top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- İsmail Kaynar- Geyiklerin Su İçtiği

Bir şırıltıyla uyanıyorum. Geyikler su içiyor. Dere kenarına inmişler. Manzara net. Su, taşların üzerinden sükûnetle akıyor. Durulduğu yerde üç geyik. İkisi suya eğilmiş. Boynuzları düz ve kısa. Biri onların arkasında bekliyor. Dallanmış büyük boynuzları var bunun. İleriye doğru bakıyor. Sanki diğer ikisini korur gibi. Geceymiş. Ay parlıyor. Suyun üstünde dalgalı yakamozlar belirmiş. Hayal meyal parıltılar, varla yok arası yansımalar… Yapraklar bu azıcık aydınlıkta dalların üzerine tünemiş hayaletlere benziyor. Etraf sakin. Ürkütücü bir sessizlik var. Hava ılık, rüzgâr hafif, su akıyor, akıyor, akıyordu… Duydum.

Duyduğum şeye anlam veremedim ilk önce. Dışarıdan bir ses diye düşündüm. Biri avludaki çeşmeyi açmış olabilir. Belki de yağmur yağıyor. Yattığım yerden bunun ayrımını yapamıyorum. Yorganı çektim kafama, umursamadım. Ama su sesi daha fazla belirginleşmişti. Üstelik başka sesler de vardı artık. Rüzgârda sallanan dalların sesi, yaprak hışırtıları, çimenlerin ezilişi… Başımı kaldırıp baktım. Tam karşımda, duvarda, geyikli halı hareketlenmişti.

İlginçtir, korkmadım. On yaşındaydım. O yaşta böyle bir durum korkutmalıydı insanı. Ama ben sadece ilgi ve hayretle seyrediyordum. Az önce sesini duyduğum her şeyi görüyordum şimdi. Akan suyu, sallanan dalları, hayalet yaprakları. Geyikler su içiyordu. Büyük boynuzları olan bir ileri bir geri ufak adımlar atıyordu. Çimenlerden duyduğum ses de buydu demek. Manzara çok az hareketliydi. Her şey yerli yerindeydi, sadece kıpırtılar, küçük hareketler vardı ve geyikler durmadan su içiyordu. Sonra bir şey oldu. Hayatımı mahveden, karartan, rayından çıkaran bir şey. Büyük boynuzlu geyik bana baktı.

Yavaşça kafasını çevirdiğinde gözlerini gördüm. Kocaman, siyah, vahşi gözler. Beni içine çeken dipsiz bir anafor gibiydi. Kapkara, dumanlı bir tünelden beni adeta sürükleyerek kendine çekti, çekti ve yanına vardığımda o vahşi gözlerle karşı karşıyaydım artık. O an korktum işte. O an bir cenderede sıkıştırılmış gibi acı içinde yerimde sabit kaldım. Kıpırdayamıyordum. Bağıramıyordum. Oysa ağaçlar sallanıyordu. Ay vardı. Sular şırıldıyordu. Çimen kokusu, yaprak sesi bile vardı. Hatta geyikler su içmeye devam ediyordu. Ama ben heykel gibi kalmıştım öylece. Kurtulmak mümkün değildi. Değil miydi? Onu da bilmiyorum. Büyülenmiş gibiydim. Hayır, büyü de değildi. Bir lanetti.

…kapkara ölgün yapışan bir lanet – çıkmıyordu üstümden – denedim yıllarca – olmadı – karanlığın keskin kesif kokusu – gittiğim her yerde takip etti beni – bazen nefessiz kalana kadar sıktı boğazımı – ah o ölmek istediğim günler – çırpınamıyorsun bile – sadece donup kalıyorsun – hırçın ve kuralsız vahşilik içine işliyor – karanlığın ötesinde göremediğin her neyse – biliyorsun – çatal boynuz – isim bile takmışsın zamanla – korkunun ismi olur mu – oluyor işte – dağınık hayallere tekinsiz rüyalara hapsediyor seni – gözlerindeki koyu lanet – çamur – kulaklarında hep onun sesi – evet – bir de o var – daha çok ve daha belirgin olan korkunun sesi – böğürtü demeliyim – hiç duymamışsındır – ağaçlara çarpıp çarpıp çoğalarak gelir – kapının altından baca kovuğundan pencereden girer – anahtar deliğinden sızar – bulur seni – çığlığa benzeyen – inlemeye belki biraz acıya – daha çok korkuya benzeyen o uğultu – o böğürme – beni zamansızlığa mahkûm eden – unutulmaz – unutulmuyordu – kurtulamadım hiç – peşimdeydi – ömür boyu – lanet…

