top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Büşra Yabanigül- Tanıdık Bir Film

Sabahın bu ilk saatlerini çok seviyorum. Ece gelene kadar tantanasız, telaşsız oturabilmenin sefasını sürüyorum. Yine menekşelerimin yerini değiştirmiş. Kaç kere söyledim, mutfağın penceresinden gelen ışık iyi geliyor onlara diye. Kafalarını daha çok kaldırıp konuşuyorlar benimle. Her yeri mor menekşelerle doldurasım var. Ama ben gittikten sonra kimse bakmaz onlara. Ece de uğramaz buralara. Uğrar mı? Bebekliği başka bir evde geçse de çocukluğu benimle burada geçti. Mithat Bey’e ne kadar bağlıydı. Bir insan öz kızını nasıl sevebilirse o da öyle sevdi Ece’yi. Ne çok ağladı o gittiğinde. Günlerce uğramadı eve. Sabah sabah nerden aklıma geldi tüm bunlar? Geceleri düşündüğüm yetmezmiş gibi gündüzleri de düşünür oldum böyle şeyleri. Uykularım da hepten azaldı zaten. Tavşan uykusu misali... Hiç uyumamış gibi, derinliksiz, hafif.

Hadi Günnur Hanım, zihnindeki tozları silkele bakalım. Geçen gün Ece’ye aldırdığım kırmızı ojelerimi sürsem. Pek de yakışır ellerime. Gençken de herkes ellerime hayran kalırdı. Az biraz derileri kırıştı, damarları belirginleşti ama olsun. Benim yaşımda olup da böyle elleri olan kim var? Valla çok da güzel oldu. Bunun bir ton koyusundan da aldırayım. Değişiklik yaparım arada.

Ece gelmeden balkonda güneşte kurutayım şunları. Hem de sabah güneşimi alırım. Terliğimin de yerini değiştirmiş deli kız. Hamdi Bey de yine erkenci bu sabah. Yürüyüşe çıkmış. Ceketini de koluna almış. Şuracıktan sesleniversem, el sallasam konu komşu yanlış anlar mı acaba? Yok. Ayıp olur. Hem ne o öyle. Kaç yaşında kadınım ben. Yakışık almaz. Bir süredir uzaktan sessizce gülüşüyoruz. Bu yaşta bu kadarı kâfi. Gençliğinde nasıldı acaba Hamdi Bey? Şu yaşına gelmiş adamın hâlâ omuzları geniş ve dimdik. Saçları hâlâ gür. Yüzüm mü kızardı sanki? Ellerimle yakamı kapatır gibi yapayım. Açıkmış da örtüyormuş gibi. Aman! Kendine gel Günnur. Karısı ne zaman vefat etti acaba? Belki de boşanmıştır. Evinde ona ait eşyaları, fotoğrafları duruyor mudur? Onu da sık sık uyku tutmadığı oluyor mudur? Ceketini nasıl da kibar tutuyor. Diğer elindeki de menekşe mi? Balkonuna mı koyacak acaba? Çiçekleri seviyor demek. Ve mor menekşeleri. Şuradan eğiliversem, “Mor menekşeler, benim en sevdiğim,” desem. O da, “Sizin için aldım efendim,” dese.

“Hayırlı sabahlar efendim.”

“Hayırlı sabahlar Hamdi Beyciğim.”

Günnur Hanım aferin sana. Adama beyciğim demek de nedir? O, efendim diyor sen beyciğim diyorsun. Geç, geç, gir içeri hadi. Hafifliğin ne lüzumu vardı acaba? Yine tutamadım kendimi iyi mi! Adama hayırlı sabahlar deyip içeri girdim pat diye. Olacak iş mi şimdi? Ayıp ettim iyice. Çocuk gibisin Günnur! Adam da şaşırmıştır benim içeri kaçtığımı görünce. Aman neyse ne! Hamdi Bey şu sokağı geçip de kaybolana kadar bana rahat yok. Hava da nasıl güzel bugün. Pırıl pırıl. Akasya kokusu her yeri sarmış.

“Günnur anne ben geldim.”

