top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Cem Sarp- Sokak Röportajından Notlar-"Göktaşı"

Güzel kentimizin önde gelen kişiliklerinden, saygıdeğer iş insanı merhum Nurettin Bey ve onun vefatından önce başından geçen elzem olayların -kendi deyimiyle iki aylık akıl tutulmasının- en yakın şahitlerinden, her biri birbirinden kıymetli atılımlarında ona yıllarca benzersiz bir sadakatle hizmet etmiş Nizam Efendi ile yapılan röportaj videosundan bazı bölümler, editörümüz tarafından ince bir hassasiyetle seçilip, yazılı bir metne dönüştürülerek siz değerli okuyucularımıza sunulmuştur.

(00.04.35) ... Aslında ben Nurettin Bey’i çok sonradan anladım. Bu konuyu bana ilk açtığında da dinledim, dinlemedim dersem yalan söylemiş olurum. Fakat ne kadar dinlemiş olursam olayım, hep böyle bir kurnazlık mıdır, ne bileyim böyle bir oyunbazlık mıdır acaba diye de düşünmeden edemedim tabii. Ha, bütün bunları düşünmemin sebebi de Nurettin Bey’in yine kendisidir. Onu da söyleyeyim. Şimdi, yiğidi öldür hakkını yeme derler. Nurettin Bey bütün o sert mizacının yanında, mizah telleri de arada sırada titreyen bir adamdır. Zaten o telleri olmasa bu konuyu daha bana ilk açtığında gereken tavrı ortaya koyardım. Bu tavrı ortaya koymamam -bakın burasını üstüne basa basa söylüyorum- bu tavrı ortaya koymamam bu meselenin bana göre en çok yanlış anlaşılmış kısmıdır. Bu gerçekten böyledir. Bu konuda özellikle beni söz sahibi yapıp yaşanan bu küçültücü olayla ilgili birkaç açıklama getirmeme izin verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Herkes zannediyor ki ben bu olaya en başından inandım, kabullendim. Bütün yaptıklarımı da bu inancın ve kabullenişin etkisi altında yaptım. Hayır! Bu gerekirse bütün hayatım boyunca reddedeceğim bir uydurmadır. Anlamadan, dinlemeden üzerime atılmış bir çamurdur. Bir itibarsızlaştırma çabası, hatta bir karalama kampanyasıdır. Bakın çok net söylüyorum. Size ve sizin aracılığınızla da bütün bu karalama kampanyasının bir parçası olmuş, kıyısından köşesinden bu meseleye bulaşmış herkese söylüyorum. Ben, Nurettin Bey’e sadece duyduğum minnetten ötürü yardım ettim. Bir an olsun! Bakın, bir an olsun, onun bana anlattığı bütün bu saçmalıkların bir tanesine bile inanmadım. Bunu insanlara anlatabilmek adına gereken neyse yapacağımdan, hakikatin de olduğu gibi anlaşılmasının en gayretli mücadelesini vereceğimden kimsenin zerre kuşkusu olmasın. (00.06.28)

(00.13.52) … Aslında Nurettin Bey’in bu hale geleceğini ben çok önceden anlamıştım. Hani insanın bazı şeyleri sezinleyip de müdahil olamadığı durumlar vardır ya; dokunmak istemez böyle, ne bileyim, kendi kendine bir yolunu bulacağına dair keskin bir inanca saplanıp kalır. İşte ben, Nurettin Bey’in yanında uzun zaman böyle bir haleti ruhiye ile bulundum. Umutsuz değildim tabii o zamanlar. Hatta bu göktaşı meselesine kadar, her şeyin eskiye döneceğine dair de hep bir umut beslemiştim yalan yok. (00.14.16)

(00.17.28) ... Nurettin Bey her şeyden önce iyi bir iş adamıydı. Ben de dahil olmak üzere tüm çalışanlar olarak kendisine sonsuz bir saygı beslerdik. Fakat o, biz çalışanları tarafından elde ettiği bu saygıya sadece işverenimiz olduğu için değil, sahip olduğu üstün nitelikler sayesinde ulaşmıştır. Bu her insanın kolay kolay hak edeceği bir mertebe değildir. Her şeyi geçtim. Ben, on sekiz yıl bir fiil yöneticilik yapmış birisi olarak şunu kolaylıkla söyleyebilirim ki yönetilen topluluklar her zaman saygı duyulacak bir yönetici arzular. Fakat bu istekleri bazen yerine gelmez. İşte Nurettin Bey, bu arzuyu her yönüyle karşılayan bir liderdi. Bu sebepten bizim için çok önemliydi. (00.18.12)

