top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Hatice Tosun- Ben Ayla

“Dönüyorsun. Dönüyorsun ama döndüğün yer evin olmuyor artık.” dedim. Annem dakikalardır diliyle oynadığı zeytin çekirdeğini yutuverdi. Babama baktım. Duymamış gibiydi. “Döndüğün yer annenin evi, babanınsa ocağı oluyor.” diye devam ettim. Sesim bir önceki cümleme göre daha yüksek çıkmıştı. Babam duysun istiyordum. O ise tabağındaki salatalığı çatalının altında ezmekle meşguldü. Masanın altından bir tekme savurdu annem. Bacağımı teğet geçti. Yüzüne bakmadan omuz silktim.

***

Merhaba, ben Ayla. Evin istenmeyen kızı. İstenmeyen çocuk evin ya kıymetlisi ya da derdi olurmuş ya; ben, annemin kıymetlisi babamınsa derdi oldum.

İlk sigaramı ortaokulda yakalattım mesela. Dolmuştan bir durak önce inmiştim. Ara yola sapmıştım. Eteğimin beline sakladığım paketten bir dal çıkarıp yakmıştım ki ardımda patlayan motosiklet sesi ile basıldım. Meğer babam durağın oradaki bakkaldaymış. Beni inerken görmüş. Alayım da eve beraber geçelim, demiş. Kırk yılda bir iyiliğimi düşünmüş, yürümesin, demiş ama ne görse beğenirmiş kızı sigara içiyormuş. Zaten olmaz olsaymış böyle evlat. Bu yaşta kimden öğrenmişim bu işleri. Okula diye nereye gidiyormuşum. O, ben okuyayım diye o kadar fedakârlık yapıyormuş da ben ne yapıyormuşum. Hele bir liseye giriş sınavını geçemeyeyim bak o zaman neler oluyormuş.

Günde iki paket sigara içen, sigarası bittikçe bakkala beni yollayan babam, o gün ne hikmetse kendi sigarasını kendi almaya çıkan babam, eve kadar böyle sürüklemişti beni. Mahalleli dışarıdan görülmüyor sanılan tüllerin ardından sürüklenişimi izlemişti. Biri de çıkıp ne yapıyorsun Mahmut Bey, dememişti.

Mahmut Bey, orman işletmede müdür Mahmut Bey. Memuriyetinin hakkını veren Mahmut Bey. Ben Ayla, Mahmut Bey’in armudun dibine düşen kızı. Sigara olayından sonra bakkala bile gönderilmeyen, her sabah durağa bırakılıp her akşamüstü duraktan alınan, eve girdiği gibi üzeri aranan Ayla.

Peki, durdum mu? Durmadım. Liseye giriş sınavını geçtim. Anadolu lisesine yerleşen tek kız oldum mahallede. Annem dualara, babam da o meydan dayağına dayadı başarımı. Hâlbuki hırsım İhsan içindi.

İhsan çocukluk aşkım. O da mahallenin Anadolu lisesine yerleşen ender çocuklarından. Kuran kursuna başladığımız o yaz tatilinden beri aşığız birbirimize. Babamın beni mahalle boyu sürüklediği o günden birkaç hafta sonra dolmuştan inmeden bir kâğıt vermişti bana. Oracıkta açıvermiştim. Kâğıtta, sen de Anadolu lisesini yaz, yazıyordu. Dönüp, söz, demiştim İhsan’a sonra da kâğıdı yutmuştum. Sonuçta babamın bağırsaklarımı da kontrol edecek hali yoktu ya.

Anadolu lisesindeki ilk yıllarım vukuatsız geçti. Okul ilçenin dışında olduğu için sabahları çevre yolundan alıyordu servis beni. Benden sonra da İhsan’ı. Sınıflarımız farklıydı ama servis yolculuklarımız, teneffüsler ve öğle araları bize aitti. İhsan’ın Merve, Elif ya da Ayşe olduğu hafta sonları da bizimdi. Geçmiş yıllarımdaki olaylar ergenliğim olarak kabul edilmiş, unutulmasa da sineye çekilmiş gibiydi. Artık üstüm başım da aranmıyordu. Üstüne üstlük son sınıfa geçerken kazandığım dershane indirimi babamın gözünde dertten “aslan kızım”a yükselmemi bile sağlamıştı. Konu komşu da iftihar etmeyi ihmal etmiyordu. Ben yollarda sürüklenirken tül perdenin altına sinen o gözler utanmadan ortalığa dökülüyor, bir de ne kadar hanım hanımcık olduğumdan bahsediyordu. Babam öğretmen olacağımdan emindi. Annem için öğretmenlik olmazsa hemşirelik de alternatifti. Çünkü ikisi de kadın için en ideal meslekti. Bunca yıllık memurun kızının da memur olması gerekirdi. Devlete sırtımı dayadığımda babam da emekli olabilirdi artık. Atamalar başlarda sıkıntı olsa da er ya da geç bu taraflara tayinim çıkartılırdı. Sonra da…

