top of page

Öykü- Demet İnan- Dünya İçinde Başka Bir Dünya

  • Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyat
    İshakEdebiyat
  • 2 gün önce
  • 3 dakikada okunur

Sabahın körü. Bu saatte uyuyanlar rüya görüyorlarsa rüyalarını hatırlama ihtimalleri çok yüksek. Ülkü için durum biraz farklı. O buz gibi bir gerçekliğin içinde ve bu gerçekliği hiç unutmayacağını biliyor. Soğuk ve yağmurlu bir sabah. Evden bir haftalığına ayrılacak, bu zorunlu bir ayrılık. Babası çocuklar ile evde kalacak, izlemediği halde televizyonu açmış. Oğlu sakince odasında uyuyor, annesi bir hafta evde olmayacağı için sevinmişti dün. “İstediğim kadar tablet oynayabilirim bu hafta, oley.” Okula gitmesine daha vakit var, uykusunu alsın. O uyurken yanağına bir öpücük konduruyor. Çıkma saati yaklaşıyor, akşamdan masada kalan kitapları kitaplığa yerleştirmek için eline alıyor. Kitapların içinden notlar dökülüyor. Hepsini toplayıp kitaplığa yerleştiriyor, hangi rafa, hangi kitapların yanına koyduğuna dikkat ediyor. Babasıyla vedalaşmak için yanına gidiyor. Koca adam, gözleri dolu ama ağlasa mı ağlamasa mı bilemiyor, “Hadi güle güle, geçmiş olsun şimdiden,” diyor titrek sesle. Tüm bu sürede kendini tutmuştu Ülkü ama babasının titrek sesi gözlerini dolduruyor. Neyse ki telefon çalıyor arayan Işıl, “Geldim ben, bekliyorum,” diyor. Evden eşi ve annesiyle çıkıyorlar. Apartmandan çıkınca şemsiyesini açıyor, dolan gözlerini ve içindeki hüznü bastırmak için Işıl’a, “Şemsiyeme bak Vatikan’dan aldım çok güzel değil mi?” diye soruyor. Işıl, durumu anlayarak cevaplıyor, “Ayyy harikaymış, bayıldım.” Ardından ekliyor, “Ağlamıyoruz ağlamıyoruz, hepsi geçecek.” Arabaya biniyorlar, eşi akşam izlediği Büyük Pasifik belgeselini anlatıyor,

“Pasifik’in ortasında çöp alanlarında deniz canlısı türleri gelişmiş. Okyanusa düşen uçağın enkazı bile zamanla bir mercan adasına dönüşecekmiş.”

“Her şey birbirine dönüşüyor, tüm bu sürecin beni dönüştürmesini düşününce uçağın mercan adasına dönüşmesine şaşırmıyorum,” diyor Ülkü. Hastaneye varıyorlar. Oda hazır, eşyaları içeriye alıyorlar, sakince bekliyor. Ülkü üniversiteye giderken beklediği tren garlarında böyle hissederdi, tren belli, yol belli ama yine de içinde bir heyecan olurdu, yolculuğun ne getireceğini bilmemek heyecanlandırırdı Ülkü’yü.

Birazdan Ülkü’yü almaya gelecekler, hemşire giymesi için ameliyat kıyafetlerini veriyor. Kadın erkek tüm hastalar aynı elbiseyi giyiyorlar. Garip hissettiriyor bu durum, çocukluğunda dinlediği çok etkilenip hayalini kurduğu bazı sahneler geliyor aklına. Ramazanda babaannesiyle iftardan önce televizyon izlerdi. Bu programlarda aynı kıyafetler içinde Kabe’nin etrafında dönen insanları görürdü. “Mahşer de böyle olacak,” derdi babaannesi, “Kadın erkek hepimiz aynı olacağız.”

 Hasta bakıcı tekerlekli sandalyeyle geldi.

“Hasta hazırsa hemen gidelim.”

Asansöre binerken kardeşi, “Üzerine bir şal verelim, giderken üşümesin,” dedi.

“Buradan ameliyathaneye hiçbir şey alamayız,’’ diyen hastabakıcının cevabı Ülkü’ye çocukluğunda çok duyduğu, “Buradan hiçbir şey götürülmüyor işte, kefenin cebi yok,” sözünü hatırlattı. Sanki ameliyathane de dünya içinde başka bir dünyaydı.

