top of page

Öykü- Kemal Sait Demirkıran- Bir Buçuk Kıymalı Kaşarlı

  • Yazarın fotoğrafı: İshakEdebiyat
    İshakEdebiyat
  • 16 Eyl
  • 6 dakikada okunur

Yeni uyanmış belli, gözleri şiş. Kolay değil tabii çocuğun başına gelenler, bi başkası onun yerinde olsa keçileri kaçırırdı, tırlatıverirdi, Allah düşmanıma vermesin. Bi de bu çıktı şimdi, nasıl olacak, dilim nasıl varacak bilmiyorum. Ulan be, ne yüklenip duruyo şu hayat da sağdan soldan, doğar doğmaz yere serseydi de kurtulsaydık diyorum bazen, tertemiz, çilesiz, baştan nakavt. Mazlum olmaya gör, düştün ya ilk tekmeyi hayat vuruyor, hem de ağzından salyalarını akıta akıta, öyle iştahlı, öyle acımasız. Ne yapmalı da ayakta kalmalı, bulabilen varsa bizim gibilerden, beri gelsin. Yok, illa sen söyleyeceksin diyor işte it herif. Kendi söylese, üzülmüş rolü bile yapmaya gerek duymaz, alenen keyiflenir de beni zora sokmak istedi canı. Biliyor tabii ekmeğimize yapışmışız, ellerimizi kenetlemişiz ki kaçırmayalım, ne derse yapacağız el mecbur, biliyor şerefsiz, biliyor da ondan yapıyor. Oynuyor itoğluit. Hâşâ, tövbe, babası rahmetliye laf etmiş gibi oldum ama onun yeri apayrıydı, mekânı cennet olsun. Hayri Usta erken göçtü, bizi de bu çakal oğlunun ellerine bıraktı. Görseniz ne babacan adamdı, patronum demez, önlüğü beline takar, kolları sıvar, mutfağa dalardı. Velhasıl, zenginle züğürdün gördüğü hayat aynı değil. Biz yarını nasıl getireceğiz, aç karnımızı nasıl doyuracağız diye düşünürken, adam işleri büyütmek için önüne geleni yakıp yıkar, dönüp ardına bakmaz bile. Sonuçta kazanan da hep o oluyor.

Hayri Usta'nın zamanında bir değişiklik olsun diye çoluk çocuk toplanıp dışarıda yiyelim diyenlerin kesesine uyardı hesaplarımız. O gittikten sonra porsiyonlar küçülürken, fiyatlar şişti. Sonra gelen giden de değişti, kalantorların mekânı oluverdik kısa sürede. Aynı kebabı küçültüp, lüks restoran olduk. Önce biri geldi, sonra onu gören diğeri, ötekiler de geri kalmamak için sıraya girdi.

Sabahtan beri kıçım çatladı, sıcağın altında penguen gibi giydiriyor herif bizi. Sırılsıklam olduk terden ama kokarsak da suç bizim. Kapının kenarında diğer dükkanla bizimkinin arasında çöküp, çayın yanına bi sigara yakayım dedim, keyfedip iki soluklanacaktık güya, dert oldu şu Yusuf'u görünce. Zehir oldu işte on dakikalık mola. İkinci vardiyadaydı bugün, saatin geçiverdiğini anlamamışım.

Bizim Hüso yaklaşıyor yanıma, bunun da çenesi hiç durmaz, hiç çekilmez ama katlanıyoruz mecbur. İstemediğin ot burnunun dibinde bitermiş derler ya, duymuşsundur sen de, bizim Hüso o misal.  Bi sigaran var mı Ercan abi, diyor zibidi, benim paket bitmiş. E git de alıver lan iki dükkân yanımız tekel, diyemiyorum, abileriyiz ya katlanıyoruz bunlara. Çıkarıp bi dal çekiyorum, alıp yakıyor hemen, tek nefeste yarılayacak neredeyse sümsük. Otlakçı pezevenk. Hayırdır abi suratın asık, diyor. Ne diyeyim ben sana be Hüso, seni gönderseydik keşke, fena olmazdı hani, diyemiyorum. Ama dilimin ucuna da gelmiyor değil.

Ulan sus sus nereye kadar, şiştim yeminle artık. Çoluk çocuğu al, eğit, yetiştir, adam et, eh ufak tefek defolarını, falsolarını görmezden gel… Gel gel de, bi yere kadar. Sustuk işte, anla be Hüso. Cevap da beklemiyor zaten, belli, sigarayı koklaya koklaya bulmuş beni.

