top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Dursun Karaseki- Ayrılık

Genç adam, pencerenin köşesinde ayakta durmuş, sokağı seyrediyordu. Nemli güneş ışığı sokağı aydınlatmaya henüz başlamıştı. Masasına döndü onlarca buruşturulmuş, yırtılmış kâğıt yığılmıştı. “Kafam gibi masam da dağınık,” Önündeki kâğıda bir şeyler yazdı masadan kalktı. Kâğıda düştüğü notta,

“Ben sokakları seviyorum, aydınlık yolları, ara sokakları dar sokakları, denize çıkan, patikaya çıkan, ana caddeye çıkan her türlüsünü seviyorum.”

Şu an kafası öylesine karışıktı ki ne düşüncelerin düzenleyecek ne de varsayımlar oluşturabilecek halde değildi. Tek hissettiği kendini sarsan allak bullak eden anılardı. Yeniden pencerenin kenarına geldi, sigara paketinden bir sigara daha çıkardı ve yaktı derin bir nefes aldı ciğerlerinin her köşesinde dolaşan duman ağzından ve burnunda aynı anda odanın her köşesine dağıldı. Pencerenin köşesinden sokağa bakındı. Bir an sokak eskimiş göründü gözüne,

“Eskidiğinden mi kirlenmişti, kirlendiği için mi eskimişti?” içi sıkıldı. İçinde ansızın, biriyle konuşma isteği uyandı. Yalnızlık sadece fiziksel olmuyordu. Kendi derdini unutmak için ezberine alacağı, heybesine katacağı yük, bulmak zorundaydı. Bunca ıssızlık, iyi gelmiyordu kendinden bunalmış anıların ağırlığını sözcüklerine taşıyamıyordu ya da sözcükler dahi ağırdı anılarına. Neyse ki bu gece yalnız değildi. Akşam meyhane için sözleşmişti kaptanla, şimdi neden ona “kaptan” diye seslendiğini dahi bilmiyordu herkesin kaptanıydı işte. Ötesi berisi yoktu.

“Erken gitsem daha iyi olacak belki içimde ki kasvet dağılır.”

BENZEMEZ KİMSE SANA

TAVRINA HAYRAN OLAYIM...

Yarım asırdan fazla bu meyhanenin varlığı, yorgun ve yıpranmış ahşap zemini, gelenlerin de yürek gamı ile iyice ağırlaşmıştı. Meyhaneyi keskin anason kokusu ve sigara dumanı kaplamıştı. Yürürken gıcırdayan ahşap zemin, her an çökecekmiş hissi uyandırıyordu.

İçeri girdiğinde kapıyı karşıdan gören masalardan birine oturdu zaten meyhane nerdeyse doluydu fazla da seçme şansı yoktu. Ahşabı az, camı çok bir kenara iliştiği sırada Kaptan da kapıdan göründü, “Ne iyi yaptık be meyhaneye gelerek burasının methini epeydir duyuyordum.”

“İndirelim gönül yüklerimizi. Yürekte manasızlığın gizlenmiş ağrısını, dökelim masamıza.”

“Kaptan, sen mezeleri seç, ben kadehleri doldururum.”

Kaptan göz ucu ile garsonun getirdiği büyükçe bir tepsideki mezelere şöyle özensizce baktı sonra tercihi garsona bıraktı. Garson tepsiden kendince seçimlerini yaptı, masaya bıraktı ve gitti.

“Bak kaptan bu meyhane kaç aşka kaç ayrılığa ev sahipliği yapmıştır. Bu masada kaç kadın erkek yaşamıştır aşklarını ya da ayrılıklarını.”

“Yine yazdın be oğlum, bırak başkalarının acısını, sevincini kendinle meşgul ol.”

“İçim daralıyor be kaptan boğulacak gibi oluyorum.”

BAKIŞINDAN SÜZÜLEN...

“Tamam be oğlum, işte bunu için geldik ya dağılalım, kuş gibi hafifleyelim, yüreğimizdeki gamı kederi silelim, unutalım be.”

“Unutamıyorum kaptan. Unutamamak da ağrıma gidiyor.

“Susmak yarayı iyileştirmiyor, kendi ruhunun rotasında uçmayan mutsuzluğa mahkûmdur. Rotamı da kaybettim. Kanatlarımı da.”

“Kaptan, ben başkalarının mutluluğu ile mutlu olmak istemiyorum. Anlıyor musun? Çocuk parklarında kışın terkedilen atlıkarıncalar gibiyim. Boş bir salıncak gibi rüzgârda sallanıyorum.”

“Ah be yazar! Bilmez misin? Aşkın kavgasını vermeyenler mağluptur. Aşkına sahip çıkmayan bu dünyada neye sahip çıkar ki?”

“Beklemek yoruyor be kaptan. En büyük kaybedenlerdir bekleyenler.” Söylesene kaptan, bu dünyada neden bütün mutluluklar birbirine benzer de acılar tektir, benzersizdir?”

“Bak oğlum, aşkın aşk olarak kalmasını istiyorsan, bırak yaşama çünkü yaşam tüketir. Günlük hayatın kaygısı koşuşturmacası girdi mi asker arkadaşı olursun. Bırak uzakta kalsın.

