top of page

Öykü- Hicret Birik- O At Hariç

  • Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyat
    İshakEdebiyat
  • 23 Eyl
  • 3 dakikada okunur

Her şeyi unutabiliyorum, her şeyi. O at hariç.

Ben o atı neden unutamıyorum?

Az evvel bir el dolaşıyordu karnımda. Kim olsa bir dere iner bacaklarının arasına. Bereketli ve doğurgan bir dere. O eli sevmiyorum ben. Söyleyemiyorum kimseye. İyi olmalıyım, iyi. Kendime kötü olacak kadar iyi. Kendime söyleyebiliyorum her şeyi. İnsan bir tek kendini bıkmadan usanmadan dinleyebilir. İnsan bir tek kendine bıkmadan usanmadan konuşabilir. Şimdi kapalı bir kapının ardında yalnızım. Az evvelki el de yalnız. Karnımdan çekildi. İçimden bağırmak geliyor. Sesim o atın boğazına takılmış, kişniyorum.

Ben o atı neden unutamıyorum?

Kalkıp pencereden bakıyorum karanlığa. Gökyüzü ince bir buz tutmuş. Öyle kırılgan ki. Yanlışlıkla bir yıldız kaysa parça parça karanlık dökülecek yere sanki. Dökülsün istiyorum. Yanlışlıkla bir yıldız kaysın. Yanlışlıkla yeri değişsin bütün yıldızların. Dünya aksi yöne dönsün yanlışlıkla. Yanlışlıkla tüm doğrular alt üst olsun. Yanlışlıkla o at gelsin. Yanlışlıkla binip dörtnala gideyim. Yanlışlıkla yeniden yanlış bir hayata doğru. Yanlışlıkla ölmeyeyim. Yanlışlıkla yaşayayım. Yanlışlıkla sarılayım o atın boynuna.

Ben o atı neden unutamıyorum?

 Kapının ardından bir kadının sesi duyuluyor. Eski bir ses. Ses eskir. Eskidikçe tuhaf bir huzur oturur tınısına. Yeterince dinlendiğinden midir, herkese dinlendirebilir kendisini. Harfler ağzında ıslanıyor, sanki konuşmuyor da iştahla yiyor gibi. Dinlendirilmiş sesi canım çekiyor. O kadının sesini yemek istiyorum. Atın ölümü arpadan…

Ben o atı neden unutamıyorum?

Kapıya yöneliyorum. Ahşap değil, ahşap işlenmiştir, bu bildiğin tahta, işlenmemiş. Rengi bile taze talaş rengi, yeşilimsi sarı. Kokusu acı, yakaran bir koku. Kurtarın beni, diye bağırıyor ağaç. Oysa kapı olmuş, farkında değil. Yavaşça itiyorum. Eski ses sessizce dualar okuyor. Birbirine çarpan dudaklardan çıkan tıpırtı uykumu getiriyor. Sabah ezanını duyuyorum ardından. Bekliyorum. Tanrı uludur, tanrı uludur. Karşılığı ise bir dakikalık saygı duruşudur. Eski ses kalkıp dışarıya çıkıyor. Evin kenarında akan bir dere var. Üstü ince bir buz tutmuş. Gök mü yansımış dereye, dere mi göğe, bilmiyorum.  O at eğilmiş dereden su içmek istiyor; kahverengi, güçlü, yaban.

Ben o atı neden unutamıyorum?

Kadın önce dirseğini suya daldırıp ince buzu kırıyor, yere yıldız akıyor sanki. Çatır çatır. Ellerini dereye daldırıyor. Avucunu su doldurup ata uzatıyor. İçime göğün karanlığı dökülüyor. Gülüyorum yalandan. Öyle güzel gülüyorum ki bütün yalanlar kıskanıyor. Bütün yalanlar bir gülüşe kanabilir. Bir gülüşle bütün yalanlar kandırılabilir. Bütün yalanları kandıracak bir yalancı vardır. Bütün yalanların kanacağı bir doğrucu.

Daha sesli gülüyorum. Gülüşümün içinden gece kayıyor, gün ağarıyor. Gökte zerdalisiz ağaçlar beni arıyor, ben dalını arayan zerdali oluyorum. Şairler öksürüyor, sigara içmekten, diyorum. Bir balıkçı geçiyor gülüşümün kenarından. Bağırıyor, “Balık, balık, balııııeeeeeeeeek!” Taze panayır kuruluyor ağzımın içine. Gidip bakıyorum şıkır şıkır balık pazarı, üç tek atıyorum, sarhoş oluyorum ayaküzeri. Gülüşümde acılı bir sarhoşluk kaykılıyor. Biraz ağlak, biraz çarpık, epey dengesiz. Anlıyorum ki bütün yalanları kandıramıyorum. Oysa o at dönüp bakınca yine de gerçek sanıyor gülüşümü, o anlamıyor, saf!

Ben o atı neden unutamıyorum?

Ardından yine yeniden o kadar çok gülüyorum ki, çocuklar inanmıyor buna. Bir tek çocuklar inanmaz yalanlara. Birisi gelip yüzüme bakıyor.

“İyi misiniz?” diye soruyor.

“İyiyim iyi, kendime bıçak saplayacak kadar! Yeni eğitim öğretim yılımız hayırlı olsun,” diyorum.

“geçen sene öğrendiklerinizden ne kalmış aklı-m-nız-da söyleyin bakalım!”

Gülüşümden kalabalık bir sınıfın sesi yankılanıyor.

“At kalmış! Sadece o at kalmış!”

Ben o atı neden unutamıyorum?

Derken yine karanlığa karışıyor gülüşüm. Öyle hızlı ki. Öyle hızlı oluyor ki her şey. Her şey öyle hızlı değişiyor ki. Karnımdaki elin sıcaklığı, gökyüzünün sıcaklığı, suyun sıcaklığı, gülüşümün sıcaklığı… Hızla ayrışıyor her şey, hızla oluşuyor, hızla çözülüyor, çökeliyor. Ayrışıyorum, oluşuyorum, çözülüyorum, çökeliyorum.

 Nereye?

Cehennemin dibine!

Oradan, o kızıl ve harlı ateşten, yeni bir kimyasal tepkimenin eşiğindeyken, eriyorken, kadının uzattığı avuca bakıyorum. Hâlâ atın ağzında. At kanıyor suya. Ben susuzluktan ölemiyorum bile. Koşarak gidiyor sonra. Sesini duyuyorum. Taptaze. Ses eskimez. Eskimeyen bir sesi dinleyerek insan eskir ancak. Tahta kapıya geri dönüyorum. İçeri girip elin yanına uzanıyorum, tutup karnıma koyuyorum onu. Biliyor musun diyorum, biliyor musun? Bilmek istemiyor, uzanıp bacak aramda bereketli ve doğurdan bir dereyi yokluyor. Yok-luyor.


Hicret Birik

 
 
 

Yorumlar

Yorumlar Yüklenemedi
Teknik bir sorun oluştu. Yeniden bağlanmayı veya sayfayı yenilemeyi deneyin.
bottom of page