Kimse sormadı ama söyleyeyim; ben mimar olmak istiyordum. İstanbul’a gitmek istiyordum. İhsan da destekliyordu. Çünkü o da inşaat mühendisi olacaktı. Nasıl Anadolu lisesine beraber yerleştiysek İstanbul’a da yerleşirdik.

Düşlerimizi her gün heyecanla birbirimize tekrarlıyorduk. Her defasında farklı detaylar ekliyorduk. Bazen dönercide bazen simit ayran alıp yayıldığımız belediye parkında bazen de deneme sonuçlarını kontrol ettiğimiz kantinde. Son yıllarımın bu kadar sakin geçmesi arada bir beni de huzursuz etmiyor değildi. Küçükken çok güldüğümde annem etimi kıstırırdı, çok gülme çok gülünce ağlarsın, diye. Sonra da mutlaka bir şekilde ağlardım. Yıllar içinde öğrendim ki bu klasik koşullanmaymış. Ne zaman biraz fazla gülsem, mutlu olsam dilimi ısırırdım, tahtaya vururdum. Taşa vurmazdım çünkü başa gelme ihtimali yüksekti.

Sınava haftaların kaldığı, okulun son sınıf öğrencilerine sonsuz rapor hakkı tanıdığı o günlerdeydik. Sabahları kalkıp okul yerine dershaneye gitmeye başlamıştık. Art arda girdiğimiz denemeleri İhsan ile kantinde kontrol ediyor, sonuca göre kendimizi ödüllendiriyorduk. O gün ülke genelinde yapılacak bir denemeye girdik. Sınav, iyi geçti. Çıkışta nefesimizi tutarak karşılaştırdık cevap anahtarı ile sınav kitapçığını. Netler hedeflerimizin üstündeydi. Vaziyete göre İstanbul’a da hayallerimize üç aşağı beş yukarı değil koşa koşa ulaşıyorduk. Talihim dönüyordu. Özgürlüğümün ön rezervasyonuydu bu deneme sınavı. Hadi, dedim İhsan’a, ödülü hak ettik, önce güzel bir döner ayran sonra sinema. Bunlar son döner ayranlar, dedi İhsan. İlerde İstanbul’da balıkçılarda kutlayacağız başarılarımızı. Dönercinin plastik masasında ayranlarımızı tokuştururken boğaza karşı kaldıracağımız kadehleri hayal ettik. Turşunun yanına bırakılmış kürdanlardan evimizin planını çizdik. Sinemaya yürürken oturacağımız semte karar verdik. Sinemaya, konsere, kültürel etkinliklere doyacağımız bir semt olmalıydı. Sabahları uğrayıp kahve alacağımız tanıdık dükkânlar, ne yediğimizi zamanla ezber etmiş lokantalar biriktirmeliydik. Mağazaların önünden geçerken ses etmesek de göz ucuyla gelinlik ve damatlığı bile seçmiştik. Biliyorum.

İhsan’ın koluna girdim. Terle karışık tıraş kolonyasını içime çektim. Sinemanın önünde durduk. Filmi sen seç, dedi bana afişleri göstererek. Ne yiyeceğimizi, nereye gideceğimizi, hangi filmi izleyeceğimizi ben seçerdim hep. İhsan’ı, kuran kursunda tanıştığımız o yaz tatilinde de bu yüzden sevmiştim. Aynı anda girmiştik sınıfa. İki yer boştu. Gidip bir yere oturmadan, sen seç, demişti bana. Nereye oturmak istersin?