“Bizi bir araya getiren çekim belki içimizde bitmeyen yalnızlığımızdı, bana hep uzaktan baktın uzaktı sesin. Gözümde saklı yalnızlığımı gör istedim. Beni, yalnızlığımdan kurtaracaksın hayali ile sokuldum sana, tamam beni tanıma, dön arkanı git. Ama ne olur çok uzağa da gitme.”

“Anlamıyorsun kaptan, fesleğen gibiydi. Bir demet bahar çiçeği gibi dokununca hayatın rengi değişiyordu. Zaten bütün aşklar herhalde değil mi? Aynıyı yaşamaz aşk, ayrılık da öyle birbirini tutmaz. Aşkta ayrılıkta, aşkın da şiirin de çevirisi olmaz. Ah be kaptan, az konuşan öyküler yazmak istiyorum.”

Çokça sarf edilen kelimeler yorgun ve bitik oluyor. Meğer bir hikâyemiz varmış, yaz gibi kısa.

Kendi içinden konuşuyordu. İçi burkuldu. Yan masada kahkaha atan kadının yüzüne baktı bir an, kadının sevinci de mutluluğu da yarımdı. Öylesine hızlı içiyordu ki daha fazla gülmek için diye düşündü. Masanın altında uzanmış kediyi fark etti. Kadın, adamı daha dikkatli dinliyordu. Kadın anlattıkça kedi daha bir yayılıyordu. Bir ara adam masadan kalktı. Kadın bir yudum daha içti, sonra usulca kapadı gözlerini. Sanki dünyaya kapamıştı gözlerini.

“Ne diyebilirim ki içime işledi söylediklerin anlamasam da katılmasam da dinlerim. Hayat böyledir yıllar sora yeniden yolculuklara çıkacak yeniden seveceksin şimdi sana böyle görünmüyorsa da filmin sonu gibi görüyorsan da hayat böyle işte.”

İŞVENE HAYRAN OLAYIM...

“Kaptan anlasana lafı rüzgâra verecek zamanım yok benim.”

“İnsanın içi azaldıkça, geçmişe sığınır. Sahi artık geçmişte mi kaldın? Ya o gece kapıyı çekip gitmen yok mu? Çokça aşk çokça ayrılık biriktirdim de bu seninki çok başka oldu. Ardından bağırdım ya duymadın ya da duymazdan geldin”

Meyhanede hava ağırlaşmıştı sigara dumanı ve anason kokusu masaların üzerinde birikmeye başlayan yağmur bulutu gibiydi. Kimi masalarda kahkahalar çınlıyor, ahşap zeminde, yılların yorgun duvarlarında yankılanıyor kimi masalardan keder de hüzün de eksik olmuyordu.

“Susuyordu sustukça hava ağırlaşıyordu bana ilk baktığı gün gibi bakıyor, bakışıyorduk ya da bana öyle gelmişti. İnsanın bakışları yaşlanmıyor.”

“İçimde çok uzağa çok derinlere gömdüğümü düşünüyordum. Bu sabah kurumuş bir limon dalı dağıttı beni o dal parçası parmağına batmıştı kanamıştı şimdi benim içimi kanatıyor o limon dalı.”

“Uğurla oğlum artık.”

LÜTFUNA ERMEK İÇİN

SÖYLE PERİŞAN OLAYIM...

“Bak geri çekilmenin, bazen gölgede kalmanın vahşi bir tadı olur. Bunun tadını çıkarmayı öğren.”

“Şimdi belki sevdik, keşke ayrıldık mı? İçinde olanla arana mesafe koyamıyorsun. Hep gitmekten söz ederdi. Sözleştiğimiz gibi uzaklara. Herkes bir gün gitmek için gelir. Her şey bir gün bitmek için başlar. Ne diyordu Oğuz Atay Tutunamayanlar’da, ‘Nereden başlıyorduk önce seviyor muyduk? Yoksa ilk önce güveniyor muyduk?’”

“Yazar olmak istiyorum.”

“Bırak oğlum bu yazarlık işini, yazarlık sevdanı, hiçbir işte dikiş tutturamayan biri oldun çıktın. Hikâyeden kim para kazanmış ki?”

Kaptan’ın sözlerinden masa altında uyumakta olan kedi de huylanmıştı. Kalktı hoşnutsuz gerindi, uzaklaşıp karşıdaki masanın altına kıvrıldı.

“Ben seni sevdim çok sevdim de sen ikimize yetecek kadar sevmedin”

BAKIŞINDAN SÜZÜLEN

İŞVENE KURBAN OLAYIM...

“Kaptan içkilerimizi tazele, ebedi ayrılığa içip kalkalım herkesin yolu ayrı.”

Ayağa kalktı, nemli gözlerinden sessizce yanaklarına süzülen gözyaşı, kalbinin hıçkırıklarını bastırmaya çalışırken elindeki kadehten son bir yudum içti. Kadehi tutan eli titriyordu.


Dursun Karaseki


0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page