İçeri girdi Yusuf, bi’kaç dakika sonra iş başı. Üstünü başını değişmeden yakalamalı, oynatmak da olmaz delikanlıyı. Gururu kırılır. Soyun giyin, hadi babam tekrar soyun, yol senin. İzmariti dağılana kadar ezip, bardağı Hüso'nun eline tutuşturduktan sonra arka kapıdan içeri dalıyorum.

Yusuf'un hanımına doğumdan sonra inme inmiş, milyonda bir musibet gelip garibanı bulmuş işte yine. Kimse bilmez, bana da and içirdi, valideyle hayırlı olsuna gittiydik habersiz, bi paket bez, sebze meyve elimizde, çal çal açan olmadı. Bendeki de inat, bastım da bastım zile, kapıyı açtığında suratından anladım tabii bi tuhaflık olduğunu. Sersem sepelek içeri buyur etti etmesine de uzunca süre bakışarak oturduk. Açıldı, anlattı ardından bir bir saydı ne olmuşsa. Neler çektiğini gördük, gariban, izbe, iki göz evinde hanımını yatırmış bi odaya, iki bebeğe bakar olmuş bir anda. Bebek de, Allah nazardan saklasın, bembeyaz, görseniz ışık saçıyor sanki etrafa. Kendi güzel olacağına kaderi güzel olsun diyeceğim de, hani derler ya, bir sıfır geriden başladı hayata yavrucak. Yusuf and içirdi, abi dedi, kimseye söyleme, öyle acınacak bir şey değil, evelallah her şeyin bir yolu bulunur, hem bunda da vardır bir hayır, dedi. Ne hayrı oğlum, delirdin mi sen lan, diyemedim. Adımız çıkar sonra şükürsüz köyün imansız delisi diye. Neme lazım. Haddizatında çok karışmamak lazım böyle şeylere. Neticede onun bileceği iş, bize laf düşmez, eğdik boynumuzu, kapattık ağzımızı.

Şimdi gitsem bizimkine, patron, bu çocuğa vuran vurmuş bir de sen vurma, desem, bi şey değişmez. İnsanlık namına neyi varsa satıp parasını saymıştır çoktan, leş kargası gibi, kolu kopsa alıp kıyma yapar, öteki eliyle de yuvarlayıp köfte diye satar. Babam bana küçük bi dükkân bıraktı, ben zincir yaptım diye kabara kabara gezer etrafta. Bir adı kaldı zaten dükkânda Hayri Usta'mın, zararı olmayacağını bilse tabeladan onu da söker bu zebani.

İyice doldum be, nasıl bitireceğim şu günü bilmem, Allah vere de bi terslik yaşamasak. Zaten onu demeye getirdi, yok efendim, biri gidecek Ercancım, söyleyemeyeceksen, kıyamadıysan o kalsın, diyor sırıtarak. Sen gidersin, demeye getiriyor lavuk. Biz de yarını zor ediyoruz, biliyor bal gibi. Biliyor da her sene gir çık yapıp oynatıyor bizi. Ağzımızı da açamıyoruz. Kadidimiz çıkıyor, emekli olamıyoruz. Neden gidiyor patron, diye sordum, elemana ihtiyacımız var. Performans meselesi Ercancım, dedi sırıtarak. Bu da başımıza yeni çıktı. Ulan plaza şirketi mi burası, diye düşünürken ben, hem, dedi, durdu, sigarayı çekti, işin aslı çok kıymetli bazı müşterilerimizden de şikâyet geldi.

Dilinin altındaki bakla çıktı çıkmasına da ne fayda. Çok kıymetli müşterilerine bir, sana iki... diyemedim tabii, anladım dedim mırıldanarak.

Oğlum bi baksana, diyorum iki karışlık odada, papyonu takmaya çalışan Yusuf'a. Dönüyor, buyur abi, der gibi bakıyor gözlerimin içine. Ulan, diyorum içimden, bize de azıcık vicdansızlık bulaşsaydı n'olurdu. Gel iki dakika kapının önüne çıkalım, deyip koluna giriyorum. Sürükler gibi çıkarıyorum az önce çöktüğüm boşluğa. Bir bokluk var belli, anlamıştır o da, aptal değil çocuk nihayetinde. El mecbur akıyor peşimden. Ezdiğim izmarite inat bir kendime bir de Yusuf'a yakıyorum paketten. Çök, diyorum, çök de dertleşelim az. Çöküyor, gariban evdeki konuları açıcam sanıp, abi yok bir derdim ama sen öyle diyorsan, deyip sigaradan bir fırt çekiyor.

