top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Dilek Altundağ- Beni Göreceksin

Geçemezsin aynalardan hiç yara almadan.

Geçemezsin.

Yıldırım Türker

 

Semra, beş dakika önce geliyor seansa. Gelir gelmez uzanıyor koltuğa. Her zamanki selamını vermiyor. Huzursuz düşler doluşmuş gözleri darmadağın. Üzerine sinen parfüm kokusu ağır. Eksik etmediği kırmızı ruju dudağında. Duvardaki tabloya bakıyor. Gözleri daha çok dağın zirvelerinde. Karşımdaki koltuktan bir daha hiç kalkmayacakmış gibi koltuğun kenarlarını sımsıkı tutuyor. Acılarını konuşmaya geldiğinin farkında. Semra benim sormamı beklemeden konuşmaya başlıyor.

Üzerimde tonlarca ağırlıkta bir kaya vardı. Bu yükün altında sağlam kaldım. Hayatı böyle düşündüm. Sabit. Ta ki üstümdeki dinamit patlayana kadar.

Üzerindeki çelişkileri düşünürken ses tonu mekanik. Öyküsüne giriş yapan bir yazarın eksikliği var üstünde. Tomris Uyar’ın “Gezegen Kızları”nı dinliyorum sanki. Etki oluşturup oluşturmadığımı anlamayı isteyerek incelemeye başlıyor beni. Asıl meseleye geçmesini “mükemmelliğin aynası” olmaktan vazgeçmesini istiyorum. Ona telefonda sesinin endişeli geldiğini söylerken yerinden kaykılıyor. 

Ah! Evet gitti ömrümün bilmem kaç yılı.

Terk edilen bir kadının öfkesi yok sesinde. Nefret, suçlama eseri yok. Sakin. Ellerini ovalamaya başlıyor. Sanki yarışı kazanan atletin yemyeşil bir şefkati var gözlerinde. Yaşamayı seven bir kişiye dair duyulan derin bir anlayış. Uğurlama.

Ama kopamıyordum da ondan. Çetin’i çok özlüyordum. Özlemden öte ona ihtiyaç duyduğumu hissediyordum. Aradım. “Özledim.” dedim. Tek kelime. Müsait olunca görüşürüz, diyerek kapattı ritmik, minnetsiz sesiyle. Ne zaman görüşeceğiz, diye hemen atladım. “Beni göreceksin,” dedi sadece. Ben kimdim ki Çetin’in Semra’ya lütfu olacaktım. Yılların ilişkisi. Ben ona bağımlı, o kendisine âşık. Karışık duygularım yolunu şaşırdı. Hüzün, şefkat… Kime üzülüyordum? Dört yıllık sürede bir adama bu kadar bağımlı hâle gelen kendime mi? Yoksa kendisi dışında tüm dünyayı oyuncakları olarak gören bir narsiste mi?

Gözlerini ovuşturuyor. Derin derin esniyor. İç çekmeyi bırakıp dudaklarını kemiriyor. Tüm kalabalık görüntüsüne, bir türlü düzene girmeyen iptidai sesiyle devam ediyor.

İmza günümde tanıştık. Neredeyse kitabın tamamını ezberlemişti sayfa sayfa. Bütün öykülerimi anlatıyor, karakterlerimi eleştiriyor, onları yapmadıkları suçlarından dolayı sorumlu tutuyordu. Zekasına hayran kaldım. Yüzüne çok çekici gülüşler yerleşiyordu anlatırken. İçimde kelebekler uçuruyordu kıpır kıpır.

Yüzü sevinçle aydınlanıyor. Burun delikleri dudakları açıldıkça göğsü genişliyor.

Fotoğraf çekindik. Sosyal medyada paylaştık falan. Sohbet ettikçe onun gözlerinde eski sevgilimi unutuyordum. Kitabını imzalamayı unuttum o an. Hayret. Şehir dışında olduğunu, akşam ilk uçakla Ankara’ya gideceğini ve kitabımı kutlamak istediğini söyledi. Böyle başladı ilk yemek ve telefon görüşmelerimiz. Çok parlak, ışıl ışıl bir dünyanın içinde çekiliyordum. Kendi iç dünyamda çekingen olan bağlantımı kopardım. Çetin’in emrindeydim. Beni gökdelenlerin tepesine uçuran mesajlar, telefonlar aylarca sürdü. Şirkette insan ilişkileri müdürüydü. Çok yoğundu. Yanımdayken susmazdı telefonları, iş konuşmaları. Kadınların ona yolladığı özlem, merak mesajları. “Bu kadar kadın içinde seni seçtim. Yarını düşünme, ânı yaşayalım,” diyordu sürekli. İnanıyordum ona. Çetin, hafta sonları Ankara’ya gelip öteki kadınlarla değil benimle vakit geçiriyordu çünkü. Her şey gerçekti. Sınırsız sunulmuş bir aşk bombardımanı yağıyordu üzerime. Ayrı şehirler de neymiş? Kuş olup yanıma konuyordu. Dağın zirvesindeyim. Yükseklerde paraşüte ihtiyaç duymadım hiç. Nasıl olsa beni Çetin’in aşk kanatları tutardı. Ona teslim ettiğim hayatımı.