Asansöre bindiğinde artık hasta bakıcıyla yalnızdı. Asansörün eksi dördüncü katının ışığı yandı. Eksi bir, eksi iki, eksi üç, eksi dört… Buradan ötesi artık karanlık bir mezar. Kapı açıldı. Karşısında kocaman harflerle “Ameliyathane” yazıyordu. Hemşirelerin üzerinde kocaman “A” harfleri yazılı formalar vardı, bunları ilk kez gördü, bunların ameliyathane için özel formalar olduğunu anladı.  Ameliyathane çok soğuktu ancak alıştı Ülkü ya da karşı çıkamadığı için teslim oldu. Ameliyat hazırlığı için yanına gelen hemşireler, stajyer doktorlar Ülkü’nün sorgu melekleri, sorular sorup notlar aldılar.

“Sigara kullanmıyorum.”

“Bilinen bir alerjim yok.”

“Kemal Hoca ve Ersin Hoca.”

“Son on iki saattir yiyip içmedim.”

“Sağ göğüs, lenfler dahil.”

“En son kemoterapiyi aralıkta aldım.”

“Yirmi altısı, eminim.”

Ameliyat öncesi son kontroller, operasyon geçirecek alanlar işaretleniyor. Bu kaçıncı çıplak kontrol yine de utanıyor, birazdan aynı doktorların ameliyatta bulunacak olması bile utancını azaltmıyor.

Anestezi uzmanı yanına geliyor, damar yolu açıyor, serumu bağlıyor, “Bu verdiğim biraz sersemlik yapabilir,” diyor. Bunun ne demek olduğunu biliyor, tüm sürecin sonu bu, şimdi bir başka boyuta geçecek. Bundan sonrası hatıralarında bulunmayacak.

“Hadi uyanın, ameliyatınız bitti, biliyorum sancınız var, bacaklarınızı rahat bırakın.”

Hemşirenin sesiyle yavaş yavaş kendine geliyor. Işık göz kapaklarından içeri süzülüyor, ortamın uğultulu sesleri netleşiyor. Gözleri duvarlarda bir saat arıyor, geçen sürede ne olduğunu neler yaşandığını bilmiyor, sanki birkaç dakika önce uyumuş gibi zaman kendisi için başka akmış. Ne diyordu babaannesi, “Burada geçirdiğimiz bir yıl, öteki dünyada göz açıp kapamak kadarmış.” Ellerini sargıların üzerinde gezdiriyor, ameliyatın bittiğinden böylece emin oluyor. Uyku ve uyanıklık arasında gidip gelirken hemşirenin sesini tekrar duyuyor. Kontrollerini yapıyor, iyiye gittiğine dair sözler söylüyor. Sevdiklerinin yanına ne zaman gidecek? Onu da söylese hemşire, “Hadi artık odanıza yolluyoruz sizi Ülkü Hanım,” dese.

Bunu duyduğunda öyle sevinecek öyle sevinecek ki sevdiklerine tekrar kavuşmanın sevinci içini dolduracak, herkes onu merak etti biliyor, çok kan kaybettiği için uzunca müşahede altında kaldı, bekledikleri zamanda odasına geçip sevdiklerinin yanına gidemedi, beklerken çok korktuklarını da biliyor, gidip onlara iyi olduğunu daha iyi olacağını söyleyecek.

Odasına geçerken kendini doğuracak. Sakin ve derinden. Odada onu bekleyen sevdiklerine kavuşmak istiyor çok istiyor. Tren garında onu karşılayacak birinin olmasının mutluluğunu yeniden hissedecek. Yolculuğun sonunda yalnız olmadığını bilmenin mutluluğu.

Yatağına yerleşecek sonra, “İyiyim ben, daha iyi olacağım,” diyecek, şimdi içinden kendisine tekrarlayıp duruyor bunu, Sevdiklerinin rahatlamış yüzlerini görecek, nefes alıp verişlerini, sıcaklıklarını hissedecek.

“Hepsinin yanındayım işte, burası benim cennetim,” diye sevinecek. 

Tüm bunlar kafasında ne kadar dönüyor? Hemşire tekrar yanına geliyor, “Kan almamız gerekiyor ama çok kan kaybettiğiniz için kol damarlarınız kötü durumda, kasıktan almak zorundayız,” diyor. Üzerinden örtüyü kaldırırken hemşirenin elini tutuyor, çok kuru hissettiği boğazını temizleyip zar zor, “Tamam ama perdeleri kapatın, ben çıplağım,” diyor.

Hemşire gülüyor, perdeleri çekiyor. “Burada herkes çıplak.”


Demet İNAN

1 Comment


Denizz
bir gün önce

Sonuç kısmı biraz daha devam edebilirmiş, güzel ve akıcı

Like
bottom of page