Ne kadar süre bakıştık geyikle? Bir an, belki yıllarca. Farkında değildim. Manzaranın karşısında durmuş öylece bakıyordum. Bana söyleyecekleri var gibiydi. Durmadan büyüyüp küçülen kara gözlerinde benim hiç anlayamadığım bir mana vardı. Kıpırdadı sonra. Çatallı boynuzunu salladı, ağzını açtı ve böğürdü.

Duyduğum en korkunç ses… Nasıl tarif edilir ki? Volkan patlamasıyla oluşan bir depremin, kendine baş eğdiren yüce bir sarsıntının, kaçınılmaz bir felaketin sesiydi. Önce kulaklarımı, sonra odayı, sonra köyü, ülkeyi, tüm dünyayı dolduran tekinsiz, amansız bir sesti. Bu ses, bütün bitkileri kurutur, bütün taşları toza çevirir, bütün canlıları öldürürdü. Yakıp kavurur, küle döndürürdü. Hatta yakmıştı bile. Beni yakmıştı. Kulaklarım alevler içindeydi. Gözlerimden lav fışkırıyordu. Dayanılmazdı. O ana kadar kıpırtısız dururken buzlarımın çözüldüğünü hissettim. Ellerimle kulaklarımı kapatıp çığlık attım nihayet.

Dedem koşup geldi. Işığı açtı. Beni kucaklayıp saçlarımı okşadı. Ah dedem! Bana babasızlığımı hissettirmemek için çırpınan ak saçlı ihtiyar. Babamdan sonraki babam.

… babamdan sonra – evet – yaşım yedi – babam var hala – bahçe uzak- traktörle gittik – vişne ağaçları vardı – beni oturttu gölgeye – sırtında metal bir çanta – ilaçmış – ağaçlar hasta olmasın diye – bekle burada – yemek koydu önüme – ağaçları dolaşıp ilaç püskürttü – ben seyrettim – oynadım biraz – biri kurumuş – sökeceğim onu – traktörü çalıştırdı – tarlanın diğer ucunda – uzaktan görüyorum – elimde katmer peynir – ağaca demirden halat bağladı – çekti – ağaç sağlam – gaza bastı – tekrar denedi – ağaç kıpırdamadı – ben seyrettim – bir daha yüklendi gaza – bir uğultu – metal kopması – kontrolden çıkan traktör – arka tekerleri havada gördüm – babam altında – traktör hala çalışıyor –ben seyrediyorum – koşarak geldim – uğultu – çığlık – inleme – acı çekiyor – her yer kan – babam kıpkırmızı – inliyor – adımı söylüyor – ağlıyorum – küçüğüm daha – ne yapacağımı bilmiyorum – babam bana bakıyor – ağzında kan – inleme – gözlerinde ışık sönüyor – ben korkup kaçıyorum – babamı son görüşüm…

Dedeme geyiği anlattım. Korkunç gözleri ve böğürmeyi anlattım. Korkma dedi. Ama ben korktum. Bir daha yatmam orada. Tamam, ben hallederim. Gece yanında yattım. Sarıldı bana. Sakinleştim. Tarifsiz bir huzur yayıyordu etrafına. Mırıl mırıl dua ederek ellerini yüzüme sürdüğünü hatırlıyorum. Uyumuşum. Rüyamda aynı manzarayı gördüm. Ama korkutucu değildi. Geyikler sadece su içiyordu.

