top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Hüseyin Kılıç- Elli

Bu hikâyenin kahramanını merak etmeyin. Onun kadın ya da erkek, uzun ya da kısa, güçlü ya da zayıf olmasının önemi bir gün, bir anda, annesinin ellinci doğum gününde kalmadı. Kahramanımız, bir gün, bir anda ağlamaya başladı. Sürekli ağladı. Sessiz sessiz ama içindeki çığlık dışarı çıksa kıyameti getirecek kadar güçlü ağladı.

Çin’de bir panda ağlasa o da ağlardı. Uganda’da bir goril, Meksika’da bir lama, Kızıldeniz’de bir köpekbalığı… Uçuk mavi bir tişörtü vardı, eteği siyahtı başta ama sonradan bazı yerleri aşınmış, bel kısmı ise bildiğiniz soluk bir griye dönmüştü.

Bosna’da bir genç ilk defa kız arkadaşını öptüğünde, Hollanda’da bir adam baba olacağını öğrendiğinde, İran’da bir futbolcu uzatmalarda galibiyeti getiren golü attığında ağlardı. Mutfakta biriken kap kacaktaki artık yemeklerin kokusundan ve üzerlerinde biriken küften değil önce yemek yiyecek tabağın sonra pişirecek tencerenin kalmamasından dolayı bulaşıkları kaçıncı defa mecburen yıkamıştı.

Yemen’de çocuklar açlıktan bir deri bir kemik kaldıklarında, Nijerya’da ilkokulu yaktıklarında, Yeni Zelanda’da camiyi, Norveç’te festivali taradıklarında ağlardı. Berlin’de bir evsiz donarak öldüğünde, Münih’te bir Neonazi Türkleri yaktığında ağlardı.

Moğolistan’da bir çocuk ayağı takılıp düştüğünde, Peru’da bir kadın yeterli parası olmadığı için istediği kıyafeti alamadığında, Güney Afrika’da bir genç iş arkadaşları tarafından sevilmediğinde ağlardı. Nicer Dicer almak istemiş, kredi kartının süresi dolduğu için alamamış bu yüzden televizyonda izlemekle yetinmişti. Halbuki yeni kredi kartının olduğu zarf salondaki masadan yere düşmüşse de henüz üzerinde toz birikmemişti. Baksa zarfta ne olduğunu rahatça anlayabilirdi.

Arjantin’de bir bebek ilk adımlarını attığında, Avustralya’da bir kız üniversiteden mezun olduğunda, Almanya dünya kupasını kazandığında, Türkiye’de bir genç ilk maaşını aldığında ağlardı. Bunlar olurken yakınlardaki caminin imamı değişmiş, yeni gelen imamın sesi mahalleden birkaç kişinin namaza başlamasını sağlamıştı. Ezan okunurken televizyonun sesini kısmadığı için daha doğrusu ezanı duymadığı için böyle bir şeyi düşünmek aklına gelmemişti. Bir keresinde sanki şarkıcılardan birisinin sesinin eskiden daha iyi olduğu aklından şöyle bir gelip geçmişti.

Bir İngiliz'in dişi ağrıdığında, bir Rus'un kafası yarıldığında, bir Türk'ün midesi yandığında ağlardı. O arada saçında beyaz çıkmış hatta yanında birkaç arkadaşını da getirmişti ama evdeki aynaları kırdığı için bunu fark etmemişti. O arkadaşlar da öyle çabuk çoğalmışlardı ki… Doğruyu söylemek gerekirse sabaha karşı televizyonu kapattığında kararan ekrandan kendisine bakıyordu ama siyah beyaz ekranda sarı saçının beyazlarını görmesi mümkün olmamıştı.

Özbekistan’da bir adam terfi aldığında, Pakistan’da bir ihtiyar Türkiye’deki oğlunun yolladığı parayı aldığında, Gürcistan’da bir doktor bir hastayı tedavi ettiğinde ağlardı. Bu arada erkek kardeşinin bir kızı olmuş ve isminin ne olacağını hiç düşünmemişlerdi. Bu haber güzeldi güzel olmasına ama dışarıyla neredeyse tek bağlantısı zayıflamış, kardeşi ancak ayda bir gelebilir hale gelmişti.

