top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Gizem Uysalcan- Defans

“Ölülerimizi ‘sık kullanılanlara’ ekliyoruz.”

Birhan Keskin


O, yanıma geldiğinde ben hâlâ arabayı çalıştırmaya çalışıyordum. Bana söylediği yere tam saatinde geldim. Arabadan inip bir sigara içtim ve neden burada olduğumu düşünmeye başladım. Bir an buradan dönüşün mümkün olamayacağını düşündüm ama içimden bir ses çekip gitmem gerektiğini söyledi, bu yüzden arabaya tekrar bindim ve kontağı çevirdim.

Araba öne doğru iki kez gelip gitti ve motordan köpek hırıltısına benzeyen sesler çıkmaya başladı. Motorun yanmasından korktuğum için kontağı geri çevirdim. Beş dakika sonra tekrar denemeliydim. Kafamı direksiyona dayadım. Yarım saattir geçmeyen ağrının bu şekilde hafifleyeceğini düşündüm. Karıma yaptığım şeye inanamıyordum. Karım beni seviyordu ve çocuklarıma iyi davranıyordu. Hiç doğuramayacak oluşunun verdiği üzüntüyü böylelikle daha kolay atlatmıştı. Hatta iki kızımla vakit geçirmeyi benimle vakit geçirmeye tercih ederdi. Bunu biliyordum. Böyle olması işime geliyordu. Kimsenin yokluğumu fark etmemesi işimi kolaylaştırıyordu. Bir gün, herkesin imrenerek baktığı güzeller güzeli karım, çocukların karne aldığı gün, elinde top şeklinde bir pastayla bizi karşıladı. Futbola aşık olduğumu biliyordu. O yüzden futbol topu şeklinde üzerinde siyah beyaz beşgenleri olan bir pasta yapmıştı. Yıllar önce pastacılık eğitimi almıştı. Pasta muhteşem görünüyordu. Çocuklar boynuna atladı ve parmaklarını pastaya daldırdılar. Birden ayaklarımdan yukarıya doğru çıkan bir sıcaklık hissettim. Kalbim çok hızlı çarpmaya başladı ve hissettiğim şeyin o an beni yakacağını düşünmeye başladım. Büyük bir öfkeydi. Pastayı karımın elinden aldım ve daha fazla zarar vermemeleri için çalışma odama götürdüm. O gün evdeki kimse benimle konuşmadı.

Arabayı çalıştırmam ve geri dönmem gerekiyordu. Kontağı tekrar çevirdim ve yine aynı ses daha güçlü hırladı. O sırada çoktan dibimde bitmişti.

“Lan, ödüm patladı.” dedim.

“Yerim senin ödünü.” dedi ve başka bir şey söylememe fırsat vermeden yanıma oturdu. “Gidiyor muydun yoksa?” diye sordu.

“Bilmiyorum, ben. Ben delirmeye başladığımı düşünüyordum. Senden beni psikiyatriye falan götürmeni bekliyordum. Sen de delinin tekisin.”

“Öyle mi? Bunu bildiğin için aramadın mı beni? Söylediğin şeyin tek kelimesine bile inanmadığım için geldim buraya. O yüzden görmek istiyorum. Sonra ne halt edersen et. Kız gibi mızmızlanmayı bırak da sür şimdi şu arabayı.”

Başka bir çarem yokmuş gibi gözlerine baktım. Konuşmak istemiyordum. Kontağı tekrar çevirdim. Araba büyük bir gürültüyle çalıştı. İlk hissettiğim şey acıydı. Sonra ellerim titremeye başladı, yumruklarımı sıktım ve kafamı direksiyona vurmaya başladım. Bir eliyle boğazımı kavradı ve vücudumu koltuğa yapıştırdı.

“Sen iyi ol diye uğraşıyoruz burada. Adamın yaptığı şeye bak. Ne diye aradın lan o zaman beni?” dedi. Elini boğazımdan indirdim. Çok az kaldığını düşündüğüm gücümü ayağıma verdim. İlk önce debriyaja sonra gaza yüklendim. Kalenin arkasındaki caddeden, pavyonlara çıkmadan önce cadde iki sokağa ayrılıyordu. İkinci trafik ışığından sonra sağdaki sokağa girdim. Sokağın sonundaki yokuşu tırmandıktan sonra arabayı sağa çektim. Ne yapmam gerektiğini düşündüğüm sırada kapısını açtı ve dışarı çıktı. Ben de bu kez oyalanmadan peşinden dışarıya çıktım.

