top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Hicret Birik- Şinasi'nin Kasketi

Şinasi köyün tek berberiydi, buna mütevellit köylünün saç tıraşları birbirinin aynısıydı. Bunun nedeni Şinasi’nin beceriksizliği değildi elbette, kendince haklı sebepleri vardı. Henüz kırkı çıkmadan evvel annesinin ihmalkârlığı yüzünden, kulak memesi yumuşaklığında bir hamur kıvamında olan kafatası yamuk bir biçimde gelişmişti. Oysaki anası Şinasi’nin kafasını sürekli aynı yöne doğru yatıracağına arada bir yanlara ya da arkaya çevirerek yatırsaydı bu kusuru olmayacaktı. Ama artık iş işten geçmiş, ömrü boyunca utancını yaşayacağı bu kusur, bir harami gibi kafasına yerleştikten sonra kapan bıngıldak kapan, demişti. Daha okula gitmeden evvel sokakta oyunlar oynarken arkadaşlarının alaycı şakalarına maruz kaldığı için başına bir kasket geçirmiş; anasının ve saçlarını tıraş eden berber Ferhat’ın dışında hiç kimsenin önüne şapkasız çıkmamıştı. Yaşı on dörde varıp bıyıkları terlemeye başlayan Şinasi aynalara baktıkça kasketinin altında sakladığı yamuk kafasını, Kaf Dağı’nda bir hazine gibi gizli tutması gerektiğini düşünmüş, somut bir bela olan bu sırrı kimseye söylememeleri için hem anasını hem de berber Ferhat’ı sımsıkı tembihlemişti. Kendi hatası yüzünden oğlunda kusura sebep olan anası bu konuda ser verir sır vermez olmuştu ancak Berber Ferhat için aynı durum geçerli değildi. Dükkânda tıraşladığı müşterileriyle dedikodu yapmayı mesleki bir gereklilik olarak gören Ferhat’ın içinde tuttuğu bu sırdan ötürü bir zaman sonra karnı şişmeye başlamış, köyün çobanı Tevfik’in sakal tıraşını bitirdikten sonra başını lavaboya doğru eğip suratını yıkarken, kulağına doğru yaklaşarak Şinasi’nin kafasının yamuk olduğunu söylemişti. Tevfik, kusurlu birini görünce kendi haline şükretmenin bencilliği ile yusyuvarlak kafasından övünç duymuş, bu gizli sırrı insanlara anlatarak kusursuz kafasının daha da belirginleşmesine neden olmuştu. Kulaktan kulağa yayılan bu bilgi zamanla tüm köyde duyulmuş, buna çok içerlenen Şinasi, berber Ferhat’tan intikam almaya yemin etmişti. Parmaklarına geçirdiği muştayı Ferhat’ın suratına dayayıp, “Madem sırrımı herkese söyledin şimdi ben de senin sırrını öğreneceğim, kolundaki altın bileziği bana takarsan seni affedeceğim,” diyerek Ferhat’tan berberlik zanaatını kendisine öğretmesini istemişti. Ferhat, gevşek ağzını utanç ve korkuyla geveleyerek Şinasi’nin isteğini kabul etmişti. Kendince, bu teklif işine gelmiş, bedavadan bir çırak edinmişti. Şinasi, ilk başlarda, Ferhat’ın eline verdiği fırçayla zemine dökülen saçları, kılları süpürmüş, paslı aynaları fıs fıs sıkarak eski gazete parçalarıyla parlatmış, usturaları, jiletleri yıkamış, tarakları sirkeli sulara batırmış, Ferhat’ın köpükleyip eline tutuşturduğu balonları heyecandan tek tek patlatmıştı. Lakin bir zaman geçtikten sonra berberliği en ince ayrıntısına kadar öğrenmiş, artık müşterilerin saç sakal tıraşlarını yapma zamanı gelmişti. İlk müşterisi, ustası Ferhat olacaktı. İntikam yemeği soğumuştu. Şinasi, Ferhat’ı tıraşlayacağı günün evvelsi akşamı dükkândaki usturayı gizlice cebine koyup evine gitmişti. Anası uyuduktan sonra mutfağa girip, elindeki küçük şişeleri metal bir tasa boşaltmış, cebinden çıkardığı usturayı bu tasın içine koymuştu. Mutfağın kireçle boyanmış duvarında bir cadı gölgesi belirir gibi olmuştu. Sabahında erkenden kalkıp metal tasın içerisindeki usturayı alarak dükkânın yolunu tutmuş, Ferhat gelmeden kepenkleri açmıştı. Dışarıya koyduğu kurutmalığa rengi kirden belirsizleşmiş havluları serip öteberiyi toparlamış, biraz gergin biraz da ineceği durağa varan bir yolcunun mutluluğuyla Ferhat’ı beklemeye başlamıştı. Ne var ki Ferhat gelmemişti. Duvardaki saate bakmıştı, on buçuk, kapıya çıkıp dışarıyı kolaçan etmişti, kimseler yoktu. Başına gelecekleri tahmin mi etti, diye geçirmişti içinden. Bir seneden fazladır sırf bugünün hayaliyle katlandığı kurbanı, içine dert olmaya başlamıştı. Kepenkleri kapatıp Ferhat’ın evine doğru yürürken, sağdan soldan koşturan insanların arasında kusursuz kafalı Tevfik’i görmüştü. “Başın sağ olsun Şinasi, ustan dün gece kalpten gitmiş,” demişti Tevfik. Şinasi’nin içini büyük bir hüzün kaplamıştı. Eve vardığında beyazlara sardıkları Ferhat’ın hareketsiz bedenini görünce cebindeki zehirli usturayı çıkarıp kefeninin üstüne koymuş, gözlerinden akan yaşları tutamamış, şapkasını yere fırlatıp ah-u figan eylemişti. Başını okşayan bir elle kendine geldiğinde bıyık altından gülen köylülerin alaycı bakışlarını fark edip yere fırlattığı kasketini hızla alarak başına geçirmiş, asıl intikam alması gerekenlerin köylüler olduğuna karar vermişti. Kimi kimsesi olmayan Ferhat’ın berber dükkânı, köyde bu işi bilen başka biri olmadığından Şinasi’ye devredilmiş, böylelikle Şinasi, berbere gelip saç tıraşı olmak isteyen herkesin kafasına bir yamuk yaparak köylüden intikamını almıştı. Başlarda bu duruma kızan köylüler her seferinde şehre gidip tıraş olmanın külfetli bir iş olacağını düşündüklerinden, zamanla kafalarındaki yamuğu kanıksayıp, Şinasi’nin kusurunu gözlerinde normalleştirmişlerdi. Şinasi’nin artık kafasına taktığı kaskete ihtiyacı kalmamıştı.

Dükkâna gittiği bir sabah kahvenin önünden geçerken kasketini çıkarıp tozlu köy yoluna fırlattı. O esnada kırmızı Pejo köy dolmuşu yerdeki şapkayı lastiklerinin altına alıp köy kahvesinin önünde tozu toprağa katarak durdu. Dolmuştan, uzun kıvırcık ense tıraşıyla yusyuvarlak kafalı Ercüment Öğretmen indi. Şinasi, yerdeki kasketini alıp silkeleyerek başına geçirdi, elini cebine attı, ardından kahvedeki köylüler, ceplerindeki zehirli usturayı kavrayıp öğretmenin arkasından baktılar.


Hicret Birik

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page