top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Berşan Koca- Hayat Kırıklığı

“Hira mağarasına çekilmiş peygamber gibiyim,”

dedi Çetin. Yaktı sigarasını. Yaslandığı arabada Ferhan uyuyordu. Kaldırmak için kıçıyla sallamaya başladı arabayı. Uyanmadı Ferhan. Anahtarını çıkardı bu sefer. Kapıyı kilitledi. Sesten irkilen Ferhan’a öfkeli bir Çetin bakışı attı. Kilitlediği yerden açıverdi kapıyı. Çıktı Ferhan. Hâlâ uykuluydu. Gövdesi ağırlaşmıştı ve Ferhan’ın hiç tüylü kanatları yoktu. Kalmamıştı. Yaklaştı Çetin’in yanına. Adımları iz bırakmıyordu asfaltta. “Gidiyor muyuz ağbi?” diye sordu.

“Kabzası çatlamış tüfek gibiyim,”

dedi Çetin. Caddenin karşısındaki pastaneden üç simit, iki meyve suyu aldılar. Televizyonda çizgi film izliyordu bir çocuk. Sarı ve siyahtı ekran. Kuyruklu hayvanlar zıplıyordu değirmende. Çocuğunsa eksikti sol kulağı. Kesilmiş bir börek yükleniverdi camekana. Çıktı polisler. Polislerin omuzlarında armalar yoktu. İnekler içmişti armaları. Polisler kesmişti inekleri. Deniz yemyeşil bir parkaydı, elektrik direğinin ucunda duruyordu. Çok değil yalnızca iki saat uyuduğunu duyunca rahatladı Ferhan. Espri yaptı ağbisine. “Başarmak, inanmanın yarısıdır Çetin ağbi. Hükümet, karımın boynunda üç örgülü bir iptir. Karşıdan karşıya geçerken rabbimi çalımladım Çetin ağbi, neden mi bir iptir? Karımın boynunda bir iptir hükümet Çetin ağbi! Teröristler Kızılay’a inmiş midir?”

“Bir orduya yürüyen şehir gibiyim,”

dedi Çetin. Kuyruğu yoktu hiç Ferhan’ın. Geçtiler arabaya. Dökmeden yemeleri gerekiyormuş. Son simidi iki parçaya böldü Ferhan. Bu güzel davranışı boş karşılamamak üzere kalan meyve suyundan ikram etti Çetin. Yola döktüler susamları. Poşeti de içindekilerle birlikte dışarıya attılar. Çetin bir sigara daha yaktı. Ardından arabayı çalıştırdı. Yavaşça ısınıyordu araba. Ankara’sı soğuktu. Bir elini cama yaslamış ağrılar çiziyordu. Sustu Ferhan. Ağlayınca küçük bir ayak basıyordu otun karnına. Islanmıştı kara kazağı. Ve aşağı daima irin güzeller çiziktiren Beytüşşebaplı Çetin’e, “Ağbi,” dedi. “Nasıl anlaşılabilir işin aslı?” Konuştu Çetin. Müsveddesine lale yapıştıran birtakım dini eksiklere şuh atıp, “Bana şirk koşma Ferhan,” dedi. Darıldı. Araç seyir halindeydi. Elbiseler seyrediliyordu. Vitrinlerde roman mevtaları vardı, duvarlarda yeni arabeskler. Kartlar yere saçılmıştı. Kurumuş kan damlalarıyla ikiye ayrılan bir yoldu. Teröristler erkenden kalkarlardı. Yol alırlardı. Bir kavanoza kül parçasıydı yaşamak. Bazı polisler hiç uyumazdı. Toplumdan affolunmak üzere demirlere yaslanan da kimin nesiydi? Böyle rüyalar mı olurdu hiç! Yaşıyordu ağaç. Kalkmış kurtuluştan otobüse biniyordu kızca. Arkadaşı Kızılay’dan binecekti. Yeni bir erkek faaliyete başlayacaktı bugün. Halka uğuldayan bir ajitasyon rabbim. Hangi teröristin ağzından dökülür sanki? Diş midir fırlayan bir çeneden, yoksa bazı polisler mi bazen güzel kokar gibi bir şiir…

