top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- İbrahim Savar- Yolcu

Bakmayın boşuna etrafınıza. Bulamazsınız. Çok iyi saklandım. Aynı sizler gibi giyindim. Sizler gibi yürüyorum kaldırımlarda. Parklarda oturuyorum. Otobüse hiç binmesem de duraklarda bekliyorum. İşten eve dönen bir baba gibi, karısının siparişlerini almaya çıkmış bir koca gibi görünüyorum.

Mutlaka gizlenmeliyim. Gerçeği bilseniz rahat bırakmazsınız beni. Televizyona çıkarırsınız, yolda çevirip fotoğraf çekilirsiniz, zorla takımınızın maçına götürür, parti otobüslerine tırmandırırsınız. “Bu da bizden,” diyebileceğiniz hiçbir fırsatı kaçırmazsınız. Kaçtığım kokmuşluğunuzdan utanmadan gayretime ortak oluverirsiniz. Ben sizden değilim.

O övündüklerinizden benim de vardı. Her gün gittiğim işim, ay sonunda biten maaşım, sittin sene taksitle alınmış evim, her zamdan sonra kaç kuruş yaktığını hesapladığım arabam, benden akıllı aygıtlarım… Hepsini reddettim eşyalıktan. Bütün emeğimi, yaşamımı onların ihtiyaçları için harcadığımı anladığım an vazgeçtim hepsinden.

İki şeyden huzursuzum: Cebimdeki banka kartı ve her hafta çamaşırlarımı yıkayanlara söylemek zorunda kaldığım yalan. Asırlar önce bu yola girenler gibi kaba bir elbise ve boynuma asılı bir tasla dolaşmayı yeğlerdim.

Bahar Caddesi, 112/A: Mis Kuru Temizleme

İyi günler. Kıyafetlerim vardı. Geçen hafta bırakmıştım. İşten güçten bir türlü uğrayamadım. Evet, küçük bir valizle getirmiştim. Elinize sağlık, çok temiz olmuşlar. Siz yeni açtınız burayı sanırım. Borcum ne kadar? Bereketini görün. Kolay gelsin.”

Yola çıkmak için cesareti kimi yazar dostlarımdan aldım. Bu namuslu insanlar, geçinmek için başka bir işte çalışmayı kendilerine yediremezlermiş. Yazdıkları karınlarını doyurmalarına yetmese bile türlü sıkıntılara katlanarak masa başından kalkmazlarmış. Yanlış anlaşılmak istemem. Yola yazar olmak için çıkmadım. Hem hesabım doğruysa yolun sonuna kadar pek sıkıntı da çekmeyeceğim. Dünya turuna çıkmış bir maceraperest değilim. Ne inandığım bir kişisel gelişim dinim, ne de satıp bilge olacak bir spor arabam var. Ben sadece kendimle bir başıma kalabilmek için kalabalığın içine doğru kaçtım.

Kaleönü Sokak, soldan dördüncü kapı: Kale Hamamı

Burada yalan söylemek zorunda değilim. Hatta kimseyle konuşmama gerek de yok. Parayı ödeyip bir köşede iki saat yıkanırım. Sonra küçük soyunma bölmesinde yirmi dakika kestiririm. Saçlarımı özenle kurutup vücut sıcaklığımın normale döndüğüne emin olunca çıkarım. Bu çok önemli! Asla hasta olmamalıyım. Ardından hep yaptığım gibi içi kirlilerimle dolu küçük valizi buraya gelirken gözüme kestirdiğim bir başka kuru temizlemeciye, yine unutmuşum gibi, bir hafta sonra almak üzere bırakırım. Irmak Caddesi, 87-Sezen Kuru Temizleme.

Unutmamam gerekenleri hep en sağlam yere yazıyorum: Aklıma. Kesinlikle kâğıt kalem taşımıyorum. Yazı yazmıyorum. Bir yerde düşüp ölürsem cebimden çıkan defterden ne yaptığımın anlaşılmasını istemem. Nüfus cüzdanımı bile sırf karakollara düşmemek için taşıyorum. Hiç olmaya kararlıyım.

Otuz beşimi geçmeme ve çevremdekilerin ısrarına rağmen evlenmemekle ne iyi etmişim. Bilinçaltım bugünü bekliyormuş sanki.

Bir annemle babam vardı. Onlar da işimi kolaylaştırdılar. Annem ölerek, babam yaşına bakmayıp üç ay sonra yeniden evlenerek… Karındaşlarımla kardeş olmadık hiçbir zaman. Kabahati babamındır. Amca ve halalarıma karşı öyle bencildi ki bizi de kendine benzetti. Geleceği parlak -hep böyle derdi- bir araziyi ellerinden almak için türlü oyunlar çevirdi yıllarca. Ona bakarak biz de aynını yapar, oyuncaklarımızı ayrı ayrı kuytulara saklardık. Durumumuzu anlayınca ellerinden tutmak için çok çabaladım ama zehri almışlardı bir kere. Çaresiz, onları da bıraktım geride.