Geldi benim deli kız. Şu sokağa hangi ara geliyor da yukarı çıkıyor hayret ediyorum.

“Hoş geldin. Kahvaltıyı balkona hazırlayıver. Ben biraz odamda uzanacağım.”

Şu kızın telaşesini görmemek için kendimi eve sığdırmaz ediyorum.

“Ayy! Günnur anne söylemeyi unuttum. Hamdi Bey’le çocukları sizinle tanışmak istiyorlar.”

“Bu da nereden çıktı şimdi? Ne kıs kıs gülüyorsun sen?”

“Yok neden kıs kıs güleyim. Güzel olmaz mı? Nasıl pırıl pırıl çocukları var. Zafer ve Zerrin.”

“Tanımayız etmeyiz birbirmizi.”

“Tanışırsınız bu sayede. Çok düzgün insanlar. Öyle gidip gelebildiğim, oturup dinleyebildiğim bir tanıdığım olsun isterdim doğrusu.”

“Lüzumsuzun dediğine bak.”

“Çok güzel şiirler yazıyormuş Hamdi Bey. Sen nereden biliyorsun diye soracaksınız. Siz sormadan ben söyleyeyim. Çocuklarından duydum.”

“Bak sen!”

“Ben de sizin şiir okumayı sevdiğinizi söyledim. Kocaman bir kütüphanenizin olduğunu anlattım. Hafızanıza hayran olduğumu söyledim.”

“Beni el âleme neden anlatırsın Ece? Şuracıkta kendi halimde yaşayıp gidiyorum. Kimseyle de tanışmak, görüşmek istemiyorum bu yaştan sonra.”

“Öyle demeyin Günnur anneciğim. Herkesin dengi birileriyle konuşmaya ihtiyacı vardır.”

“Burnuma kokular geliyor ama hadi hayırlısı Ece. Bu yaştan sonra hiç istemediğim şeylerin içinde bulmak istemiyorum kendimi, bilesin. Hemen de eteklerini uçuş uçuş yaparak git.”

“İlahi Günnur anne. Benim eteklerim uçuş uçuş olmasın da kimin olsun. Güzel bir çay koyayım ben. Siz biraz düşünün.”

İçim hoplamadı değil yalan yok. Az evvel elinde gördüğüm o menekşeler? Bak şimdi. Bu yaştan sonra ister misin şimdi Günnur Hanım? Hevesli görünmemem lazım. Sonra kurtlar kocayınca misali. Bazı zamanlar içime bir şeyler oturuyor. En çok da balkondan dışarıyı seyrederken. “Asıl üzüntü veren, yaşlanmak değil uslanmak.” diyor derinlerde bir ses. Hiç susmayan, kafamın içine ezelden yerleşmiş, benim ebedi arkadaşım. Bazen dost mu yoksa düşman mı diye şüpheye düşsem de sustuğunda ben dürtüyorum. “Niye sustun, konuşsana,” diyorum. Ben de onun kafasının içinde konuşuyorum.

Sıcak bastı yine. Ece’ye ses etmeden kendim değişiveririm şimdi üzerimi. Öteki yaşlılar gibi elden ayaktan da düşmedim şükür. O kadar kolay mı canım. Gençliğimde kendime yaptığım yatırımın karşılığını elbet yaşıtlarımdan daha diri olarak alacağım. Ellerim zor kavuşuyor sutyenimin arkasına. O canımı sıkmıyor değil. Kırışmış, çil çil olmuş derilerimin içinden görünen mor yeşil renkli damarlarıma bakınca küsmek istiyorum herkese. “Göçüp gitmeye yakın seni terk ettiler Günnur Hanım,” diyorum. Mithat Bey desen toprağı çok severdi. Erkenden kavuştu toprağına. Ece desen içi içine sığmıyor. Öyle kıpır kıpır. Duramıyor hiçbir yerde. Ayak bağı oluyorum ona. Git, gelme de diyemiyorum. Ne yaparım o da giderse? Ama vefalı kız Ece. Ne öz evlatlar var, telefon dahi açmayan. Biraz her şeyime karışmaya meyilli. Ama benden yüz bulamıyor neyse ki. Hamdi Bey meselesi de bunca zamandan sonra nereden çıktıysa. Fena da olmaz aslında. Böyle kendi kendime konuşmaktan kurtulurum. Rujumu sürer, ojelerimi sürer ben de ona anlatırım bir şeyler. Kirpiklerim eskisi kadar uzun değil ama sürme çekerim ben de. Şiir de yazıyormuş beyefendi. Ben de ona yazdıklarımı okurum.