(00.23.15) ... Evet, bu habere ilk sosyal medya üzerinden ulaşmış. Zaten Nurettin Bey son yıllarda zamanının çoğunu sosyal medya da geçirmeye başlamıştı. Zaman zaman ilgi duyduğu içerikler değişiklik gösterirdi fakat son zamanlarda dünya dışı meselelere kafayı takmıştı. Yani uzaya demek istiyorum. Mesela kara delikler üzerine ne kadar içerik varsa hepsini bizzat beraber izlemişizdir. Evet, sık sık bana da izlettirirdi. İzlettirmekle de kalmaz, sonrasında da bunlar üzerine sohbet etmek isterdi. O zamanlar ne hissettim? Şöyle ki yıllarca deri imalatı yapmış başarılı bir iş adamının bir anda böylesine bir iştahla uzaya ilgi duyması karşısında derin bir üzüntü duyduğumu söyleyebilirim. (00.24.05)

(00.26.07) ... Bu konuyu bana ilk İzmir Ticaret Odasında yapılan bir toplantıda verilen on beş dakikalık bir arada açtı. Bilirsiniz, Nurettin Bey yıllarca ticaret odamızın onur üyelerinden olmuştur. Bu sebepten sık sık bu tip toplantılara katılım gösterirdi. O gün toplantıda verilen arada, ticaret odasının önünde sigara içiyordum ki aceleyle yanıma geldi. Sıkıntılıydı. Eli yüzü kıpkırmızı olmuştu. Ben önce toplantıda bir şeyin canını sıktığını düşündüm. Ama o elini havaya kaldırıp şehrimizi şöyle bir taradıktan sonra, bütün bu güzelliklerin üç hafta sonra yok olacağını söyledi. Bunu söylerken sıkıntılıydı fakat böylesine bir felaketi aktarmasında da garip bir soğukkanlılık vardı. Ben bu söyledikleriyle neyi ima ettiğini düşünürken kafasını gökyüzüne kaldırdı, “İşte, bu felaketin sebebi oradan gelecek,” dedi. Bu andan sonra her şey çok hızlı ilerledi. Deliliğin etkisi gittikçe arttı. (00.27.15)

(00.31.13) ... Daha önce de dediğim gibi ben Nurettin Bey’e bir an olsun inanmadım ama onu bu zor zamanlarında da hiç yalnız bırakmadım. Hatta, düşeceğine inandığı bu Allah’ın belası göktaşını durdurmak için Genelkurmay Başkanlığı ile irtibata geçmeye karar verdiği gün bile yanındaydım. Tüm girişimleri de Nurettin Bey’in aktardığı şekilde bizzat kendim yaptım. Fakat şansım yaver gitti ki ulaşmayı başardığım kimse bizi ciddiye almadı. Hatta birçoğu alay etti. Tabii bu durum Nurettin Bey’i çok sinirlendirdi. (00.31.45)

(00.32.27) ... Hayır! Nurettin Bey ölürdü ama yine de bir başka ülkeden yardım talep etmeyi asla gururuna yediremezdi. Böyle bir şeyi aklının ucundan bile geçirmedi. O ülkesine aşık bir adamdı. Hatta hiç unutmam, o sıralar sık sık göktaşı durdurma filmleri izlerdik. Nurettin Bey, bu filmlerin bizim de kendi göktaşımızı durdurma yolundaki fikirlere esin kaynağı olabileceğini düşünüyordu. Şu an ismini hatırlamadığım filmin bir tanesinde Amerika, birkaç kahramanı sayesinde bir füzeyle kendi gök taşlarını durdurmayı son anda başarmıştı. Filmin jeneriği akarken Nurettin Bey’in gözlerinden birkaç damla yaş döküldüğünü gördüm. Sonra bana döndü. Islak gözlerle bir süre baktıktan sonra, “Ya Nizam, kendi göktaşımıza karşı yapacak hiçbir şeyimiz yok,” dedi. Fakat gözlerinin içinde sanki bir alev topu parlıyordu. (00.33.29)