İki böcek fink atıyor yığdığımız çöplerin etrafında. Hızlı, telaşlı, yiyecek bir iki kırıntı arıyor gibi, kalın, siyah poşetlerin altından girip üstünden çıkıyorlar. Zor, diyorum, şunlara baksana iki lokma için dolanıp duruyorlar. Yusuf boş gözlerle bakıyor. Anlamıyor, biliyorum, içi hızla tükeniyor, tek bir ses yankılanıncaya kadar boşalacak. Kendi için değil, o kızcağızla el kadar bebek için tutunacak hayata. Ona kalan bir ömrün kırıntısı olacak, tıpkı şu böcekler gibi. Biz de böcekler gibiyiz oğlum Yusuf, diyorum, sabahtan akşama kadar iki lokma için koşturup duruyoruz. Kimsenin bizi duyduğu yok, o kadar çokuz ama kimsenin umurunda değiliz, birbirimizin leşine bile iştahla saldırıyoruz, sanki hiç yokuz. Abi, diyor, bana düşmez, yanlış anlama ama senin canını bir şey mi sıktı. Yok be Yusuf, hem sıkı can iyidir çabuk çıkmaz der anam, bizimki de o misal. Hoş, vade uzadıkça da borç sırtımızda kambur. Aman, oğlum sen bırak beni, yaş geçiyor, kafa gidiyor.

Mosmor olmuş göz altları garibimin, sabaha kadar el kadar bebeğe bakmak kolay değil tabii. İhtiyar anası yardım etmek için köyden gelmiş ama onun da kendine hayrı yok gibiydi. Lafı nereden açmalı diye düşünürken, patron seni kovdu Yusuf'um diyorum, azıcık aklımla bodoslama dalıyorum istemeden, dönüşü olmayan bir yol bu dil. Ulan dil, seni lime lime etmeli, diye içimden sayıp sövüyorum kendime. Ama bunu söylemenin de başka yolu yoktu be. Şaşkın, mahzun, gözleri doluyor, ağladı ağlayacak. Sıkma canını oğlum, ben bir iki yere haber saldım, daha iyisini buluruz, diye palavra sıkıyorum, kelin ilacı olsa kendi başına misali benimki. Kısmet abi, diyor, başı önde, içinden neler geçiyor, nasıl akıyor o küskün ırmak, boğuldu boğulacak belki. Elimi uzatamıyorum, küçücük dünyamda beni de yutuverir diye korkuyorum. Ulan be hep kursağımızda kalıyor şu hayat, diyorum, ona mı kendime mi bilmiyorum. Bitirmeden fırlatıyor sigarayı, içeriye geçiyor. Ardından takip ediyorum, gömleğin düğmelerini ağır ağır çözüyor, çıkarıp tişörtünü geçiriyor üzerine. Ceketimin iç cebinde duran zarfı vermek için fırsat kolluyorum, çalıştığı kadarı içinde, deyip elime tutuşturmuştu patron, hırgür çıkarmadan efendi gibi gitsin, diye de eklemişti. Yapmazdı Yusuf zaten, derdini tasasını bile kimselere diyemeyen, çekingen, ürkek bir çocuktu. Abi hakkını helal et, diyor. Bi hakkım yok ya olduysa da helal olsun Yusuf, asıl sen helal et oğlum, elimden bi şey gelemedi, diyorum. Ha unutmadan bu da hakkın, deyip fırsat bu fırsat zarfı uzatıyorum. Alıyor, içine bile bakmadan katlayıp arka cebine tıkıyor.

Ön kapıdan çıkarken ardından yürüyorum. Hüso söylene söylene bi masayı topluyor. Hayırdır, diyorum, para çok olunca abi, diyor masayı işaret ederek. Bakıyorum, masayı donatmışlar, çoğuna dokunmamışlar, yemediklerinin hesabını tutmuyorlar bile.

Huzursuz, içi boşalmış, kof bir gün, bir iki güne unutacağımı biliyorum, zorundayım çünkü. Yusuf da öncekiler gibi kaybolacak, üç kuruş için sağa sola koşturacak, kuyunun dibindeki karanlığa gözleri iyice alışınca kimse ne durumda olduğunu umursamayacak. Çünkü hayat yaşadığın kadar ağır. Ancak ölen bilir ölümü, kalanlara iki gözyaşı sonrası şekerle kuşbaşı.

Yusuf, başı önde uzaklaşırken, arkadan nefes nefese yetişiyorum. Al, diyorum, sipariş etmişler, yemeden kalkmış domuzlar. Dokunmamışlar bile, sana paketlettim, evde yersin. Yanına salatayla ayran da koydurdum oğlum, diyorum.

En azından bu akşam ne yiyeceğini düşünmeyecek, bir buçuk kıymalı kaşarlı. Yüzü aydınlanıyor, darısı yarına der gibi iç çekip yoluna bakıyor.


Kemal Sait Demirkıran 

 
 
 

Yorumlar


bottom of page