Asla dönmeyi düşünmüyorum. Yola çıkmadan önce her şeyi hesapladım. İki kat elbise ve bir çift ayakkabı dışında sahip olduğum her şeyi satarsam dört yüz aydan fazla bir zaman yaşamama yeteceğini gördüm. Yetmiş yaşıma kadar hiç çalışmadan yaşayabilirdim yani. Hiç tereddüt etmedim. Üç yıldır yollardayım.

Yolumla ömrüm aynı anda son bulmalı. Bu yüzden katı kurallar koydum kendime. Örneğin kışları hiç kar yağmayan güney şehirlerinde, yazları serin kuzeyde geçiriyorum. Paramı çok dikkatli harcıyorum. Asırlar önce ben gibilerin hu deyip omuzlayacağı kapılar, tas uzatıp, el açıp karın doyuracağı sofralar varmış her beldede. Dilenmek şimdiki gibi bir iş değil, gariplerin harcıymış yalnızca. Şimdi her şey parayla... Yirmi birinci yüzyılın dervişiyim ben. Günde iki öğün yemek, haftada bir hamam, çamaşır yıkatma, beş haftada bir berber ve şehir değiştirirken aldığım otobüs biletleri dışında harcamam yok. Üstelik bankadaki görevlinin aklına uyup aldığım bilmem ne fonları sayesinde -bu ayrı bir huzursuzluk kaynağı olsa da- aradan geçen zamanda param hiç de azalmadı. On, on beş yıl fazladan yaşasam bile yetişir. Geceleri otobüs garajlarında, tren garlarında, camilerde, sabaha kadar açık kütüphanelerde, havaalanlarında, sabahçı kahvelerinde geçiriyorum. Vücudum artık bir iki saatlik uykularla kendini yenilemeyi öğrendi. Açık havada, hele parklarda asla gecelemiyorum. Hiç güvenli değil. Her yere yürüyerek gidiyorum. Bu yüzden pabuçlarım çabuk eskiyor. Olsun. Deneye yanıla sağlam ve ucuz bir model buldum.

Dereyolu Sokak, 13: İl Halk Kütüphanesi

Yola kitaplar için çıktım. Her şeyi onlardan öğrendim. Babamın sahtekârlığını da annemin çaresizliğini de… Ne zaman biteceğini bilmediğim şu ömrümde yalnız onlarla mutlu oldum. Günlük koşuşturma arasında bir tek onlarda soluklandım. Şairler, yazarlar, bilginler benim dostlarım. Her şeyi ardımda bırakıp onlara sığındım. Şimdi her sabah işe gider gibi, kütüphanelere taşınıyorum. Sonu gelmez bir merak ve iştahla sayfalar arasında yaşıyorum. Mesai biterken koltuğumun altında o gecenin ortağı olacak dostumla ayrılıyorum kütüphaneden. Kimi vakit orada sabahlıyorum.

Anlayacağınız her şeyi düşündüm. Sürüden ayrılmadan, başıma buyruk yaşıyorum. Bütün günler, bütün saatler benim. Afişlerini gördüğüm ücretsiz etkinliklere gidiyorum. Meğer ne çok konser, konferans, söyleşi varmış. Üniversitelere gidiyorum. Umutsuz profesörlerin boş salonlara yaptıkları konuşmaları dinliyorum. Pek çok yeni şey öğreniyorum. Organik tarım, gebelikte beslenme, köy kalkınması, çocuk ve oyun… İlgili ilgisiz her konuya meraklıyım. Oturup insanları izliyorum. Torununu parka getirmiş yeni emeklilerden, ezan saatini bekleyen ihtiyarlardan alıyorum haberleri. Stadyumların önünde durup maçları takip ediyorum. Koca koca dükkânların camlarında yeni çıkan arabalara bakıyorum. Geçerken sevdiğim türküler taşan pencerelerin altında oyalanıyorum. Kimi zaman dönüp bir daha geçiyorum. Marketlerde sepet doldurup almamaca, kıyafet mağazalarında deneyip beğenmemece oynuyorum. Sokaklarda köpeklerin başını okşayıp kedileri kovalıyorum…

Yaşamak için elinizin altındakilerden ne kadar azına ihtiyacınız olduğunu bilseniz şaşarsınız. Ben kendimi kurtulmuş sayıyorum. Kimseye öğüt verecek değilim. Anlatmamaya, yazmamaya kararlıyım. Bütün bu okuduklarınız da kitabıyla halleştiğim bir dostumun zihnimden aşırdıklarıdır. İçine kendi hülyalarını da katarak yazdı. İnanmayın hiçbirine! Unutun. Yok sayın beni.


İbrahim Savar

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page