California’da bir adam komşusuna ateş etmiş, Sibirya’da bir kadın çocuğunu boğmuş, Kopenhag’da bir kadına tecavüz etmişler, o ağlardı. Camdan dışarı baktığında arabasının üstünde beş dakikada her yeri delik deşik eden dolunun izlerini görmüştü. Tüm mahalleli doluya lanet okurken o, dolu izlerinin arabadaki yıllar sonra ortaya çıkan ilk hayat izi olduğunu düşünmüştü niyeyse.

Avustralya’da ormanlar yandığında, Hindistan’daki selde bir kadın çocuğuyla birlikte kurtarıldığında ve Romanya’nın telaffuzu zor bir kentinde bir genç her zamanki gibi sabah aynı saatte, yani sekizde uyandığında ağlardı. Her şeyi unutmuştu, bir türlü hatırlayamıyordu doğduğu günü, okula gittiği günü ailece yaptıkları piknikleri hatta dört temmuz günü akşam üstü ömründeki ilk ve tek öpüşmesini bile unutmuştu. Kalbi öyle hızlı çarpmıştı ki patlayacağını ve patlamanın sesinden tüm şehrin şoka gireceğini düşünmüştü. Sağ eli sol bileğinde ne yaptığını fark etmeden nabzını sayarken bu kalbin bir zamanlar heyecandan patlayabileceğini düşünmek zordu doğrusu.

Demiştim ya, bir gün, bir anda ağlamaya başladı. Annesinin ellinci doğum gününde dünyanın fişi çekilmiş gibi ağladı. Dünyada ne olmuş ne bitmiş bilmeden, tek tek saydıklarımızın hiçbirinin farkında olmadan ağladı. Annesi bir gün, bir öğle vakti, ezan okunurken, birden kalp krizi geçirip gittikten sonra durmaksızın ağladı. Kimin ağladığını, kimin güldüğünü duymaksızın ağladı. Ağlamaktan göz pınarları kurudu ama o salondaki takvime baka baka ağladı. Takvim sarardı, sarardı, sarardı. Takvim sarardıkça onun rengi de daha çok soldu. İnanmadı annesinin gittiğine, gelecek, dedi, ağladı. Gelecek geldi, anne gelmedi. Mumlar yanıyordu pastanın üstünde, beş tane. Her on yıla bir tane.

Annesi gitti, o büyüdü, büyüdü, büyüdü. Fişi çekilmiş bir dünyada nasıl büyüneceğini anlamadan, buna kafa da yormadan ağladı. Nihayet kendi ellisine bir gün kala gelmeyeceğine ikna oldu. Öbür tarafta eğer ondan büyük olursa annesinin tanımayacağından korktu. Belki de ilk defa bir şey düşündü o akşam, saatin gece yarısını vurmasına çok az kalmıştı. Apar topar karar verdi daha fazla büyümemeye. Ocağa gözü takıldı, gaz etkisini gösterene kadar elli olacağından korktu. Sonra salona döndü. Telefonu gördü, görür görmez ürperdi. Her şeye rağmen yıllardır saat on ikiyi vurur vurmaz arayan kardeşi aklına geldi. Telefon çalsa annesinin yaşına gelecek, her şey tepetaklak olacaktı. Sonra yıllardır çıkmadığı balkonun kapısını gördü. Allah, dedi, çok şükür, dedi yıllar sonra. Nabzı deli gibi atıyordu. Her şeye rağmen kalbinin patlamasından korktu. Beşinci katta oturuyordu. Bırakıverdi kendini. Her katta nabzı yavaşladı, yaşı da onar onar azaldı. İster inanın ister inanmayın, bunu fark etti ve gülümsedi. Nihayet betona ulaştığında gülümsemesi iyice belirginleşti.

Pat!

Bir sokak köpeği önce ne olduğunu anlamaya çalışıp sonra deli gibi havlamaya başladığında salondaki telefon da çalmaya başlamış, erkek kardeşi hattın öbür ucunda nefesini ve yüzünü yapabileceği en mutlu hale getirmeye uğraşıyordu.


Hüseyin Kılıç

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page