top of page

Öykü- Filiz Tiken- Boğazıma Dizilen Sözler

  • Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyat
    İshakEdebiyat
  • 11 dakika önce
  • 5 dakikada okunur

Gece saat birde kapı zilinin ısrarlı çalışıyla yataktan fırladım. Kalbimi ağzıma, sabahlığımı sırtıma aldım, gözlüklerimi taktım, yalınayak çıktım odadan. Kocam, bir gece ansızın evi terk edip izini kaybettirdiğinde değiştirip tam yedi kilit taktırdığım kapıya yöneldim. Değil gece saatlerinde, gündüz bile çalan zilden ürker haldeydim. Zira bir tefeci, bir alacaklı ya da kocama husumeti olan biri, her an kapıma dayanabilirdi.

Koridorda telefonumu almadığımı fark edip tekrar yatak odasına döndüm. Neme lazım belki polisi aramam gerekirse diye. Hazır gitmişken giyinme odasındaki beyzbol sopasını almak geldi aklıma. Geçenlerde Türkiye’de en çok satılan şeylerden biri olduğunu ve sopaya isimler bile konduğunu okuyunca, internetten hemen bir beyzbol sopası satın aldım, adını da Kâmil koydum, kocamın adı. Bir elimde telefon, bir elimde Kâmil tekrar kapıya yöneldim.

Bu arada zil ardı ardına çalmaya devam ediyordu. Kapının önüne yaklaşınca kimsesiz içeriye doğru, “Ben bakıyorum!” diye yüksek tonla seslendim. Bunu da internette görmüştüm, yalnız yaşayan kadınlar içeride birisi varmış izlenimi vermek için böyle yapıyorlarmış. Son günlerde içine düştüğüm derin yalnızlığın evin duvarlarında yankılanan sessiz cevabı yüzüme çarptı. Göz deliğine sağ gözümü dayadım. Kahrolası oto sensörlü koridor ışığı yine çalışmadığı için kim olduğunu göremedim.

“Kim o?” diye seslenip kapıya yaklaştırdım kulağımı.

“Benim!” dedi, telaşlı bir kadın sesi. Herkes tarafından tanınması gerektiği inancını taşıyan, bizim usul, oldum olası gıcık olduğum cevap.

Yine de kadın sesi duymak bir parça rahatlattı beni. Acaba karşı komşu olabilir mi diye geldi aklıma. Çoluk çocuk herkese sürekli bağırıp çağıran, apartmanın asabı bozuk kadını. Hiç hazzetmem böyle agresif insanlardan. Ben bunları düşünürken, dışarıdaki kadın,

“Lütfen, aç kapıyı! Buradan başka sığınacak yerim yok!” dedi.

Bir süre tereddüt ettim. Tekrar göz deliğine yaklaştım. Kadın, cep telefonunun ışığıyla kendini aydınlatmıştı bu kez.  Saçları dağınık ben yaşlarda bir kadın duruyordu kapıda.

Ben yaşlarda demişken, bu konuyu açmak isterim. Yaşını saklayan kadınlardan olmadım hiçbir zaman. Elli dört yaşındayım ben. Hani şu sığ akıllıların, “Kurumaya yüz tutmuş,” diye etiketlediği, uzun zamandır görmeyenlerin, “Biraz kilo mu aldın sen?” ya da alaycı tonla, “Çok asabisin canım. Menopozda mısın?” deyip ateş basmalarını körükledikleri, daha genç bedenler uğruna kocalar tarafından terk edilen yaşlar. Gerçi benimkinin ortadan kayboluş nedeni bu değil ya…İyi de nasıl emin olabiliyorum ki?

Neyse, dönelim kapıdaki kadına. Zihnimdeki sarkaç açmakla açmamak arasında gidip gelir, kalbim de ağzımda atarken, kadın bir kez daha, “Gidecek başka yerim yok!” deyince basiretimin anlık bağlanışıyla açtım kapıyı.

