapardı arada. Herkese ikramlıklar dağıtır, suları tazelerdi.

Mutfakta çalışan garsonlar az önce çıktığını, moralinin bozuk olduğunu söyledi. Mendili elinde dışarı çıkmış. Daha da gören olmamış.

Köşedeki tekel bayiye soruyorum. Yok. Dolmuş durağına gidiyorum. Eve gitmek ister de hiçbirine binemez. Öylece izler durur. Durağın önündeki sucu çocuğa soruyorum. Amcamı tarif ediyorum. “Yok,” diyor. “Gelmedi öyle biri. Su vereyim mi abi?”

Arıyorum, telefonu kapalı. Yine kırmıştır kesin. Sinirlenince kırar çünkü. Ninem hep derdi, “Ona aldığım telefonların parasını yan yana getirsem, kaç tane bilezik alırdım,” diye.

Ayrılıyorum oradan. Yayan gitmiş olabilir diye ben de yürüyorum. Yolda yakalarım belki. Babama derim diye tehdit ederim onu. Babam çok kızar ona. Korkar babamdan. Zaten eve geç gelince anam ilk bana haber verir. Ben de bulamazsam babam devreye girer.

Yeniköy Mezarlığının önünden geçerken hayırlı torun damarlarım kabarıyor. Rahmetlilere birer Fatiha okuyayım diyorum. Mezara doğru yürürken amcamı görüyorum. Anasıyla babasının arasına uzanmış. Kundurasının teki ayağında yok. Saçı başı karışmış. Terden iç içe girmiş. Koşarak gelmiş, belli. Nefesi hızlı. Geldiğimi fark etmiyor. Onu izliyorum bir süre. “Keşke önce ben ölseydim,” diyor yine. Burnumu çektiğim anda fark ediyor beni. “Gel yeğenim,” diyor. “Gel otur. Hacı Ana da bana masal anlatıyordu.”

Alıyorum amcamı. Yatırıyorum dizime. Saçını tarıyor, kravatını takıyorum. Mendilini de sokuyorum cebine. “Hacı Ana çok yoruldu. Biraz ben devam edeyim mi emmi?”

“Olur yeğenim,” diyor.

“Abulkê, Cebulkê

Ana çu zozana

Lı nav pelana

Deri weke

Çıço emke.”**

Amcam uyuyor, ben ağlıyorum.


Aziz Erdoğan


*deli

** Abulkê, Cebulkê

Anne gitti yaylaya

Yaprakların arasına

Kapıyı açın

Memeyi alın

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page