(00.34.57) ... Evet, Nurettin Bey’in tüm servetini ortaya koyarak kendi göktaşımızı durdurmak amaçlı füze satın almak için Ruslarla iletişim kurduğu doğrudur. Fakat sosyal medyada abartıldığı gibi öyle Rus Devleti ile iletişime falan geçilmemiştir. Bu, bana ve Nurettin Bey’e yapılan o lanet karalama kampanyasının bir parçasıdır. İşin aslı şudur. Herkesin bildiği gibi Nurettin Bey, tüm dünyaya deri ihraç eder. Rusya da bu ülkelerden bir tanesidir. Bu sebepten oldukça sağlam bağlantıları vardır. Bunlardan biri olan sayın Sergey İvanoviç Rudenko ile bu konu özelinde bir görüşme yapılmıştır. Yalnız, Sergey İvanoviç, Nurettin Bey’in satın almayı düşündüğü füze ile bir göktaşını parçalamak istediğini öğrendiğinde doğal olarak işler değişmiştir. Bu olay, Nurettin Bey’in deliliğinin ülke sınırlarının dışına çıkmasına sebep olmuştur. (00.35.43)

(00.41.12) ... İzmir’i terk etmeyi hiç düşünmedi. “Benim tüm hayatım bu şehir Nizam, nasıl giderim?” diyordu. Gerçekten de öyleydi. Tüm yaşamı bu şehirde geçmişti. Burada işini kurmuş, burada evlenmiş, çocukları burada doğmuş, elde ettiği ne varsa bu şehir vermişti. Nasıl giderdi? (00.41.33)

(00.42.02) ... Ailesi? Evet, Nurettin Bey’in ailesi bu deliliği yüzünden maalesef son zamanlarda onunla iletişimi tamamen kesmişlerdi. Çünkü Nurettin Bey son zamanlarında artık göktaşından başka bir şey düşünemez olmuştu. Zaten o sıralar genelde Urla’daki yazlığında kalıyordu. İşe gelmiyordu. Yemeyi içmeyi bırakmıştı. Hatta artık yıkanmıyor, üstüne başına bakmıyordu. Anlayacağınız son zamanlarında rezil bir haldeydi. Her dakika, her saniye göktaşını düşünüyordu. (00.42.31)

(00.45.23) … Göktaşının düşeceği günün sabahında Nurettin Bey beni aradı. Acilen Urla’daki yazlığına gelmemi söyledi. Hemen çıkıp yanına gittim. Yazlığa vardığımda Nurettin Bey’i güzel bir kahvaltı masasında keyifle kahvaltı yaparken buldum. Beni görünce, “Oo Nizam hoş geldin. Bugün büyük gün... Göktaşımız sonunda teşrif ediyor. Meraklanma ama ben onunla nasıl baş edeceğimi buldum,” dedi. Meraklandım. Göktaşıyla nasıl mücadele edebilirdi ki? Masasından kalkıp onu takip etmemi söyledi. Yazlığın bahçesine geldik. Bahçenin tam ortasında, üç beş kuru dalı ucundan birbirine bağlayarak çadırımsı bir biçim verilmiş, derme çatma bir şey duruyordu. “İşte, bizi göktaşımızdan koruyacak şey bu,” dedi. Nurettin Bey’in deliliğine alışmış biri olarak sevinmiş gibi göründüm. Bu buluşun mükemmel bir fikir olduğunu söyledim. Nurettin Bey’de sevindi. Sarıldık. Kahvaltı masasına döndük. Bu çadırlardan yüzlerce yapıp Alsancak Kordon’a götürmemiz gerektiğini söyledi. Diğer insanlarında bu çadırlara ihtiyaç duyacağını düşünüyordu. Bu söylediğine de hiç karşı çıkmadım. Hemen işe koyulduk. O gün, sizin de çok iyi bildiğiniz gibi Alsancak Kordon’a tam yüz on yedi tane, kuru dallardan yapılmış bu çadırlardan taşıdık. (00.47.12)

