top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Eda Elbir Şimşek- Halis Celep

Yine aynı terane, “Kurbana kaç kişi giriyoruz, kimlerle giriyoruz?”

Her bayram öncesi bütün sülale aramızda böyle tartışır dururuz. Kim kimle ortak olacak, kim ne kesecek? Bazıları tek başına koç kesiyor çünkü… Paraları olduğunu ancak bayramda anlıyoruz, sanıyorlar ki böyle yapınca cennettin kapıları daha kolay açılacak. Bana hiç öyle gelmiyor.

Bizimkilerin bu mühim ortaklık için ayrı ayrı talebi var. Karım diyor ki, “Ben o Nejla karısıyla asla aynı kurbana girmem,” Eltisi oluyor. Biraderim diyor ki, “Abi ucuzundan bir şey seçelim.” Anam da her sene olduğu gibi, “Ben Safiye’den başkasından kurbanlık almam,” diyor. E bizim ailede de en çok anamın sözü geçiyor, diğerlerininki lafügüzaf.

Safiye diye tutturduğu bizim mahallenin celebi, yıllardır tek başına bu işi yapıyor. Ailesini geçindirip çocuklarını okutuyor. Yaşı neredeyse benimle bir… Kocası da boş beleş adamın teki. Mahallenin insanı, yüz yüze bakıyoruz, Safiye’nin de hatırı var diye kaç kere çağırdım, “Gel bizim marangozhanede çalış,” dedim, oralı bile olmadı.

Belediye gelip artık mahallede hayvan yetiştirmeyi yasaklayalı üç sene oldu. Anam bile, “Aman oğlum bezdim gitti zaten, iyi oldu da yaptılar bu işi,” diyerek elini ayağını çekti. Safiye ise belediyenin izin verdiği, evinin bulunduğu tepenin eteğindeki meraya kurdu ahırını. Sabahın körü akşamın zifiri demeden hayvan bakmaya, satmaya devam etti.

Bu yıl da anamın sözünü ikiletmeyelim, Safiye’den alalım öküzümüzü dedik. Ama geçen bayram olanlardan sonra ben pek de emin olamıyorum. Kabul oldu mu o kurbanımız Allah bilir… Bayramın ikinci günüydü, caminin yanındaki boş arsada herkes gibi biz de kurban kesimi için sıramızı bekliyorduk. Sabahın erken saati olduğundan kalabalık değildi, zaten bizim mahallede gücü yetip de kurban kesebilen kaç kişi var? Hayvanlar birazdan başlarına geleceklerden habersiz, önlerine konulan samanları geviş getire getire yiyorlardı. Ara ara gözlerim onlara takılı kalıyordu.

Safiye üstü başı perişan -ona bayram ne gezer- elinde kalan son kurbanlığı satmış, müşterisiyle el sıkışıyordu. Bizden önce mahallenin gurbetçisi -bayramdan bayrama memleketine dönen, son model arabaları bir tek onda gördüğümüz- Ahmet abi vardı. Etrafında da bizim gibi amca oğulları, kardeşleri… Onlar dualarını edip etraf kan gölüne döndüğünde, bizim ailede bambaşka şeyler oluyordu. Oğlum, “Ya baba beni buraya neden getirdin? Midem bulanıyor, kusucam şimdi, evde test çözseydim keşke,” diye hayıflanıyordu. Birader, “Abi sana bir şey soracağım? Sen biliyor musun borç para ile alınan kurbanlık kabul oluyor mu? Anam ısrarla olur diyor, sen ne diyorsun? Acaba bizim caminin imamına sorsa mıydım? Yani kabul olmuyorsa boşuna girmeseydim ben bu öküze?” diye kulağımın dibinde söyleniyordu. Amca oğulları etrafta aylak aylak dolanıyor, “Abi bize sıra gelince haber verirsin,” diyordu.

Ahmet abilerin ineği kesilip plastik kovalara pay edilmeye başlandığı sırada, dizleri tutmadığı için bir iskemleye oturup onları izleyen anam bana doğru seslendi.

“Lan Hikmet, bizim öküz hangisidir? Bu Safiye karısı, Ahmet’lere sattığı gibi cılız bir mal satmayasın bize de… Söyle, hangisi bizim öküz?” Aynı anda gözleriyle sıralanmış bütün hayvanları süzüyordu.

“Yahu anne sırası mı şimdi?” dediysem de homurdanmaya devam etti. Ahmet abinin kendisi de aynı şeyi düşünmüş olacak ki, anamın sözlerine hemen kulak kesildi ama bir süre duymazlıktan geldi. Akrabalarından çıt çıkmıyordu.