Ertesi gün dedem duvardan halıyı kaldırdı. Nereye koydu bilmiyorum ama rahatlamıştım. Zavallı annem beni teselli etmek için bana sarıldı ve ağladı. Biliyordum. O, erkenden ölen kocası için ağlardı. Ben hep ölü bir adamın gölgesiydim. Bir anlamım yoktu. Aslında ben teselli ettim annemi. Geçti dedim, merak etme. Sonra benden ayrıldı. Üç yıldır ruh gibi dolandığı evin içinde kaybolup gitti. Ben geceyle ve duvardaki halının boşluğuyla baş başa kaldım. Evet, halı yoktu. Ama manzara duvara işlemiş, kalıcı bir iz bırakmış gibiydi. Gölgelerin arasında çatallı boynuzları görebiliyordum. Yorganın altına girip sesin gelmesini bekledim. Gelmedi.

Yıllarca gelmedi, evet. Ama ben rüyalarımda hep oradaydım. Çoğu zaman kan ter içinde uyanırdım. Uyanamayıp rüyaya hapsolduğum zamanlarda o kara gözlerin, o ürkütücü böğürmenin mahkûmu olarak çığlıklar atardım. Halı gitmişti ama geyikler beni takip ediyordu. Gittiğim her yerde, her gece o manzarayı pranga gibi ayaklarımda taşıdım. Yatılı okulda, üniversitede, hele askerde…

…koğuş kalk – koğuş kalkıyor – ben kalkamıyorum – zehir – lanet – bulantı – üstüme çökmüş – balçık gibi – yapış yapış – debeleniyorum – kalk koğuş – kalkılmıyor – şu rüyanın batağından çıkabilsem – düdük sesi – komutanın sesi – hala yatıyor mu o – hayır – yatmıyorum – kalkamıyorum – hasta mısın – gözlerim kapalı – bilincim açık – ben kilitlenmişim – asker kalk – asker kalkamaz komutanım – asker şu an meşgul – çatal boynuzla uğraşıyor – dere kenarında geyiklerin su içtiği yerde – çimenler ıslak – ay parlıyor – yapraklar hayalet – sarsıyorlar – titriyorum – ben sarsılınca çatal boynuz ürküyor – yine ağzını açıyor – sessiz çığlık – duymuyorum – biliyorum - duymadığım o ses beynimde yankılanıyor – hasta galiba komutanım – geçende de oldu böyle – uyandırıp revire götürün – ben hala çatal boynuzla – uğultu – çıkmaya çalışıyorum – ha gayret – korkunç sessizliği yaran bir çığlık –herkes irkiliyor – komutan korkmuş – revir – sonra psikolog – sonra içtima – sonra nöbetten düştüler beni – üzgünüm – burada deli muamelesi görmek ne acı…

İşe girdim askerlikten sonra. Her sabah, sırtımda tonlarca yük taşımış kadar yorgun kalkıyordum. Uyumak işkencelerin en büyüğüydü. Çalışırken dinleniyordum gerçi. Gündüz, güneş, temiz hava bana iyi geliyordu. Ama geceler tam kâbustu.

Üç ay sonra, hayatımı değiştiren bir şey oldu. Arazi keşfi için gidiyoruz. Şirket aracında üç kişiyiz. Ben sürüyorum aracı. Orman yolunda manzara seyrederek ilerliyoruz. Dolambaçlı, virajlı bir yol. İlerisi görünmeyen keskin bir virajı dönünce onu görüyorum. Çatal boynuz. Tıpkı çocukluğumda olduğu gibi, tıpkı yıllardır rüyalarımda olduğu gibi durmuş yolun ortasında ve bana bakıyor. Kilitleniyorum. Birkaç saniye sürüyor her şey. Sonrası karanlık.

..sis – hayır duman – nereden çıktı – güneş yok – ay varmış – ne zaman gece oldu – ağaçlar bulanık – gri – çatal boynuz yolun ortasında – ben arabadayım – şimdi çığlık atacak – her şey kavrulacak – dumanı yararak ilerliyorum – zaman ne kadar yavaş – orman ne kadar büyük – gece ne kadar da gündüz gibi – ben yaklaştıkça o uzaklaşıyor – hız – daha hızlı olmalıyım – bir şans belki – bütün bunları bitirecek – gazı köklüyorum – artık daha yakınım – o gözler – yıllardır gördüğüm – anlamını çözemediğim manalı gözler – büyüyor küçülüyor – ben yaklaşıyorum – çatal boynuz kıpırdamıyor – bağıracak – çığlık atacak – ona yetişmeliyim – bitmeli – bitireceğim – ağzını açıyor – bakamıyorum – gözümü kapatıyorum – sonra sert bir ses – bir canlının inlemesi – çığlık değil – sonra karanlığın sesi – sonra cam kırıkları…

