top of page
  • Yazarın fotoÄŸrafıİshakEdebiyat

Öykü- Gamze Güller- Kara

Anlatacağımız hikâye oldukça sıradan aslında. Bir adam var, bir de köpek. Olaylar onlarla ilgili. Köpeğin adı yok ama apartmandakiler ona Kara diyorlar. Çok da kara değil aslında. Bir iki kara lekesi var o kadar. Onun dışında sarımsı kahvemsi bir renk. Belki o karalıklar da kirdir. Yakından görmedik. Ya da çocuklar koymuştur bu ismi kim bilir. Çocukların tuhaflıklarına akıl sır ermez. Adamın adı başka ama ona da B. diyeceğiz. Öykülerdeki isimler hep eskide kalmış diye bozulanlar var. Öykü kahramanı Bulut, Berke, Buğracan olur mu? B. diyelim geçelim şimdilik. İdare etsinler. Ana babasına sormak lazım neden eski bir isim koymuşlar. Muhtemelen dedesinin adıdır.

B. yazar. Diğer tüm yazarlar gibi asıl işi başka elbette. Gündüzleri gidip geldiği bir ofisi, çalışma arkadaşları, ay sonu maaşının yattığı bir bankası var. Diğer türlü geçinemez zaten. Yazarak kim geçinebilmiş ki? Aklınıza gelen isimleri biz de biliyoruz elbette ama meramımız başka.

Gündüz çalıştığı için geceleri yazıyor B. Hava kararıp el ayak çekildiğinde, sokaklar boşaldığında, televizyonların sesi kısıldığında B. de yazmaya başlıyor. Altı kitap yayımladı şimdiye kadar. Küçük bir çevrede ilgi de gördü romanları. Yüksek edebiyat dediler hatta. Küçük derken aile çevresini kastetmiyoruz, edebiyat çevreleri bunlar. Ailenin pek umurunda değil. Ama hepsi bundan ibaret. Diğer yazarlar gibi o da okunmamaktan, fark edilmemekten şikâyetçi. Yayınevi bozuluyor biraz, iyi edebiyat satmıyor, diyorlar. Şöyle biraz daha canlı, kurgu ağırlıklı bir şeyler yazsa. Romanlarının sonunda neyi kastettiğini şöyle açık açık söylese de okura bu kadar iş çıkarmasa. B.’nin derdi bu değil elbette. Edebiyatı seven nadir yazarlardan o. Romancı olarak doğmuş. Asla gerçek edebiyata ihanet edemez. Üstelik yazmasa nasıl dayanacak.

Ama gelin görün ki işler pek de onun istediği gibi gitmiyor bir süredir. Gerçek hayatın anlamsız gailesini yazarken unutan B. bir türlü yazamıyor. Hayır, yazar tıkanması değil onun derdi. Anlatacak, yazacak onlarca şey var kafasında. Daha bir kitabı yazarken bir sonraki için notlar almaya başlıyor. Kafasının içi durmadan üreten bir fabrika gibi. Fikir fabrikası. Gürültü olmasa.

B.’ninki gibi bir sokakta çok da gürültü olmasını beklemezsiniz. Sakin bir ara sokak. Çoğu vakitlice evine dönen aileler yaşıyor burada. Otobüs, dolmuş geçmiyor, hiç dükkân yok, sadece konutlar. Arka bahçede bazen çocuklar oynuyor yaz geceleri ama B.’nin yazmaya başladığı saatlerde onlar da çoktan uyumuş oluyorlar. Ama Kara bir türlü uyumuyor.

Kara, akşam dokuz on gibi havlamaya başlıyor. Ama ne havlamak. Etinden et koparılırmış gibi, mahallede uzaylı istilası varmış gibi, başka köpek çetelerinden apartmanı korur gibi havlıyor. Arada durup soluklanıyor, yoruldu sanıyorsunuz. Ama yorulmuyor, bitkin düşmüyor, biraz nefeslenip kaldığı yerden devam ediyor. O zaman baştaki savımız değiştiriyoruz. Çocukların ve köpeklerin tuhaflıklarına akıl sır ermez.

O havladıkça başka köpekler de ona katılmaya başlıyor tabii. Civarda ne kadar köpek varsa hep bir ağızdan koro şeklinde havlıyor. Sonunda hepsi susuyor, Kara sabaha kadar devam ediyor. Sonsuz bir enerjiyle, dur durak bilemeden, hav hav hav.