O sırada Safiye, arsanın kenarındaki büyük bir taşın üzerine oturmuş, kapkara eteğini toplayıp bacaklarının arasına almıştı. İple sutyenine bağladığı cüzdanını sarkmış memelerinin ortasına sokuştururken, sigarasını dudaklarının arasına sıkıştırdı. Annem, “Ben onu bunu bilmem, fakir fukaraya pay dağıtılacak bu hayvandan, sıska öküz istemem,” diye durmadan konuşuyordu. Tepemizdeki güneş bir taraftan, tezek, kan kokusu bir taraftan, başım iyice ağrımaya başlamıştı. Nasıl etsem de sıra bize gelene kadar buradan uzaklaşsam diye düşünürken bir anda bir ses yükseldi. Herkes o tarafa döndü.

“Sen bize böyle hayvan satmaya utanmıyor musun Safiye. Söylesene?” diye bağırıyordu Ahmet abi.

Safiye sigarasından derin bir fırt çekti.

“Ne varmış hayvanımda? Kesildi gitti işte. Allah kabul etsin!”

“Etsin, etsin de bu hayvanda et mi var? Ne dağıtacağız fakir fukaraya?”

“Ne yapalım Ahmet abi, senin de kısmetin buymuş.”

“Kötü hayvan satmanın adı kısmet mi oldu şimdi?”

“Ya amma uzattın be Ahmet Abi, ağız tadıyla bir cigara tüttürtmedin şurada bana. Oldu bitti işte bak, pay edilmiş etiniz. Tak kovanı koluna, herkes kendi yoluna.”

Ahmet abiyi az buçuk tanırım. Avrupa’dan emekli olmuş adam. Belli ki hayvanı o görmeden akrabaları almış. Karşısına cılız bir şey çıkınca da kendine yediremedi. Safiye’nin son lafı da bunun üstüne tuz biber oldu. Etleri pay eden adamın elindeki bıçağı kaptığı gibi Safiye’nin üzerine atıldı. Neye uğradığını şaşıran Safiye, “Oyy yandım anam,” diye oturduğu taştan ayağa sıçradı. Bizimkiler yanına yetişti, anama, “Oyy anacığım beni bu heriften kurtarın, polis çağırın, öldürecek beni bu,” diye yalvarıyordu. Bıçağın sıyırıp geçtiği kolunu, hayvanları keserken ürkmesinler diye gözlerine bağladıkları tülbentlerle sardılar.

Biz o sırada amca oğullarıyla beraber Ahmet abiyi geriye doğru çekmeye çalışıyorduk. O da, “Bizi kandırdın, paramızı geri ver, pis celep,” diye bağırıyordu.

Sonunda, Ahmet abiyi sakinleştiren anam oldu. Yanımıza iyice yaklaşıp, “Bak Ahmet oğlum, bu yaptıkların senin kalıbına hiç uymadı. Ama biz yılların komşusuyuz, rahmetli anacığın çok muhterem bir arkadaşımdı. Senin derdini çözer mi bilmem ama tasalanma, bizim öküz hele bir kesilsin, biz üç payımızı sana veririz. Sonunda ikimizin yapacağı da aynı şey değil mi? Fakiri fukarayı sevindirmek. Ha benden bildiler ha senden… Ama sen de bu Safiye’yi rahat bırakacaksın, bu bayram gününü kimseye rezil rüsva etmeyeceksin,” dedi.

Anamın sözlerinden sonra Ahmet abinin omuzları düştü, kollarını tutanları silkeledi. Hepimiz gözlerimizi onun dudaklarına dikip, “Yok olmaz öyle şey,” diyecek diye beklerken, az önce bağırıp çığıran o değilmiş gibi, “İyi tamam, olur, helal edin ama,” dedi. Bizim aile ağzımız açık anama bakıyorduk. O ise hiç istifini bozmadan, “Helal helal,” dedi. Bunun üzerine Ahmet abi hızlı adımlarla kovalarının başına gitti. Akrabaları arkasından tövbe çektiler.

Anam bu olayı bir yıldır eşe dosta, “Celeplik yaparken çok yardımı dokundu bana bu Safiye karısının,” diye anlatıyor. Kim otursa karşısına, can kulağıyla dinliyor onu. Bense şu kırk beş yıllık ömrü hayatımda anamın Safiye sevdasını yeni yeni anlıyorum.


Eda Elbir Şimşek

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page