Beş gün sonra gözlerimi hastanede açtım. Kafam sargılar içindeydi. Sol kolum kırılmıştı. Sağ ayağım da alçıdaydı. Neler olduğunu araçtaki diğer arkadaşlardan öğrendim. Virajı dönünce karşımıza bir eşek çıkmış. Eşek. Yolun ortasında. Ben hiç frene basmadan, direksiyonu kırmadan doğruca üzerine sürmüşüm. Oysa öyle hatırlamıyordum. Her şey farklıydı. Aklım yine bana oyun oynamıştı. Eşeğe çarptıktan sonra takla atmışız. İki arkadaş kendi imkânlarıyla dışarı çıkmış. Ben sıkışmışım. Baygın halde. Başım kan içinde. Çok korkmuşlar. Öyle dediler. Sonra ambulans, araçtan çıkış, hastanede beş gün yoğun bakım ve şimdi uyanmışım. Herkes mutlu ve şaşkın. Diğerleri kazayı hafif sıyrıklarla atlatırken bana olanlara anlam verememişler. Herkesi teselli ediyorum. Ben iyiyim. Bende hiçbir şey değişmedi.

Hayır, değişmiş. O an anlamadım ama geceleyin hiç uyanmadan, hiç rüya görmeden deliksiz bir uyku çektiğimde fark ettim. Çatal boynuz gitmişti. Çığlık yoktu. Üstüme çöken karabasan yoktu. Geyiklerin su içtiği manzara yoktu. Gitmişlerdi. Önce ilaçların etkisi diye düşündüm. Ama hastaneden çıktıktan sonra da bu hal devam etti. Kurtulmuştum.

Altı sene. Tam altı sene hayatı doya doya yaşadım. Meğer yaşamak ne güzelmiş! Korku olmadan, rüya olmadan sabahları dinç kalkmak ne güzel bir duyguymuş. İyi yaşadım. Çok çalıştım. Başarılı oldum. Para kazandım. Çok para. Gönlümce harcadım. Sonra âşık oldum mesela. Dünyanın en güzel kızı meğer hemen yanımdaymış. Evlendim onunla. Hayat güzeldi. Ben yaşıyordum. Çatal boynuz yoktu. Tamamen unutmuştum onu artık. Hayatımdan ve aklımdan çıkıp gitmişti. Bir daha asla görmeyeceğimi düşünüyordum. Düne kadar…

Bir hafta önce şirket beni buraya gönderdi. Geçici görev. Orman manzaralı bir otelde kalıyordum. Gündüzleri köylere gidip ölçümler yapıyor, notlar alıyordum. Akşamları otelin havuzunda, saunada vakit geçirip eşimle konuşuyor sonra yatıyordum. Gürültüden uzak, kâbuslardan uzak, çatal boynuzdan fersah fersah uzak bir hayatın tadını çıkarıyordum. Ama kısa sürdü.

Altıncı günün akşamında onun sesini duydum. Çatal boynuzdu bu. Emindim. Gözlerim fal taşı gibi açıldı çünkü henüz uyumamıştım. Rüya değildi. Gerçek bir sesti. Çok korkmuştum. Oda uğulduyordu. Kulaklarımı tıkamak bir çare olmadı. Onca yıl içime işleyen ama unuttuğum uğursuz anılar üstüme hücum etti. Tekrar aynı şeyleri yaşayamazdım. Bir daha olmazdı. Hayatım tam düzene girmişken bir bataklığın içinde onu kaybedemezdim. Bitmeliydi. Ama nasıl?

Odadan çıktım. Uğultu koridor boyunca devam ediyordu. Farkında değildim ama ses beni yine kendine çekiyordu. Otelin karşısındaki orman yoluna sürüklendim. Ses gittikçe artıyordu. Kaynağa yaklaşıyor olmalıydım. Karanlıkta ne kadar yürüdüm bilmiyorum. Uğultu beni öyle serseme çevirmişti ki ondan başka çevremdeki hiçbir şeyin ayrımına varamıyordum. Sonra kulübeyi gördüm. Kaynak orasıydı.