B. başlarda aldırmamaya çalışıyor. Ha bitti ha bitecek diye bekliyor. Pencereyi kapatmayı deniyor ama hava sıcak, boğulacak gibi oluyor. Hem gece serinliğinde yazmak gibisi yok. Bir iki gece yazmayı erteliyor. Konsantre olamıyor bir türlü. Tam bir cümle yazacak hav. Tam bir fikir belirmeye başlıyor ekranda hav. Delirecek sonunda.

Kulaklık al, diyor bir arkadaşı. Dış sesleri tamamen kesen kulaklıklar var. Deniyor B. Garip bir his. Yalnızca dışarının sesini kesmiyor da kafasının içindeki sesleri de kesiyor. Uzay boşluğuna hapsolmak gibi. Aklının içi sıvılaşıyor sanki. Yazmak için dünyanın sesine de ihtiyacımız yok mu? Anlaşılan B.’nin var. Ağaçların hışırtısı, kuş cıvıltısı, yağmurun dinlendirici sesi. Şehirde bu sesleri duyabileniniz kaldı mı? B. de duyamıyor çünkü Kara durmadan havlıyor. Fırlatıp atıyor kulaklıkları.

Belediyeye haber vermek istiyor ama ne diyecek? Köpek çok havlıyor yazamıyorum mu? Vahşi değil, saldırgan hiç değil. Hatta hafta sonları çocukların onunla oynadıklarını görüyor camdan. Çok uysal görünüyor. Üstelik hiç sesi çıkmıyor. Doktor Jeykll ve Bay Hyde misali. Sanki iki köpek var. Bütün gece uyumayan köpek bütün gün nasıl uyuklamadan dayanıyor? B. uyuyamıyor da bir süredir. Tam dalıyor, Kara’nın havlamasına uyanıyor. Tam düşünecek Kara havlıyor. Tam dinlenecek Kara…

Ofiste hâlini görüp meraklanıyorlar. Toplantılarda başı düşüyor. Çalışırken başını şöyle bir masanın üstüne koyup… Uyarı alması gecikmiyor. İş dışı zamanınızda ne yaptığınız bizi ilgilendirmiyor B. Bey ama mesai saatleri içindeki performansınızı etkilemesine izin vermeniz durumunda… Yazarlığını duymuş olmalılar. Oysa iyi saklamıştı. Çok çaba da sarf etmek gerekmiyor zaten. Kimsenin kitap okuduğu filan yok. Okuyanın bile yadırgandığı bir ülkede bir de yazdığını söylemek. Biraz rahatsızdım da uykusuz kaldım, diyor. Bir daha olmaz. Nedense fikir fabrikası bugün çalışmıyor.

Bir gece karanlıkta çok iyi göremese de havlamanın olduğu yere doğru üst üste birkaç patates fırlatıyor. Denk getirmekten de korkuyor bir yandan. Korkutup kaçırmak amacı. Ses azalmıyor bile. Olan patateslere oluyor. Kilosu olmuş kaç para.

İş yavaş yavaş çığırından çıkmaya başlıyor. Hem uykusuzluk hem yazamamak dayanma gücünü git gide azaltıyor B.’nin. Neden yazıyorum ki diye düşünüyor. Kim okuyor zaten. Okuyan da ne kadar anlıyor. Ben mi kurtaracağım dünyayı diyor. Evet evet hepsinin klişe olduğunu biliyoruz. O da biliyor ve bu yüzden de kendinden daha çok nefret ediyor. Bunları mı yazıyordu? Satmamasına şaşmamak gerek. İşini hiç sevmediğini aklından çıkarıp atamıyor bir türlü. İş arkadaşları gözüne tuhaf yaratıklar gibi görünmeye başlıyorlar. Her gün işe gidip gelen, iş çıkışı düğmeleri kapatılan robotlar. Hiçbirinin gerçek bir hayatı yok, diye düşünüyor. Kendilerini oyalıyorlar. Onun var mı peki? İşte burası biraz karışık. Yazarak kendine bir hayat yaratıyor belki de B., bilmiyoruz. Bizim işimiz yalnızca aktarmak.

