top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Deniz Köker- Bekleme Odasında

Bekleme salonundaki yüzleri tek tek inceledi. Bir kısmı bezgindi; gözleri donuk, yüz hatları yerçekimine uymuş, epeydir dudakların uçları yukarı doğru kıvrılmamış. Bir kısmı da acemi olmanın verdiği heyecan ve umutla dolu. İnceleme sırası duvardaki afişlere geldi. Mutlulukla bebeğini havaya kaldıran bir annenin yer aldığı, onun yanında da yeni bir teknolojiden bahsedilen, bir doktorun kollarını önde kavuşturup güven telkin ettiği başka bir poster.

Yanındaki sehpaya indirdi gözlerini. Kapakta ünlü bir film oyuncusu ve bebeğinin fotoğrafı vardı. Kız, hayatının anlamını bulduğunu söylemişti. Fazla makyajı çıkmış, doğal, mutlu anne hâli gelmişti üstüne. Derginin kapağıyla oynamaya başladı istemsizce. Avuçları terlemişti. Bu denediği ikinci Interfertilite merkezi ve toplamda altıncı denemesiydi. Öğle tatiline sığdırmaya çalıştığı randevu yine sarkacaktı anlaşılan. Bordo ojeleriyle uyumlu kazağının ucunu pantolonun üstüne doğru uzattı. Aldığı hormonlar küçük bir bebek yerine göbek olarak dönmüştü kendisine.

Bu bekleme odasında bazen sevinçlere, bazen yıkımlara, farklı duygu boşalımlarına şahit olmuştu defalarca. Üst kattaki doğum odalarını düşündü, bir gün orada olmak için ettiği duaları… Yandaki kadının artık iyice belirginleşmiş karnına kaydı gözü. Nedense hep buradaki hamilelerde bir kibir hissederdi. Başardım, siz derdinize yanın der gibi. Ona öyle geliyordu büyük ihtimal. Ekrem, bırak artık vazgeçelim, çok yıprandın diyordu. Pes etmek üzereydi anlaşılan. Hep düşünürdü, Yeşilçam filmlerinde bir gecede oluveren şey, gerçek hayatta nasıl bu kadar zordu? Kıza adam zorla sahip olur, bir ay sonra kız nazlı nazlı tuvalete koşup kusmaya başlardı.

“Tüp mü sizinki de kardeş?”

Rüyadan uyanır gibi kafasını kaldırdı. Pardösüsünü düzelterek yanına yerleşen kadına baktı. “Tüp mü?" demişti. “Mikroenjeksiyon diyoruz biz ona,” diye cevap verdi içinden.

“Henüz deniyoruz…”

“Kaçıncı oldu abla?” Kardeşten ablaya geçtik, dur bakalım diye düşündü.

“Oldu ya baya, boş ver.” Bu bekleme seansları onun kendisiyle kaldığı anlardı, biri onunla konuşmaya çalıştığında bu anlara tecavüz ediliyor gibi geliyordu.

Kadının susması için kurduğu geçiştirici cümle kısa süre işe yaradı. Kadın da etrafına bakınmaya başladı. Pek buralara para yetiştirebilecek birine benzemiyordu. Ama insan bu uğurda her yerden para bulmaya çalışır, varını yoğunu akıtabilirdi.

“Ablaaa, doktor ne diyo? Bu ay şansın ne kadarmış?”

“Protokol yeni başlayacak daha bu ay…”

“Oy oy yazık be abla sana, her gün her gün iğne, git gel git gel…”

“Allah Allaaah! Sen ne için buradasın peki?”

“Sen bana bakma abla, benimki başka bi konu.”

Hah benim araya koymaya çalıştığım mesafeyi o koydu neyse ki diye düşündü. Bir on dakika kimse konuşmadı.

Doktorun hemşiresi, kapıdan kafasını uzatıp, "Meral Hanıııım," diye seslendi. Yaşı kırklarında bir kadın apar topar eteğini düzelterek odaya yöneldi.

“Abla bak ne diycem?”

“De bakalım.”

“Bizim bi Nurten abla var, çok iyidir senden iyi olmasın. Ama durumu yok hiç.”

Hayretle dinlemeye devam ediyordu, konu nereye varacaktı acaba? Para isteyecek galiba diye düşündü.

“Eee…”

“Şey, Nurten ablanın bi kızı var. Bi içim su, on yedi yaşında. Kızı rahat bırakmadılar haliylen… Şu an dokuz aylık abla, karnı burnunda.”

“Allah tamamına erdirsin, ne diyeyim…”

İyice kulağına doğru, kimse duymasın der gibi, yanaş yanaş yaptı eliyle sinsice.

“Ablaa istersen bebeği sana yapayım.”

“Bebeği sana yapayım... Ne demek bu?”

“Ayarlayayım yani. Bakamaz bunlar, rezil olurlar el âleme…”

Sessizlik oldu. Duyduğundan dehşete kapılmıştı, öylece duruyordu.

“Abla daha ne kadar çekicen buraları böyle? Paranla pulunla şu odaya esir olmuşsun, bak yüzün gözün solmuş.”

Kadın kendisini tanımıştı. Renginden, gözlerinin dilinden, belki kokusundan… Çaresizlik kokuyordu.

“Bak ne diycem abla, kanım ısındı sana. Başkasına gitmesin. Sadece bi miktar vericen aileye. O kadar.”

“Ne diyorsun?"

"Bi bebeği gerçek hayatından çalacağım öyle mi? Hırsız gibi?”

Hemşire sesler yükselince şüphelenmişti, yanındaki kadına sordu.

“Randevunuz var mıydı?”

“Yok yok, ben ablanın yanında geldim. Beraberiz.”

Beraberiz derken sanki altını çizmiş, iyice vurgulamış ve gözlerinin içine bakmıştı, onaylatır gibi. Suç ortağıymışlar gibi.

Ensesine kadar buz gibi bir rüzgâr esti. İki saniye sonra cevap verdi.

“Evet hemşire hanım, beraberiz.”


Deniz Köker


0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page