“İsmail’e kalkan hançer gibiyim,”

dedi Çetin. Durağa gelmeden çektiler arabayı. İner inmez bir tane daha yaktı Çetin, bir dal da Ferhan’a uzattı. “Ben sigarayı bıraktım ağbi,” dedi Ferhan. Çetin dinlemedi. Ankara’sı muğlaktı. Duymuyordu dünyayı. Otobüsü beklediler sigaralar bitene kadar. “Canım sıkılıyor ağbi,” diye fısıldadı Ferhan. Çünkü ensesini kaşımıştı çantasında kuş yemi barındıran bir kekeme. Geldi otobüs. Zaten o televizyondaki de fabldı. Fabl hayvanlarla yapılırdı. Ya! Şaşırmasın Ankara’sı. “İnsanoğlu kendi hatalarından ders çıkarmayı başaramadığı için hayvanı bile bu amaca hizmet etsin diye kullanabilir,” demişti Çetin. Fısıldamamıştı. Ferhan’ın aniden kafası karıştı otobüse binerken. “Hayvan sömürüsü var değil mi Çetin ağbi?” diye sordu. Utandı Çetin. Kredi kartından iki kere ses çıkmayınca yolculardan birisi basıverdi Çetin’in yerine. En arkaya ilerlediler. Otobüs yavaş yavaş doluyordu. Aklında eski bir problemi vardı. Oturdu koltuğa. Hatırladı. “Örgütümüzün ismi Balta. İçinde bulunduğum dönemin çaresizliklerini taşıyor. Yazabildiğim birkaç hikâye ve romanla geçirdiğim gençlik, anneme kendimi kabul ettiremememden doğan gerçeklikle çarpıştıkça mahvoluyorum. Bir baltaya dönüşmek istiyorum günlerdir. Günler sonra da bu örgüt çıktı tabii. Bir baltaya sap olmam gerekiyor, anneme göre. Bana göreyse her an Dostoyevski olabilirmişim gibi. Katil olacak cesareti kendimde bulamadığımdan katil ettim karakterimi. Sanatına da taşrasına da ince küfürler savurup yatıyorum yatağa. 19 yaşındayım. ODTÜ’de okuyorum. Daha doğrusu okuyamadım. Okulu boşlamam ve çeşitli toplumcu hezeyanlarım sonucu okuldan atılmanın eşiğindeyim. Son olarak Balta’yı kurdum. Örgütümüzün ismi Balta’dır demiştim. Eğer beni hapse atmazsanız size örgütün diğer üyelerinin isimlerini verebilirim. Annem çok iyi mercimek çorbası yapar. Sevgilimin adı Buket. Örgüttendir o da. Güzel kızdır, tanısanız seversiniz. Neyse amirim! Başımdan geçen budur. Daha doğrusu başımdan geçenin korkumu yenen tarafı budur diyebilirim. Çok korkuyorum Bonaparte’dan.” Eğildi kulağına Ferhan. Sakalları sigara kokuyordu. Yüzü beyazdı. “Bu binenler terörist ağbi.”

“Torino’da bir at gibiyim,”

dedi Çetin. Rabbisine sığındı. Birkaç durak sonra otobüs tıklım tıklımken bir bildiriyi okuyacak ve hayat pahalılığından şikâyet edecek olan teröristlere göz gezdirdi. Yanında bir ihtiyar oturuyordu. Önünde de Ferhan vardı. Ferhan’ın hiç solungaçları yoktu. Kalmamıştı. “Ağlasun ağlayıp akmalı Ankara’ya,” diye eğildi Ferhan’a. Tenhadan müşrik bir Leheb’in iltihaplı sesi işitiliyordu. Gezgin bir kör ne demiş biliyor musun Ferhan? Bir ara topaldım demiş. Sonra Grejuva peydah olup mülklere tutuşunca bırakmışlar devletin peşini. Toplum ile cebelleş bir kelime olup ne biçim sızmış ama Roma’ya! Sanki son sözünü ilk başta söylemiş bir devrimci midir dernek toplantılarında tasfiye misali? İnanmıyorum rabbim; bunun birden çok nedeni olabilir. Eğer bir terörist rüya görmüyorsa yine de teröristtir. Kaldı ki her rüyanın da terörist olması gerekmez. Kabuslar bile terörist olabilir, anlıyor musun? Bütün müttalipler yeter de artar bile açıklamama bir teröristi.” “Fark ettiler ağbi,” diye karşılık Ferhan. İçlerinden en uzunu korku dolu bakışlarla onlara bakmaktaydı.

“Darphane’de Mustafa Kemal gibiyim,”

dedi Çetin. Takip ayyuka çıkmıştı. Bir yandan korkutmak da şarttı. Hiç faça vermediler. Gözleri üzerlerindeydi. Kız bağırarak okumaya başladı elindeki bildiriyi. Yoldaşı da telefonuna sarılmış sallanarak çekiyordu kızı. Kıskandı Ferhan. Başka nedenlerle de olabilir tabii. Çetin’in omzundan telefonunu sarkıtıp çekmeye başladı kızı. Kız, tiz sesiyle, “Yeter artık,” dedi. Yetmez. “Arkadaşlarımız, üniversiteliler kalacak yer bulamazken saraylar ve saltanatlara yeter,” Yetmez. “İşsiz bir mezun olarak kredi borçlarımızı nasıl ödeyeceğimizi kara kara düşünürken milyarderlerin borçlarının silinmesine yeter.” Yetmez. “Sus,” dedi Çetin. Alındı Ferhan. “Sefil bir hayata mahkûm edilirken ejder meyveli sefalara, kral sofralarına yeter.” “Yetsin mi ki ağbi?” “Sus,” dedi Çetin. “Gelin örgütlenelim, gelin bu bezirgân sofralarını da harami saltanatlarını da başlarına yıkalım.” “Nah yıkarsınız.” “Sus,” diye tekrarladı Çetin. “Neden susayım ağbi?”