Ulus’ta zirai zehirlerin satıldığı dükkânlar var. Bu fikir aklında ilk ne zaman yeşermeye başladı kim bilir. İnternetten alırsa geride iz bırakabilir. Oysa nakit alışverişin izini sürmek zor. Evet, polisiye de yazdı B. yoksa bunları nereden bilecek. Filmlerden mi? Güldürmeyin bizi, yoksa onlara inanıyor musunuz? Her neyse eğer bir soruşturma olursa… Burada biraz duralım. Bir köpek zehirlendi diye soruşturma açılacak bir ülkede yaşadığınızı düşünüyorsanız eğer, en az B. kadar güçlü bir hayal gücünüz var demektir. Belki siz de bir şeyler yazmaya başlayabilirsiniz. Ne diyorduk, ah evet, zehri oradan alabilir. Küçük kıyma topaklarının içine yerleştirip bahçenin çeşitli yerlerine… Çok zor değil. Sabaha karşı, gün ağarmadan koyu renk bir şeyler giyip çıkar. Kapüşon şart tabii. Eğer kameralara yakalanırsa… Ne demiştik, fikir fabrikası! Ama ya diğer küçük hayvanlar? Kediler, sincaplar… Hiç sincap gördünüz mü bu şehirde? Neyse, şimdi konuyu dağıtmayalım.

Neden apartmanda ondan başka kimse şikâyetçi değil bu durumdan? Bu aklına takılıyor bir süredir B’nin. Her gün zombi gibi işe giderken güle oynaya dairelerinden çıkan apartman sakinleriyle karşılaşıyor. Hepsi uykusunu almış, bol proteinli kahvaltısını etmiş. Toraman çocuklarının yanaklarından öpüp işe gidiyorlar. Günaydınlar, iyi haftalar havada uçuşuyor. Herkes nasıl da mutlu. Kimse farkında değil. Görevlinin de ağzını aradı birkaç kez. Şu Kara da amma gürültücü değil mi, susmak bilmiyor kerata. Ha öyle mi? Farkında değilim, sağ olsun koruyor bizi. Çöp var mıydı?

Kara onları neden koruyor? Saldırı atındalar mı? Şehrin en güvenli sokaklarından biri burası. Aklında komplo teorileri. Bebeği uyuyan, hastası olan, yaşlı da mı yok apartmanda? Kimse uyumuyor mu? Onun bilmediği bir şey mi biliyorlar?

Olayların şekil değiştirmeye başladığını fark etmişsinizdir. B. kafasında kurma olayını bir adım daha ileri taşıyor. Çözülmesi gereken bir sorun çözülemez bir bilmeceye dönüşüyor hızla. Gün boyu düşünüyor B., sonra biraz uyukluyor, uyanıp yine düşünüyor. Çalışmak mı dediniz? Yok, onu bir süredir pek yapamıyor. Göndermesi gereken raporlar gecikiyor, teklif vermesi gereken işler birikiyor, masasının üstüne dosya üstüne dosya yığılıyor. Lafın gelişi tabii. Komedi filmlerinden bilirsiniz, kahraman bir süre sonra dosyaların arkasında görünmez olur. Bilgisayar çağında böyle olmuyor tabii. Mesaj kutusu dolup taşıyor diyelim. Telefon durmadan çalıyor, çalıyor. Sanki Kara gün boyu masasında da havlıyor.

Telefonun kordonunu çekip koparttığı gün bir uyarı daha alıyor. Ofis malına zarar vermek, işleri aksatmak, üstüne başına özen göstermemek… Liste uzayıp gidiyor. Bundan bahsetmemiştik galiba, üstü başı dökülüyor artık B.’nin. Şaşırmadınız herhâlde. Sabahları eline ne geçerse giyip çıkıyor. Bir süredir çamaşır yıkadığı da yok. Yazamamak neler yapabilir insana görüyorsunuz.

Şimdi burada biraz durup B.’nin ava meraklı arkadaşı Serdar’dan bahsedelim. İsmi beğenmeseniz de yapabileceğimiz bir şey yok, adı bu. Serdar büyük bir inşaat şirketinin nitelikli satın alma sorumlusu. Nitelikli derken kastımız ince işler, mobilya, mefruşat ve benzerleri. Satın aldığı her şeyden bir tane de kendi evine koydurmasıyla ünlü. Abartıyoruz zannediyorsanız evini gidip bir görün. Birbirine uyan koltuklar, masalar, perdeler bulmayı beklemeyin ama. Her numune önce onun evinde arzıendam ediyor çünkü. Oymalı kakmalı bir sehpanın yanında modern bir kanepe, tavandan sallanan şıkırtılı kristal avizenin altında geometrik desenli bir halı, lavaboda pirinç armatür varken duşta krom duş başlığı hep onun evinde. Hepsinin ortak özelliği pahalı olmaları. Lüks bir kakofoni. B. onunla nasıl arkadaş olmuş derseniz lütfen erkeklerin askerlik anılarını dinlemekten ne kadar sıkıldığınızı unutmayın ve bu konuyu hiç açmayın.