İhsan benim hayatımda seçtiğim ilk şeydi. Hep böyle ol olur mu, dedim. Yüzüme baktı. Gülümsedi. Babam gibi olma, deyiverdim. Gülümsemesi sönmedi ama gözlerinden bir bulut geçti. Onun da gözünün önünden mahallede sürüklenişim geçti. Biliyorum. Saçlarımdan öptü. Söz, dedi. Uzandım, dudağından öptüm. Sözümüz mühürlensin diye.

Bir acı yükseldi sonra saç diplerimden. Beni geri çekti. Sabit kalamadım, sendeledim. Sırt üstü yere düştüm. Başım yere çarptı. Sonra bir tekme karın boşluğuma. Ardımda küfürler yükseliyordu. Acımdan dönüp bakamıyordum ama bu sesi tanıyordum, babamdı.

İhsan bağırıyor, beni kaldırmaya çalışıyor babamın sesi İhsan’ı bastırıyordu. Git, diyordu ona. Elimden bir kaza çıkmasın git. İhsan gitmiyordu. Aşkıma aşk katıyordu. Ama gitsin istiyordum. Zihninde böyle yer edinmek istemiyordum. Kaçsın gitsin istiyordum. Çünkü kırılmazdım. Gitsin kendini kurtarsın ki sonra da dönüp bizi kurtarsın buradan, diyordum.

Gelen geçen yol kenarına birikmişti. Balkonlardan insanlar sarkıyordu. Etraftaki dükkânlardan çıkanları gördüm, babamı tutmaya çalışanları. Polis çağırın, diye bağıranları duydum. Ne olmuş, diye fısıldayanları. Sonra bir tokat sesi duydum. Gözlerimi yumdum ama yeni bir acı bölgesi hissetmiyordum vücudumda. Gözlerimi açınca İhsan’ı da ayakucuma kapaklanmış gördüm. Kalbim acıdı. Bedenimdeki diğer tüm acıları bastırdı. Ağlamaya başladım. İhsan’ın tıraşlı, kolonya kokulu yanağı alev alev babamın parmak izlerini taşıyordu. Az önce dudağımın izini bıraktığım yere babam nasırlı avcunun kalıbını çıkarmıştı. İhsan yerde, ben yerde, babamın tekmesi sırtımda, küfürleri kulağımda, etrafın gözleri üzerimizde... Sonra karanlık.

Gözlerimi açtığımda yatağımdaydım. Annem ayakucumda oturuyordu. Yüzü bahçeye bakan pencereye dönüktü. Elindeki peçete yığınına bakılırsa epey ağlamıştı. Bedenimi zor hareket ettiriyordum. Her yanım ağrıyordu. Üzerimden merhem kokuları yükseliyordu. N’oldu, dedim. Kan çanağına dönmüş gözlerini bana çevirdi annem. Bayılmışsın, dedi. Sonra yeniden bahçeye bakan pencereye döndü yüzünü. İhsan geldi aklıma. Kıpırdandım. Telefonumu arandım. Boşa arama, dedi annem. Baban kırdı telefonunu, ama çocuk iyiymiş, eve götürmüşler. Sustum. Annem de sustu. Yüzüme bakmıyordu. Tanıyordum bu halini. Küsmüştü bana. Hayal kırıklığına uğratmıştım onu.

Ne kadar süre sustuk, bilmiyorum. Annem aklına bir şey gelmiş gibi kalktı ayakucumdan. Odadan çıktı. Babam evde yoktu herhalde. Yerimde doğrulmaya çalıştım. Ama bir türlü sağ bacağımı kendime çekemedim. Bir endişe çöktü içime. Bacağım mı uyuşmuştu ya da kırılmıştı, neden kıpırdamıyordu. Telaşla üzerimdeki örtüyü kaldırdım. Tüylerim diken diken oldu. Yutkunamadım. Bacağım ne kırılmıştı ne de uyuşmuştu. Bacağım yatağımın demirine bağlanmıştı. Babam, beni bacağımdan demire bağlamıştı. Babam, kızını bacağından demire bağlayarak hayallerini de bağlarım sanmıştı. Ben size o görüntüyü tasvir bile edemem ki.