“Günnur anne, kahvaltı balkonda hazır.”

“Şu küpeleri takmama yardım ediver Ece. Kaç zamandır çekmecede bekliyor. Öteki tarafa giderayak kullanayım şunları da içimde kalıverir sonra.”

“Hah şöyle Günnur anneciğim. Nasıl yakıştı kulağınıza. Ne kadar küçük kulaklarınız var.”

“Küçükler değil mi?”

“Öteki taraftan bahsetmeyin çok rica ederim. Yaşıtlarınıza göre taş çıkarırsınız siz. Ellerinizi hiç söylemiyorum bile. Genç kız elleri gibi. Kırmızı ojeler bir ele bu kadar mı yakışır.”

“Ece, Hamdi Bey’ler gelirse ne giyerim? Hiç öyle el âlemin yanına giyebileceğim bir şeyim de yok. Durduk yere iş çıkardın, ilgileniver bari benimle.”

“Siz hiç merak etmeyin. Ben de kendime birkaç elbise getirdim. Siz de bana fikir verirsiniz değil mi? Çok heyecanlıyım. Zafer’i görseniz. Benden daha heyecanlı.”

“Zafer mi heyecanlı Hamdi Bey mi? Oğluna ne oluyor da heyecanlanıyor. Sen de öyle.”

“Bana su getir Ece. Benim kafam gitti yine. Ben de sandım ki…”

“Böyle aniden tanışma faslına geçmek hoşunuza gitmedi biliyorum. Ama biz de birbirimizi tanıyana kadar. Peki, siz ne sandınız?”

“Ne sanacağım ayol! Bugün senin hızın beni çok yordu. Yatacağım ben. Hava da çok sıcak, bunaldım iyice.”

“Tanışacaksınız değil mi Hamdi Beylerle?”

“Bakarız. Konuşuruz sonra. Hiç sevmem yeni insanlarla tanışmayı, ahbap olmayı, bilirsin.”

“Bilmez miyim Günnur anneciğim. Mithat babamdan sonra…”

“Duyamıyorum seni Ece. Arkamdan mırıldanma. Görüyor musun Mithat Bey? Kızmıyorsun bana değil mi? Sen gideli yıllar oldu. Ellerim küçücük kaldı. Saçlarım bir avuç. Boyalar da alerji yapıyor artık. Nerde öyle kızıllar, çikolata renkleri. Yaşlandım tabii. Ama seni hep sevdim. Hamdi Bey de bir filmin karesinde gibi. Heyecan olsun diye o filme kendimi iliştiriyorum arada. İzliyorum öyle kendimi. Sonra başka bir filmi açıyorum. Orada sen varsın. Bildiğim, tanıdık bir film. Tadı hiç geçmeyecek, kaldığım yerden izlemek istediğim, bazı yerleri başa sarıp tekrar izlediğim bir film.

Mevsim bahar. Her sabah aynı saatte geçen simitçinin kokuları sarıyor tüm sokağı. Bir yandan akasya kokuyor buram buram. Menekşelerime su veriyorum. Sonra sen uyanıyorsun. İnip simit alıyorsun bize. Akşama kadar laflıyoruz ordan burdan. Birbirimize şiirler okuyoruz. Kitaplarda en sevdiğimiz yerleri çizmişiz. Yüksek sesle yeniden okuyoruz. Ben sana Tomris Uyar’dan okuyorum yine. “Seni seviyorum, hadi hoşça kal, bir gün o kıyı kahvesinde yanına çöküp dostça iki kadeh içebilme isteğim baskın geliyor” Başımı kaldırıp sana bakıyorum.Sen ellerinle koltuğun yanlarına hafifçe vurarak başını sallıyorsun.”


Büşra Yabanigül

4 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page