top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Hüseyin Kılıç- İki Kız İki Oğlan

Övünmek gibi olmasın arkadaşlarımı okumuş tayfadan seçmeye çok özen gösteririm. Zira onların bilgilerinin, fikirlerinin beni geliştirebileceğini düşünürüm. Sonuçta bu dünyaya saksı olmak için gelmedik, değil mi? Koskoca Erol Büyükburç’u saksı yapan şu dünya sana ne yapmaz diye düşündüğüm için böyle bir karar verdim zaten.

Velhasıl kelam arkadaşlarımın hepsi okumuş çocuklardır. Klişe olacak belki ama tanısanız seversiniz. Gel gör ki her zaman da o kadar iyi olmuyor işte bu okumuş tayfası.

Bu hikâyeyi size anlatmadan önce çok sevdiğim birkaç arkadaşıma anlattım. Daha doğrusu anlatamadım. Derdim sadece çok karşılaşmadığımız bir haberi onlara vermekti ama onlar okumuş çocuklar oldukları için her zaman olduğu gibi soracak bir şeyler buldular.

Ben, “Reyhan,” diye başladım onlar kızın gözleri bal rengi miydi zeytin karası mı zümrüt yeşili mi diye sordular. Güpegündüz, dedim sonra, onları dinlemeden. Bu sefer başladılar, dışardakileri adeta cehennemdeymişçesine yakan güneş perdeden süzülürken tüm yakıcılığını bir tarafa bırakıp nazlı bir gelin gibi salonun içine süzülüyor muydu diye sormaya.

Yine aldırmadan devam etmeye çalıştım. Tek nefeste söyleyebilmek için bir süre uygun zamanı bekleyip, “Fuat’la kaçmış,” dedim. Bu sefer şanslıydım, iki kelime söyleyebildim. Gel gör ki arkadaşlarım meraklı. Boyu kavaklarla yarışan, gözleri doğuştan süzmeli, her kelimesi rast makamında olan Fuat mı diye sordular.

Beynim çok hızlı çalışır. En azından ağzımdan daha hızlı. Hemen, “Yok yahu bizim Fırıncı Masum’un küçük oğlan sidikli Fuat,” diye düşündüm ama bunu tek nefeste söylemem imkansızdı. O yüzden sadece, “Yok,” diyebildim. Bu kısa cevap onları kesmedi tabii ki.

Hemen akıllarına bir başka soru geldi. “Peki,” dediler, “kız kaçmadan önce üzerindeki entarinin solmuş çiçekleri adeta kızın gençliğine yaktığı ağıtları çağrıştırıyor muydu?” “Ben, bilmiyorum,” diyebildim. Reyhan için Fuat bir tane; Fuat için de Reyhan öyle. Bunları söylemek ne mümkün. Ancak aklımdan geçirebiliyorum. Belki de gündüz düşü görüyorum.

Kısa cevaplarımdan sıkılmış olacaklar bir süreliğine konuşmama izin verdiler. En azından sadece bir kelime söyler söylemez lafımı bölmediler. Fırsat bu fırsat deyip hemen sıraladım cümlelerimi.

“Reyhan, Vildan’la buluşacağım diye evden çıkmış sonra gelmemiş. Akşama kadar zaten her şey normal devam etmiş. Reyhan eve gelmeyince dokuzu bir geçe babası aramış Vildan’ı.”

Bizimkiler meraklı demiştim ya, tüm hevesimi kursağımda bırakıp benden daha seri bir şekilde sıraladılar sorularını.

“Vildan şu rüzgâr estiği zaman saçları adeta dans etmeye başlayan Vildan mı yoksa üzgün gözlerindeki acı hatıralar gözyaşı olarak tek tek günlüğüne damlayan mı? Babasının bıyıklarında yıllardır içtiği sigaranın getirdiği kehribar sarısı renk var mıydı? Babası Vildan’ı aramadan önce mutfakta her zaman yaptığı gibi onun gazabından kaçmak için yıkadığı tabakları tekrar yıkayan, kendisine bakmaya fırsatı olmadığı için art arda beş bebeden sonra iyice şişmanlayan ve bu sanki kendi suçuymuş gibi rakı içmediği zaman kendisine yanaşmayan kocasının sigara kokan nefesini duyduğunda evde kaçacak yer arayan annesine kötü bir şey söyledi mi?”

Tabii, okumuş çocuklar oldukları için güzel güzel güzel kuruyorlar cümleleri. Benim hızlıca ne diyeceğime karar vermem gerekti onları susturmak için. Allah’tan onlar da çaylarını hatırladılar da nefeslenmek için durdular. Ben de hızlıca konuşmaya başladım.

“Vildan artık onların başka şehre gittiklerinden emin olduğundan gönül rahatlığıyla söylemiş Reyhan’ın, ‘Ölürüm de o kart zamparanın üçüncü karısı olmam’ dediğini. Eğer affederlerse hemen ellerini öpmek istediklerini. Üstüne bir de sırf babanın damarına basmak için kırıta kırıta, ‘Onlar zaten çoktan dünya evine girmişlerdir de üçüncü turu atıyorlardır,’ demiş haspam.”

Bizimkiler bu anlattıklarımdan yine tatmin olmayıp hazırlandılar Vildan’ın sesinden tutun babanın kaşının üstündeki bene kadar sorular sormaya. Ben bilmem mi malımı, sorup uzattıkça uzatacaklar.

Gözüm masanın üstündeki oralete takıldı. Soğuyordu ve arkadaşlarımın umurunda değildi. Birden sinirlendim. “Eeeh,” dedikten sonra, “Ulan pezevenkler bu kadar şey yazacak olsam size anlatacağıma edebiyat dergilerinden birine gönderirim,” diye kükredim. Bunlar bir şaşırdı. “Gidin gördüğünüz ilk Reyhan’a, Fuat’a, Vildan’a, babaya bakın. Bakın bakalım al yanaklı mıymış bal dudaklı mıymış?” diye bitirdim konuşmamı.

İçlerinden biri diye diye “Oraletini soğutma,” dedi. Sanki oraleti soğutmadan içince sinirim geçecekmiş gibi. Yıllardır arkadaşım, ne diyeceğini o düşünmeden bilirim. “Anlatmıyacam ulan,” dedim. “Bi kız bi oğlana kaçmış işte. Sizin sorulara cevap verene kadar Reyhan’ın iki kızı iki oğlu olur.”


Hüseyin Kılıç

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page