Odanın kapısı yeniden açıldı. Annem elinde bir tepsi ile gelmişti. Benim öylece, bağlı bacağıma baktığımı görünce olduğu yerde kaldı. Artık konuşmaya da ağlamaya da gerek duymadığımızı hissettiğim bir andı. Dönüp anneme bakmama, ona, neden, diye sormama, onun bana bir şeyler açıklamasına ihtiyacımız yoktu. Örtüyü yeniden çektim üzerime. Görünmeyenin var olmadığı yalanına inanarak. Annem tepsiyi kucağıma bıraktı. Bir şeyler ye de ağrı kesici vereceğim sonra, dedi ve çıktı. Yedim. Ağrı kesici de içtim sonra. Uyudum. Uyandım. Arada bacağımı kendime doğru çekmeye çalıştım. Bağlılığımı kontrol ettim. Sonra yeniden uyudum.

On yedi yaşımın haziranı. Sınavıma on bir gün var. Bir çarşamba sabahı. Annem, babam ve ben evden çıktık. İlçe devlet hastanesine girdik. Jinekoloji kliniğinden sıra aldık. Koridor boyu dizilmiş sandalyelere sıralandık. İsmimin söylenmesini bekledik. Bilmem kaçıncı defa aralanan kapıdan ismim söylendi. Annem kolumdan tuttu. İçeri girdik. Doktor yüzüme baktı. Gözlerime. Beni annemin kolundan aldı. O koltuğa oturttu. Koltuğu çevreleyen perdeyi annemin suratına çekti. Yanıma oturdu. Elimi tuttu. Ne pantolonumu sıyırdı ne bacaklarımı araladı ne de tek kelime etti. Sadece birkaç dakika ellerimi tuttu. Ardından beni koltuktan indirdi. Perdeyi açtı. Kafamı kaldırmadım. Annemi bu sahneyle beraber zihnime kazımak istemedim. Doğruca kapıdan çıktım. Babam ayağa kalktı. Durmadım. Koridoru adımlamaya devam ettim. Annem ardımdan çıktı. Bir kâğıt sesi duydum. Annemin elinden babamın eline geçen bir kâğıdın sesini. Beni bacağımdaki ipten kurtaran, bana sınava girme özgürlüğü tanıyan, babamın beni kaldığı yerden sevmesine yarayan, İhsan’ı bir daha görmeme engel olan bir kâğıt sesi. O kâğıdı hiç görmedim.

***

Doyduysan kalkalım artık Mahmut, dedi annem. Doktor bizi bekler. Onlar toparlanırken ben kasaya geçtim. Hesabı ödedim. Kapının önüne çıktım sonra. Bir sigara yaktım. Annem babamın koluna girmiş yavaş yavaş adımlıyordu kapıya çıkan patika yolu. Gözüm mekânın dış cephesine takıldı. Köşe güzel değerlendirilmişti. Söğüt ağaçları ile çevrelenmiş bahçesi haziran sıcağında kahvaltı etmek için idealdi. İç tasarımında ilçenin yerel ögelerinden de nasiplenmişlerdi. Ama eğreti duran birkaç detay vardı. Yine önü hastaneye bakan bir mekân için oldukça iyiydi.

Yolun karşısına geçtik; annem, babam ve ben. İlçe devlet hastanesi başka bir yere taşınmış, ondan kalan bina özel bir onkoloji kliğine çevrilmişti. Sıra almadık, koridorda beklemedik, doğrudan doktorun odasına girdik. Hemşire annemi görünce ayaklandı hemen. Hoş geldiniz, dedi. Babamı, diğer koluna girerek iç taraftaki odaya götürdü. Bizi görünce doktor hanım da kalkmıştı yerinden. Bana doğru yaklaştı. Elini uzattı. Elimi çantama götürdüm. Bir kartvizit çıkardım. Doktorun bana uzanan avcuna sıkıştırdım.

“Merhaba ben Ayla Keskin. İç mimar. İstanbul’da yaşıyorum. Kartımı takdim edeyim. İletişim bilgilerime buradan ulaşabilirsiniz. Annem burada yalnız yaşıyor. Babamla ilgili bir durum olduğu zaman lütfen önce beni bilgilendirin. Kontrollerden sonra ödeme işlemlerini de ben üstleneceğim.” dedim bir çırpıda ve odadan çıktım.

Durmadım. Koridoru adımlamaya devam ettim. Tuttuğum nefesi bıraktığımda kliniğin kapısındaydım.


Hatice Tosun


Öyküyü sesli dinlemek için:


1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page