top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Havva Evin Akay- Kadınla Adam

Leyla’yla kavga ettiğimiz gündü. Küfür gibi bir gün. Kafam dalgın. Oysa o sabah içimde kocaman bir sevinçle uyanmıştım. Hayatımın en önemli durağına gelmiştim işte. İstikametim değişecekti. Her şeyi ayarladım. Akşam Mavi’nin Yeri’nde ona hayatlarımızı birleştirmenin en parlak teklifini yapacaktım. Mavi Usta’nın kurutulmuş orfinozunun ağzına koyacaktık yüzüğü. Ben ve sen biriz demek için Leyla’ya.

"Balığın içi aydınlatılacak usta?"

"Hallederiz evlat," dedi.

"Aydınlık, güzel günleriniz olsun."

Gece heyecandan uyuyamamıştım. Leyla fabrikada gececiydi. Uyur kalırsa diye içime bir korku düştü. Büyük bir hayalin beslediği planlar istersin ki tıkır tıkır işlesin. Beşe kadar zor zapt ettim sabrımı. Bana kalsa günün zifirinde dikilirdim karşısına. Aradığımda sesi dinç geliyordu, uyuyup dinlenmiş. Sakin sakin konuşuyordu. Ben sabırsız, telaşlı…

"Aşkım," dedi, "Taner’in canı çok sıkkın Müjde’yle ayrılmışlar. Bugün görüşelim dedik. Mavi’nin Yeri’nde buluşalım akşam. Kafaları dağıtırız biraz. Çocuk darmaduman."

Ben de, Leyla ben de darmadumanım.

"Nerden çıktı şimdi bu? Bize ne Taner’le Müjde’den?"

"Ne biçim konuşuyorsun Sedat?" dedi, "kaç yıllık arkadaşım Taner. Bu zor gününde yalnız mı bırakayım."

Ne yapmam gerekirdi, nasıl sakin kalmalıydım bilemedim tabii. Kırıp döktüm.

"Ne halin varsa gör, ben gelmiyorum," deyip kapattım telefonu suratına. Soluğu Mavi’nin Yeri’nde aldım.

Usta beni görünce, "Başlıyor muyuz?" dedi.

"Başlıyoruz usta, getir kadehleri," dedim.

"İçmeseydin şimdiden," diye afalladı.

"O iş kaldı usta sen getir yetmişliği," deyince dondu kaldı adamcağız. Ne basit dertlerim varmış. Sanki günler çuvala girdi. Ama işin içinde Taner’ in olması canımı çok sıkmıştı. Oldum olası gıcıktım herife. Gece gündüz aramalar, canımlı cicimli konuşmalar… Olur da çıkar gelirler diye aceleyle diktim tepeme kadehleri. Leyla durmadan aradı, açar mıyım, açmadım. Telefonumdaki onlarca cevapsız aramayla, kalbimdeki zamansız kırıklıkla, bastıramadığım öfkemi yanıma alıp çıktım balıkçıdan. Nereye gittiğimi bilmeden atladım motora. Gerisini hatırlamıyorum.

Gözümü açtığımda hastanedeydim, başımda babam… Sapsarı yüzü, kan çanağı gözleriyle boş boş bakıyordu bana.

"Neden oğlum neden? Nasıl yaptın bunu kendine?"

Ne dediğinden zerre bir şey anlamıyordum, daha ayılamamıştım bile. Acı yoktu vücudumda, hiçbir şey hissetmiyor, hiçbir şey algılayamıyordum. Kaza geçirmişim. Beni arasında sıkıştığım arabalardan birinin şoförü getirmiş hastaneye. Acil ameliyata almışlar. Babam detayları anlatırken, belime kadar örttükleri beyaz çarşafa dikildi gözlerim. Sağ bacağımın boşluğunu fark edince attığım çığlıklar hastaneyi ayağa kaldırdı. Sakinleştirici vurup uyuttular. Ne kadar uyudum bilmiyorum. Zaten uyanmak istemiyordum artık. Sonsuz bir uykuya kavuşmanın hayalini taşıyordum.