Kadının holün ışığının aydınlattığı yüzünü görünce dehşete düştüm, dut yemiş bülbül gibi kalakaldım. Her insanın bir ikizi vardır derler ya işte öyle. Karşımda saçı başı dağınık, gözleri yuvalarından fırladı fırlayacak, kıpkırmızı olmuş kendi yüzüm duruyordu. Kekeleyerek, “Sen de kimsin?” diyebildim.

Beni eliyle kenara itip teklifsizce içeri daldı. Az önce kapıyı açmam için yalvaran kadın gitmiş, öfkeli ve küstah bir kadın dalmıştı içeriye.

“Bırak şimdi kim olduğumu. Ne o? O sopayla bana mı vuracaksın? Banyo nerede onu göster! Ellerimi yıkamam lazım.”

Utançla elimdeki sopayı arkama saklamaya çalışıyordum ki önce kadının kırmızı ellerini, sonra beyaz mini eteğindeki kırmızı lekeleri gördüm.  Dilim tutuldu, sadece telefonlu elimle işaret edebildim koridorun sonundaki banyoyu. Kapıyı açmakla ne büyük hata ettiğimi düşünüyordum. Yine, kocamın her fırsatta hatırlattığı gibi, salaklık etmiştim işte. Kadın, ıslak elleriyle elektriklenmiş, dağınık saçlarını yatıştırmaya çalışarak salona geldi ve kendini kocamın televizyon koltuğuna atıverdi. Bana Kamil’in göbeğini kaşıyarak bir şeyler buyuruşunu hatırlatıp sinirime dokunan, bir süredir atmayı düşündüğüm ama hâlâ atamadığım o hantal koltuğa. Benimkilerden daha uzun ve biçimli bacaklarını koltuğun önündeki pufa uzattı,

“Bana sıcak bir şeyler getiriver. Biraz da yiyecek bir şeyler. Üşüdüm ve çok açım,” dedi buyurgan bir tavırla.

Hipnotize olmuş gibiydim. Direktifi alıp mutfağa gittim. Bir fincan Nescafe, birkaç bayatlamış bisküvi ile geri döndüm.  Kadın kahveyi içtikçe biraz daha gevşedi. Yüzündeki gerginlik azalır gibi olunca sorabildim.

“Kimsin sen? Nereden geliyorsun? Nedir bu halin? Elindeki kanlar neydi?”

Elini kaldırdı, “Hop yavaş gel! Hepsini cevaplayacağım da ne bu acele? Hem nedir bu yüzündeki tedirginlik?  Benden sana zarar gelmez merak etme. Hem bak ne kadar benziyoruz birbirimize değil mi?”

“Evet adeta ikiz gibiyiz. Çok şaşkınım. Lütfen söyle, sen kimsin?”

“Ben hiç kimseyim, aynı zamanda herkesim. İstenmeyen, hakir görülen, görmezden gelinenim. Bazıları öfke der, bazıları asabiyet, bazen cinnet diyen de çıkar.”

“İyi de nereden çıktın bir anda?”

“Ben insanların bilinçaltıyla bilinçleri arasındaki gölgeli bir alanda dolaşıp dururum. Çok şükür yalnız değilim orada.  Bizim orada utanç, kaygı, aşağılık duygusu, kıskançlık gibi her tür bastırılmış tekinsiz tip dolaşıp durur. Bazen dolduruşa getiririz birbirimizi. Olmadık yerde ve zamanda açığa çıkıveririz.”

Bana tımarhaneden kaçmış bir kaçık gibi görünmeye başlayan kadının anlattıklarını anlamlandırmakta zorlanıyordum.

“Başına bir şey mi geldi. Polisler mi peşinde? Bak, zaten hayatım çok karışık. Gölgemden korkar haldeyim. Lütfen söyle bana! Suç mu işledin? Elindeki kanlar neydi?”