İşte bu stereotip kişilik elbette hafta sonlarını avla değerlendiriyor. Hatta en büyük eğlencesi bu diyebiliriz. Evinde çeşitli tüfekler var. Öneri de ondan geliyor zaten: Havalı tüfek. Oyuncak gibi bir şey, herkeste olabilir. Hem öldürmez de. Yani büyük ihtimalle. Kara büyücek bir köpek ne de olsa. Pencerenin gerisine gizlenip tek atışta… B. biraz şaşkın. Ya saçmanın geliş açısı hesaplanır da… Ama kendi tüfeğini satın alması gerek. Malum parmak izi filan. Siz hâlâ orada mısınız? Pes doğrusu.

Tabii ki bunların hiçbirini yapmıyor B. Sadece Serdar’la arkadaşlığını yeniden gözden geçirmesi gerektiğini kafasının bir yerine not ediyor. Kendine geldiğinde düşünecek bunu, dinlenebildikten sonra. Ama tüm bu düşünceleri kafasından kovalayamıyor bir türlü. Kara durmadan havlarken geceler boyunca plan yapıyor B. Arada bir yorgun düşüp uyukladığında vahşi rüyalar da görüyor. Kara ile alt alta üst üste yuvarlandıkları ve onun boğazını kendi elleriyle… Başka bir rüyada bu kez bir rambo bıçağı var elinde. Bir diğerinde araba çarpıyor Kara’ya. Bir başkasında…

Uyuyamayan biri için ne çok rüya! Unutmayın yaratıcılığın en güçlü olduğu zaman uykuya dalma anları. Bu kısa, verimsiz uykular bir canavar yaratıyor B.’den. Hiçbir şey yapmadan düşünüp duran bir canavar. Söylemiştik, fikir fabrikası!

Bir pazar günü öğle vakti, nadiren uyuyabildiği, neredeyse bayıldığı saatlerden birinde vahşi havlamalar ve çığlıklarla uyanıyor. Kısa uykularında da hep böyle şeyler yaşadığı için önce ne olduğunu anlayamıyor. Seslerin arka bahçeden geldiğini fark edince pencereye koşuyor. Kara ve gerçekten siyah, dev bir köpek boğuşuyorlar. Diğer köpek dişlerini Kara’nın boğazına geçirmiş. Kara çırpınıyor, inliyor. Görevlinin kocaman bir sopayla vura vura onları ayırmaya çalıştığını görüyor B. İnip yardım etse mi? Ne yapabilir ki? Ama bu gidişle dev köpek Kara’yı parçalayacak.

Bir süre sonra arbede sona eriyor. Apartman sakinleri Kara’yı çekip alıyorlar diğer köpeğin altından. Sahibi koşarak gelip köpeğini zapt ediyor. O zaman bir doberman olduğunu fark ediyor B. Herkes birbirine bağırıyor. Çocuklar ağlıyor. Kara’yı kaptıkları gibi veterinere götürüyorlar. Bu arada anlaşılıyor ki dobermanın sahibi apartmanda birine misafir gelmiş. Köpeği de bahçeye bırakmış. Çocukların oynadığı bahçeye!

Kara yaraları sarılmış, yüzünde ürkek bir ifade ve bir torba ilaçla dönüyor. Bütün apartman seferber olmuş durumda. B. sürekli camdan onu izliyor. Birkaç kez Kara’yı yukarı doğru, ona sitemle bakarken yakaladığını sanıyor. Hiç yanına inmiyor. Artık geceleri ses yok. Korku içinde bahçenin bir köşesinde büzülüp oturuyor Kara. B. istediği gibi uyuyabilir, yazabilir. Ama yapamıyor. Yattığı yerde tavana bakarak huzursuz bir şekilde Kara’nın havlamasını duymayı bekliyor.

B.’nin işten çıkarıldığı gün ölüyor Kara. Korkudan, diyor görevli, yarası o kadar hayati değildi. Hey gidinin Kara’sı, diye ekliyor. Nasıl da korudu bebeleri. Bir de şikâyet ediyordun abi. Ben mi, yok canım, ben ne zaman, gibi bir şeyler geveliyor ağzında B. Görevlinin bakışları keskin, gözünü hiç kırpmadan bakıyor ona.

B.’nin bundan sonra ne yaptığını bilmiyoruz. Dediğimiz gibi oldukça sıradan bir hikâyeydi bu. Sürekli havlayan bir köpek ve yazan bir adam hakkında. Bizim yapabileceklerimizin de sınırları var elbette. Söylemiştik, yalnızca aktarmakla mükellefiz. Biz kim miyiz? Onu da siz bulun.


Gamze Güller


0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page