“İki gün önce eve geldiler Ferhan.”

“Yine mi! Ah be ağbim. Gel de bir görün şu doktora artık.”

“Olmaz,” diye inledi.

“Neden be ağbicim?”

“Konuşmaz bir dil gibiyim,”

dedi Çetin. “Oturuyordum. Annem yazmasını alıp başına geçirdi. Zili duymamıştım. Bir saati geçkin süredir duvardaki saatin ilerleyişini dinliyordum. Ablam ağır ağır çıkıyordu merdivenleri. Annem içeriye seslenip ablamın valizini içeri taşımamı söyledikten sonra kalktım ayağa. Halıda çok eski çay lekeleri vardı. Valizi taşıyıp annemin odasına koydum. Akşama kadar da ablamın bir orospu olduğunu bilmiyormuş gibi yeniden ailemize katılmasının ne kadar doğru olduğunu konuştuk. Saat akşama gelince ise babamın ne zaman geleceğini sordu ablam. Daha önce hiç prova etmeyi aklımıza getirmemiş olmalıyız ki kısa bir süre bakıştık annemle. Ardından yavaşça ablama dönüp babamızın öldüğünü söyledim. Ablam ne yaptı biliyor musun Ferhan? Hiçbir zaman orospu olmamış gibi ağladı. Neye şaşırıyorum biliyor musun? Görenler ağlamaz Ferhan. Tarih ağlamak işgali altındaki körlerle doludur. İyice dinle! Çünkü orospular iyi görür Ferhan.” “Değil mi ağbi?” diyerek araya girdi Ferhan. Sigarasının külü bir türlü düşmüyordu yere. “Ne yapmalı şimdi,” diye sordu. Çetin sırtını esnetip döndü Ferhan’a. “Yeni bir görüntü daha aldık ağbi, ben diyorum ki biraz bastıralım ya da verelim savcının birine iddianame açsın.” “Olur,” dedi Çetin, “galiba haklısın.” Sevindi. Hâlâ hortumları yoktu Ferhan’ın. “Bir muhbir daha ayarlayabiliriz. Var mı senin ODTÜ’lüden haber?”

“Sağanak bir aslan gibiyim,”

dedi Çetin. Kükremiş bir sele kadar istiklal Marşı’nı ezberlemekte güçlük çeken devrimciye ithafen. Oysaki Çetin’e göre burnundan kan gelen bir devrimci bir başka sopayı daha yemeden ezberlemeliydi bu marşı. Çöktü Çetin. “Bismillahirrahmanirrahim. Şimdi Amirim. Bana dediler ki iki yol var. İkincisini siktir edelim. İlki gündüz günü güzden güzel bir kıza arkadaş yahut yoldaş demek zorundaymışım. Buradan bütün bu ifritlere hassiktir demek istiyorum. Çünkü arkadaşlık kötü bir renktir amirim. Mesela şey… Mesela bordoyu ben çok severim. Annemin de en sevdiği renk yeşil. Her neyse… Neyse amirim eskiden iki tane devrimci daha doğrusu iki terörist saklandıkları bir köyde ifşalanıyorlar. Sizinkiler yani bizimkiler daha doğrusu jandarmalar köye baskın düzenliyor. Devrimciler daha doğrusu teröristler bu baskını ve jandarmanın alan daraltmasını fark eder etmez köyün öte tarafındaki okula kaçıyorlar. Yanlarında olur da en güç durumda dahi çarpışmak için mühimmatlarını hazır ediyorlar. Devrimciler yani teröristler geri kafalıdır amirim. Uzlaşmayı bilmezler. Sizinkiler yani bizimkiler daha doğrusu jandarmalar uyarıdan sonra ateş etmeye başlayınca bu iki yoldaş teröristten biri korktuğundan olsa gerek, bir anda, ‘teslim oluyorum,’ diye bağırarak avluya çıkar. Diğeri arkadaşının da şerefinden kendisini sorumlu tutuyor olmalı ki onun çıkmasıyla birlikte el bombasını alıp aynı avluya fırlar. Jandarma bu kadar erken mi diye şaşırır bir an. O şaşkınlıktan istifade eden terörist bombanın pimini çeker çekmez arkadaşına sarılır. Kaçmasın diye sarılır yani. Üç beş saniye debelenir teslim olmak isteyen. Arkadaşının sımsıkı tuttuğu kollarını açabilmek için ölümle burun buruna çırpınır. Sonrası da malum zaten. ‘Bom!’ amirim, yankısı bol bir bom! Arkadaşlık kötü bir renktir amirim. Soruyorum, sizce ölmek neye benzer?”