Ev tam karşımızdaydı. Yıkımdan kalan birkaç evden biriydi. Dışarıdan bakınca tam bir tabloyu andırdığını düşündüm. Kırmızı pencereleri, siyah demir kapısı ve eskimiş kiremitleriyle sanat dergilerindeki, ünlü fotoğrafçıların çektiği ev fotoğraflarını andıran bir duruşu da vardı. Bakımsız görünmesine rağmen güzel olduğunu bir kez daha fark ettim. Eve doğru yürümeye başladığımda kalbim çok hızlı atıyordu. Kapıya geldiğimizde nefesinin sesini duyacak kadar dibimdeydi. Cebimden anahtarı çıkardım. Koleksiyonumu ilk kez birisi görecekti. Eve misafir geleceği zaman etraf düzenlenir, temizlik yapılır ve en güzel yiyecekler masaya koyulurdu. Örümcek ağlarıyla örülü koridora girdik.

“Hadi, göster bakalım.” dedi. Biraz daha beklemek istiyordum.

“Buraya bir buzdolabı aldım. Bira içelim. İçeriye geç, otur. Ama hiçbir yeri karıştırma.” dedim. İçeriye girince heyecanım geçmişti. Bu dünyada çok farklı insanlar tanımıştım. O, güvenebileceğim tek insandı. Yıllardır görüşmüyor olsak bile. Yine de buzdolabının kapağını açana kadar içimden iyice sakinleşmem için ona kadar saydım. O ise, içinde bir buzdolabı ve bir tekli koltuktan başka bir şey olmayan mutfakta oldukça rahat görünüyordu. İki ay önce çocukların odasındaki tekli koltuğu buraya getirmiştim.

“Eğer anlattığın şey doğruysa…” dedi ve sustu.

“Göreceksin işte.” dedim. Ses tonuma kendim bile şaşırdım. Ona baktığımda sırıtıyordu ve öndeki kırık dişini hâlâ yaptırmadığını fark ettim. Saçlarının neredeyse tamamı beyazlamıştı. Burnu daha da büyümüştü sanki. Şimdi bunları düşünmenin zamanı değildi. Çocukluk arkadaşına yardım etmeye gelmişti. Birayı uzattım. Susamış gibi içmeye başladı. Biranın neredeyse yarısına geldiğini düşündüğüm sırada konuşmaya başladı.

“Göreceklerim hoşuma gitmeyecek sanırım. Ama bu işe girişmeden önce görmeliyim değil mi? Doğru olan bu.” dedi. Bira şişesini salladı. “Evet doğru olan bu.”

“Doğru olan bu.” dedim.

“Hepimizin farklı sorunları var tamam mı? Yeter artık daha fazla uzatma.”

Mutfağın tam karşısındaki odayı parmağı ile gösterdi. Korkmaya başlamıştı. Evet, kesinlikle korkuyordu. Söylediklerime inanmamıştı. Şimdi de söylediklerim onu korkutuyordu.

“Bana yardım edeceksin değil mi? Önce biranı bitir.”

“Hayır,” dedi. Korktuğu için sinirleniyordu. Bakışlarını bir an üzerime dikti. Ardından, “Tamam, o zaman.” dedi.

Korkmaya başlayan birini hemen anlardım. Bu konuda uzmanlaşmıştım. Gözleri hâlâ üzerimde vereceğim cevabı bekliyordu. Elimi karşımdaki kapısı kapalı olan odaya doğru uzattım. Yavaşça ayağa kalktı. Bira şişesiyle kapıya doğru yürümeye başladı. Tekli koltuğa kendimi bıraktığımda, kapıyı çoktan açmıştı. Gözlerini odada merakla gezdirdiğini görebiliyordum. Arkasını döndüğünde, bana “nerede?” der gibi bakıyordu. “Kapıyı aç.” dedim. Odanın içinde başka bir odaya açılan kapının varlığını ben söyleyene kadar fark etmemişti. Bu kez hiç beklemeden diğer kapıyı açtı ve koleksiyonum büyük bir gürültüyle ayaklarının üzerine döküldü. Daha önce hiç görmediği ve bundan sonra da hiç tanıma fırsatına erişemeyeceği, alnı ve göz altları çizgilerle dolu, siyah beyaz beşgenlere boyanmış yüzleri gördüğünde henüz biramı bitirmemiştim.


Gizem Uysalcan

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page