Şaşırmış gibi durdu. Duvardaki tabloya baktı yine. Kalktı. Dokundu. Dağa, buluta. Dokunduğu yerlerde yoğun bir sonsuzluk vardı.

Birkaç ay sonra görüşmelerimiz aynı güzellikteydi. Ama sık değil. “Burası iş yeri. İşim yoğun kapatıyorum.” Cümlelerini duydum hep. Dağın zirvesinde yalnız kaldım. Bulutlarda yoğun bir duman. Korkutucu. Boşlukta her şeyi soruyordum. Çok şey öğreniyordum ondan. Google gibiydi. İlk defa bir adam karşısında bilgi düzeyinde kendimi yetersiz hissediyorum. Aşk; onunla tutkulu, zarifti. Karizmatikti. Gün içinde WhatsApp’tan görüntülü görüşüyorduk. Derin derin bakıyordu. Hepsi sahteymiş.

Yerine oturuyor. Pencereye dönüyor bakışlarını bulutlara sabitleyerek.

Tabii bu arada yazmaya devam ediyordum. Çalakalem. Yayınevleri tarafından reddedildi dosyalarım. Hatta editörler bana akıl bile verdi. “Kurguya biraz daha ağırlık vermelisiniz, vermezseniz bile anlatımı daha avangard bir hâle dönüştürmeniz gerekiyor. Bunu da daha kısa daha yenilikçi tekniklerle ve daha resitalvari bir öz içinde sergilemeniz gerekmektedir. Başka öykü dosyalarınızı bekliyoruz.” Dosya falan umurumda değildi. Beynimdeki her cümle başka bir soruya yanıt aradı. Çetin; mesajlarda kendisiyle, işiyle ilgili sorulara cevaplar veriyordu. Bir süre böyle devam ettik. Ben mesaj yazınca yazdı. Oysa delicesine özlüyordum. Benim sonucum acılarımın nesnesiydi, o. İşte dediğim gibi, “Beni göreceksin,” dedi en son. Kadınları sevmediğini, onlardan hoşlanmadığını, ânı yaşadığını kafama soka soka söylemesine rağmen onun çöp toplayıcısı olacağımı düşünememiştim. 

İlişkimizle ilgili görüşmek istemediği için, “Bitirelim. Yoruldum,” yazdım. “Hayır,” yazdı. Aradı hemen. Hafta sonu Ankara’ya geleceğini söyledi. Havalara uçtum. Beni seviyor, bitirmek istemiyor. Ah! Tabii iş yoğunluğunu anlamam gerekiyordu. Uzak şehirlerde aşk denklemi kurmanın zorluklarını. Baştan biliyordum bunları, diyerek kendimi suçladım. Her zamanki yerimizde, kafede buluşacaktık. “İşlerimi bitirip geliyorum,” dedi. Saatlerce bekledim onu. Yan masalarda benimle oturanlar kalktı. Başkaları geldi. Sıkıldım. Tam kalkmak üzereyken geldi. Karşıma oturdu. Suspus. Ben de sustum.

Gözlerindeki derin bakışları yoktu. Sürekli mesajlarla ilgileniyordu. Tweetler atıyor, millete laf yetiştiriyordu.  Sessizce kalktım sandalyeden. Kolumdan tuttu. “Güzel sohbetler ettik. Hoş vakitlerimiz oldu ama sana söylemem gereken bir şey vardı. Ben evliyim,” diyerek patlattı bombayı. Bunları söylemek için taa buralara kadar gelmesine gerek yoktu. Karşısında ilk kez yüreğim konuşurken susmayı becerebildim.

“Beni göreceksin,” demesini unutmayacağım hiç.

Semra tablonun yanına tekrar geçiyor. 

Şu dağlardan yerlere nasıl yuvarlandıysam göreceksin beni. İyileşeceğim.

Çantasından defterini çıkarıyor. Tanıdığı cümleleri yazıyor. “Gezegen Kızlar”dan.

-Biri geliyor, hayatımıza bir makas atıyor; o yaşadığımız bölüm bütünün dışına düşüyor-

Yazdığı cümleleri karalıyor. Bir taraftan da duvardaki tabloya bakıyor dağın zirvelerine. Bakışları yukarı çıktıkça içine hiçbir yabancıyı almayan bir sokakta kayboluyor.


Dilek Altundağ

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page