Uyandığımda karşılaştığım gerçeğe katlanamıyordum. Ne Leyla ne Taner ne orfinoz ne ben, hiçbir şey umurumda değildi. Hayallerimden çok uzakta acımasız, katı gerçeğin tam ortasındaydım. Bir insanın kendi yaptığını kimse yapmazmış, diyen annemin sesi içimde susmak bilmiyordu. Her ayıldığımda kulaklarımı yakan, kavuran bir acılıkta tekrarlandı durdu o günlerde.

Eve çıkmadan Leyla geldi hastaneye, görüşmek istemedim. Bu acıyı ben taşıyamazken bir de onun omuzlarına nasıl yükleyebilirdim ki? Madem ki bu saatten sonra onu her türlü üzecektim bari bensiz baş etsindi. Bir de varlığımla ya da talihsiz yokluğumla onu buluşturma düşüncesine katlanamıyordum. Leyla her şeyi öğrenmiş sonradan, Mavi Usta da anlatmış en ince ayrıntısına kadar, sağ olsun.

Eve döndüğümüzde kapımdan ayrılmadı Leyla.

"Evlenelim Sedat, n'olur beni affet," diye her gün yalvarıyordu. Nerden bilecektim ki pişmanlıkla mı, acımayla mı, sevgiyle bağlılıkla mı yaklaştığını bana. Nasıl emin olabilirdim? Onu bu hayata mahkûm etmeye nasıl cüret ederdim? Onun pişman olması için herhangi bir sebep var mıydı ortada? Eşeklik benimdi. Ama acımı tek başıma yaşayamıyordum. Çevremdeki herkese bulaşan bir acılık vardı sakatlığımda.

Annem babam perişandı. Leyla da bir süre sonra onu istemediğime inanıp vazgeçmişti benden. İlk zaman ailemin tüm ısrarına rağmen takma bacak istemedim. Evden çıkmıyordum ki. Hatta odamdan bile... Yemeyi içmeyi kestiğim zamanlar geride kalmıştı ama içimde hâlâ ayağa kalkacak gücü bulamıyordum. Gelen gidene, eşe dosta, en yakınlarıma bile kendimi kapatmıştım. Çalışma hayatım bitmişti.

Sonra babam bir sabah odama kahvaltımı getirdi. Yüzü gözü çökmüştü, kupkuru elleriyle saçlarımı okşadı. Böyle davranarak sırtlarındaki yükü ağırlaştırdığımı fark ettim.

Elini tuttum, "Yarın gidiyoruz," dedim.

"Nereye oğlum?" diye meraklandı.

"Ayağa kalkmaya."

Kazadan beri pansumanlar, rutin kontroller dışında dışarı çıkmamıştım. O gün annemle babam sevinçten ne yapacaklarını şaşırdı. Babam sırtlayıp çıkardı beni kapıya. Annem koltuk değneklerimi getirdi koşa koşa. Uzun zamandır üstümüze çöken sessizliğin, kasvetin dağıldığını görüyordum. Kızdım kendime. Annem alnıma sıcak bir öpücük kondurdu. Babam güçlü avuçlarıyla iki kere tokatladı yüzümü. Umut hepimizi kuşatan renkli bir yumaktı şimdi.

Sokağı, gökyüzünü, kuşları, ağaçları ilk kez görüyor gibiydim. Ezbere yeni başlayacak hevesli bir çocuktum. Mahalledeki bakkal, kahve, yol boyu dizili dut ağaçları, konu komşu, karşıdan gelen şu kadınla adam, herkes, her şey yeniydi bana. İlk öğrendiğim kelimelerdi hepsi.

Kadınla adam, kadınla adam. Leyla’yla Taner. Leyla’yla Taner. Leyla. Taner. El ele. Leyla’nın başı önünde. Taner kafasını çeviriyor. Uzaklaşıyorlar.

"Evlendiler," dedi babam. "Sana söylemedik. Kendi derdin kendine. Bir kez daha sakatlanma dedik."

"İyi yaptınız baba," dedim.

Değneklerim kayboldu o an koltukaltlarımdan. Sesler, görüntüler silikleşti. Ben eksildiğimle kaldım.


Havva Evin Akay

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page