Ağaçların arasında zar zor seçebildiğim, ahşap bir kulübeydi. Kapısı kilitliydi. Pencereden içeriyi görmeye çalıştım. Ayın solgun ışığında birkaç eşya seçiliyordu sadece. Evet, dolunay vardı. Ağaçların sesi vardı. Dere akıyordu. Çimenler türkü söylüyordu. Geyiklerin su içtiği muhakkaktı. Ama ben içeriyi göremiyordum ve ses hala beni kendine çağırıyordu. İçeriye girmeliydim. Dayanılmaz bir sancı çekiyordum. Bitmeliydi. Bitirmeliydim. Kararlıydım. Bir taş bulup camı kırdım. İçeri girdiğimde burasının bir bekçi kulübesi olduğunu anladım. Birkaç eski eşya ile birlikte gözlem için bir dürbün vardı. Bir koltuk, bir kilim ve duvarda geyikli halı… Karşısında durdum. Çatal boynuz bana bakıyor ve o ürkütücü sesiyle böğürüyordu. Yine büyülendim, kilitlendim, dondum. Sonrasını hatırlamıyorum.

“Nasıl yani?”

“Sonrasını hatırlamıyorum.”

“Kulübeyi neden yaktın?”

“Ben bir şey yakmadım. Hatırlamıyorum.”

“Ateşi görüp yangını söndürmeye gelenler seni yanan kulübenin karşısında otururken bulmuş. Bunu da mı hatırlamıyorsun?”

“Evet.”

“Yangın söndükten sonra içeride bir ceset buldular. Bekçinin cesedi.”

“Hatırlamıyorum dedim ya!”

“Onu neden öldürdün?”

“Ben kimseyi öldürmedim.”

“Onu öldürdün ve cesedi yok etmek için kulübeyi yaktın.”

“Hayır, olamaz. Ben hatırlamıyorum.”

“Bize neden anlattın bütün bu geyik saçmalıklarını? Kendine deli dedirtip cinayetten yırtmak için mi?”

“Ben deli değilim. Kimseyi öldürmedim. Hiçbir yeri yakmadım. İçeri girdikten sonra olanları hatırlamıyorum.”

…bir yumruk – duvara – ses kesilmedi – bir yumruk daha – kan – elin acıdı – bağırdın – yeter – bitsin – halıyı çektin duvardan – çiğnedin – uğultu – her yerde – bütün kâinat uğulduyor – çıldıracaksın – bir tıkırtı – anahtar – kapı açılıyor – bir ışık – gaz lambası – kimsin sen – ışığın ardında bir gölge – ne arıyorsun burada – gölge yaklaşıyor – yaklaştıkça büyüyor – büyüdükçe boynuzları çıkıyor – gölge çatal boynuza dönüşüyor –yüzünü görüyorsun – kırmızı – kana bulanmış – tanıyorsun – yirmi yıl öncesinden – bırakıp kaçtığın gibi – kan içinde bir yüz – olamaz – yeter – ses daha kuvvetli şimdi – gölge daha da yaklaşıyor – bir şeyler diyor – geyik sesiyle – şimdi yüzü değişmiş – çatal boynuzun manalı gözlerini görüyorsun – uğultu ikiye katlanıyor – sen duymaya katlanamıyorsun – yerdesin – kulakların kapalı – sen iki büklüm – çığlık atıyorsun – debeleniyorsun – elin bir metale değiyor – maşa – aldın – buna bir son vereceksin – vermelisin – hayat böyle süremez – maşayı var gücünle savuruyorsun – çatal boynuzun kafasına – yere devriliyor – gaz lambası – kırılıyor – her yer alev – kilim tutuşuyor – geyikli halı tutuşuyor – çatal boynuz yanıyor – hareketsiz – kaçıyorsun – kapı – çıkarken kapattın – biraz uzaklaşıp yere oturdun – sesler yükseliyor göğe – alevler yükseliyor– çatal boynuzun çığlığı alevlerle birlikte gökyüzüne savruluyor – bitti diyorsun – geyikler artık su içmiyor…


İsmail Kaynar

1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page