“Felekten bir gece gibiyim,”

dedi Çetin. Eski sorgulardan birisi daha geçmişti zihninden. Öyküdeki trajedinin payını tartıyordu. Kime biçecekti acı yazgıyı? Teslim olma hakkı olmayan bir devrimciye mi yoksa arkadaşı teslim olduktan sonra işkencede can vermesin diye onu patlatan bir teröriste mi? “Belki,” dedi Ferhan, “arkadaşını sarılarak patlatan terörist için bu bir yardımseverliktir.” Anladı Çetin. Ve ekledi, “Sence ölmek neye benzer Ferhan? “Edip Cansever’e,” dedi. “Edip Cansever neye benzer?” Tırnak gibi kanayan bir mendil… Söndürdü sigarasını. Gökyüzünde tabancalı bir bulut, yeryüzüne ateş ediyordu.

“Tufan’da bir oğul gibiyim,”

dedi Çetin. Birkaç saat dinlenmek için evine gitmişti. Ferhan da teröristlerin davası için mahkemedeydi. Şöyle bir görünmekti niyeti. Olmadı. Çetin çağırınca apar topar ayrıldı adliyeden ve eve gitti. Kapıyı açtığında ağlarken gördü Çetin’i. “Ne oldu ağbi,” diye sordu. Yine geldiklerini duydu. Ürküyordu ağbisinin ruh halinden. Bir şey soracaktı ama çekindi. “Hüsrana uğradım Ferhan,” dedi Çetin. Gözyaşlarının arasından süzülüverdi hüsran kelimesi. “Rabbim bana söz vermişti geçen hafta ama tutmadı Ferhan, tutmadı. Yanında ünlü bir düşünürle geldi bugün ve dedi ki ‘Çetincim ömrün uzadı.’ Nasıl uzar Ferhan bir ömür?” Hıçkırarak ağlamaya başladı. Ne dediği anlaşılmıyordu. Durdular bir süre. Sonra çıktı Ferhan. Yazıktı. Akşama kadar Çetin’in evinin önünde bekledi. Muhtemelen bir hain olabilirdi ağbisi. Normal değildi bu kadarı da. Evet ama yazıktı. Ağbisi acayipti. Biraz daha bekledi. Kimse çıkmadı binadan. Çetin’i aramak için telefonu çıkarınca basamaklardan indiğini fark etti. Takım elbisesini giymiş ağır çekimlerle akıyordu asfalta. Ara sokaklara girip kaybettirdi kendisini Ferhan. Derken birden bir silah sesi işitti. Döndü. İçinde kötü bir his vardı. Köşeyi dönünce Çetin’i karşısında buldu. “Korkma Ferhan,” dedi, “seni çağırdım.” Kendisini affettirmek için birkaç şey uydurup amacının takip etmek olmadığını ve sadece meraklandığını söyledi. Geçtiler arabaya. “Nereye?” diye sordu.

“Bitmemiş bir ömür gibiyim,”

dedi Çetin. Büroda birkaç polisle birlikte arabalara ve adreslere dağıldılar. Operasyonda ele geçirilen birkaç bandrolsüz yığın dışında kayda değer olan tek şey Müslüm Gürses plağıydı. Hangi teröriste aitse biraz utanç verici oldu onun için. Plağa göz gezdiren Çetin’in kulağına eğilip “Özür dilerim,” dedi terörist. Ve dolabın arkasındaki baltayı getirip Çetin’e uzattı. Gülümsedi Ferhan. O gülümseyişin ardından bir ay geçmişti ki balta adlı örgütün Ankara’daki bütün gençlik yapılanması çökertilmişti. Hüzünlü bir şeyler konuşuldu haber geçerken radyoda. Çetin polisiye filmin etkisinden sıyrılıp sigarasını içiyordu. Ferhan, eşine, onu aldattığı için kendisini hiçbir zaman affetmeyeceğini yazıyordu. Nilüfer çalıyordu. Çöpe yaklaşan sarı bir kedi vardı dünyada, bir de Ankara… Durgunlaştılar. “Ne hissediyorsun ağbi,” diye sordu Ferhan. “Sahi ağbi ne hissediyorsun şu an?”

“Hayat kırıklığı,” deyiverdi.


Berşan Koca

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page