“Dur bak anlatayım. Geçenlerde bir kadının kocası boynuzlamış bunu. Hem de genç bir erkekle. Adam, artık gerçek kimliğini açık bir şekilde yaşamak mı istiyormuş neymiş. Ulan hıyar! Kadınla niye evlendin öyleyse? Tabii bunu duyunca kadının içindeki lavlar kaynamış, köpürüp ağzından burnundan çıkmaya başlamış. Dönmüş mü bir ejderhaya? Yıllardır o lavların içine hapsolan ben, özgürlüğüme kavuşur kavuşmaz aldım koca bir taşı, geçirdim adamın kafasına…”

Dehşetle, “Adam öldü mü?” diyebildim.

“Yok ölmemiştir. Dokuz canlıdır onun gibiler,” dedi kıkırdayarak.

İstemsizce ağzımdan, “İyi yapmışsın, eline sağlık!” çıkıverdi. Benim gibi şiddeti her durumda kınayan, medeni bir insanın ağzından çıkan lafa ben bile şaşırdım.

“Bak sakın yanlış anlama.  Sen de öyle ol diye anlatmadım bütün bunları. Sen hanım hanımcık bir kadına benziyorsun. Kadın yıllarca o kadar bastırmış ki beni, böyle kan revan içinde açığa çıktım işte.”

“Ben de bıktım doğrusu çocukluğundan beri bana dayatılan hanım hanımcık olma çabasından. Bu kadar tepkisiz kalmak da yoruyor beni artık.”

“İşte ben de bu yüzden sana geldim. Artık beni yok sayma, beni gör diye. Bak gör dediysem sen de kırma birilerinin kafasını. Benim getirdiğim mesajı gör yeter.”

“Peki nasıl olacak bu?”

“Bak basitçe anlatayım. Kocan seni nice zamandır gıcık ediyordu değil mi? Adamı sevmiyordun da artık. Ama bir türlü bırakıp gidemedin. Yani eyleme geçemedin. Hah işte! Öfken, koca göbekli adamdan çok kendine, bırakıp gidememene. Anladın mı şimdi?”

Tam anlayamasam da evet anlamında başımı salladım.

“Tabii bir de yeri geldiğinde taşı gediğine koy. Sonradan öfkelenme söyleyemediklerin için. Bak demedi deme, söyleyemediklerinden sebep ani bir kalp krizinden pat diye ölüverir insan senin yaşlarda.”

“Ne çok söylemediğim söz var sahi. Sadece kocama değil ki.”

“Sal gitsin be güzelim. Senden bir tane var bu dünyada. Seni kıranı sen de kıracaksın.”

Kadın konuşmaya devam ederken benim gözlerim ağır ağır kapanmaya başladı. Cümleleri giderek karıştı, önce anlaşılmaz sonra duyulmaz oldu.

Saatin alarmı çaldığında saat altı buçuktu. Kalktım salona baktım. Kadın çoktan gitmişti. Sehpada boş fincan ve tabak duruyordu. Kendime izin verip işe gitmeme kararı aldım. Varsın debelensin ukala patron bugünkü toplantıda tek başına. Kahvemi yapıp masamın başına oturdum. Bir süre kocamla geçirdiğimiz son iki yılı düşündüm. Kim bilir kaç kez istemiştim bir vazoyu alıp kafasına geçirmeyi.  Ama bana yakışmazdı. Peki bırakıp gitmeyi neden düşünememiştim?  Sesimi bile yükseltmedim bu sürede. Biz sorunlarımızı konuşarak çözebiliriz derken adam kayboluverdi bir gece ansızın, ben öylece kalakaldım söyleyemediklerimle.

Aldım dolma kalemimi elime. Defterimdeki boş bir sayfaya, “Boğazıma Dizilen Sözler” diye bir başlık attım. O gün bugündür aklıma geldikçe hâlâ yazmaya devam ediyorum.


Filiz Tiken

Commentaires


bottom of page