(00.51.24) ... O gece mi? O gece, hayatım boyunca unutamayacağım bir geceydi. Çünkü o gün Alsancak Kordon’da bulunan bütün insanlar Nurettin Bey’in oyununa katılmıştı. Kimse bu durumu yadırgamadı. Herkes Nurettin Bey’in söylediklerini eksiksiz yerine getirdi. O gün, Nurettin Bey’in en mutlu günüydü. Tıpkı bir çocuk gibi hareket ediyordu. Ben de ona elimden geldiğimce yardım ediyordum. Herkesi çadırların içine yerleştirdikten sonra kendisi de çadırına oturdu. Bütün kordon Nurettin Bey’in çadırlarıyla dolmuştu. Hatta bazıları sosyal medyadan görüp kendi çadırlarını yapıp getirmişti. Bazıları çadırlarına süsler asmış, bazıları da üstünde mumlar yakmıştı. Nurettin Bey, kendi çadırında da bir tane mumun yanmasının doğru olacağını söyledi. Hemen ona bir mum bulup çadırının üstüne koydum. Ve sonunda büyük bekleyiş başladı. (00.52.02)

(00.54.23) ... Göktaşını ilk kez, kalabalığın içinden birinin “İşte geliyor,” diye bağırmasıyla fark ettik. Hemen herkes gökyüzüne bakmış olmalı ki bir sessizlik olduğunu hatırlıyorum. Gerçekten de daha önce orada olmayan bir parıltı görünüyordu ve hareket ettiği belli oluyordu. Nurettin Bey, ışıl ışıl gözlerini bana çevirdi ve gülümseyerek “Geliyor Nizam, sonunda geliyor. Bu iki aylık akıl tutulması sonun bitiyor,” dedi. “Evet geliyor Nurettin Bey,” dedim ve tekrar gökyüzüne baktığımda göktaşı sanki bizi duyup da karar değiştirmiş gibi yönünü değiştirdi ve bu sefer gökyüzüne paralel olarak kaymaya başladı. Bu haliyle tıpkı bir kuyruklu yıldızı andırıyordu fakat çok daha heybetliydi. Öyle ki Kordon’daki insanlar göktaşının heybetinin karşısında çadırlarını terk ettiler ve kendilerinden geçmişçesine bağırmaya, zıplamaya, birbirlerine sarılmaya hatta dans etmeye başladılar. Bir ara o kadar yakınımızdan geçiyordu ki ben bile çadırımdan çıkıp onun heybeti karşısında yerimde duramaz olmuştum. Tüm vücudum tir tir titriyordu. İçimde anlatılmaz bir sevinç vardı. Bu sevincimi Nurettin Bey’le paylaşmak için ona döndüm fakat, Nurettin Bey, çadırının içinde iki büklüm olmuş hüngür hüngür ağlıyordu. “Nurettin Bey, çarpmadı!” diye yanına yaklaştım fakat beni duymadı. Hıçkırıklar arasında, “Bunun böyle olacağını biliyordum. Bunun böyle olacağını biliyordum,” diye aynı cümleyi tekrarlıyordu. Bir süre sonra göktaşı gözden tamamen kayboldu. (00.56.34)

(01.02.21) ... O geceden sonra zaten üç gün çıkmadı o çadırdan. Kimse Nurettin Bey’i ikna edemedi. Ben o üç günde de hep orada, Nurettin Bey’in yanındaydım. Hiç konuşmadık. Hiçbir şey yemedi, içmedi. Öylece gökyüzüne baktı. Üçüncü gün kendinden geçince ancak hastaneye kaldırılabildi. Doktorlar hastaneye ulaşmadan vefat ettiği söyledi. Allah rahmet eylesin. (01.02.51)

(01.04.37) ... Nurettin Bey’in o gece gerçekleşmesini istediği şeyi sonradan düşündüğümde tam anlamıyla dehşete düştüm diyebilirim. Çünkü Nurettin Bey’in esas arzusu göktaşını yok etmek değil ona kavuşmaktı. Onu delirten şey ise ona kavuşamama korkusuydu. Urla’da geçirdiği son bir ayında hep bunun hayalini kurmuştu. Nurettin Bey’in göktaşına hissettiği şey kim ne derse desin büyük bir aşktı. Hem de öylesine büyük bir aşktı ki bütün hayatını geçirdiği şehrin, tüm sevdikleriyle birlikte yok olmasını bile göze almıştı. Böylesine büyük bir bencillik aklıma geldikçe hâlâ tüylerim ürperir. O gece göktaşı üzerimizden geçip uzayın derinliklerinde kaybolduğunda Nurettin Bey’in nasıl büyük bir imkansızlığın içine düşüp nasıl büyük bir acı çektiğini bugün hâlâ düşünürüm. (01.05.03)


Cem Sarp

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page