top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Kerem Bakıcı- Oy Havar

"Hepimiz ölüme bir hayat borçluyuz."

Salman Rushdie, Geceyarısı Çocukları

Ben bir ölüyüm.

Hisli bir ölü. Vücudum soğumadı henüz. Burnumda iki damla kan. Göz kapaklarım yarı açık. Odanın ortasında bir gölet. Kan göleti. Karanlık çöktü çökecek. Çok olmadı öleli. Çok mu oldu yoksa? Babaannem dediydi bir keresinde, ‘Ölüm karanlık değildir,’diye. Odam karanlık. Gölet siyah.

Kapıda üç kaba ses. Yumruk sesi. “Aç o kapıyı!” Açılır mı ki o kapı? Duymadılar mı silah sesini? Kırdılar kapıyı. Devirdiler. Fistan giymiş uzunca biri diz çöktü önümde. Tanımadım. Ölünün hislisi olmak yüzleri mi unutturdu? Ayağa kalkıp tekrar mı ölsem? Hissizleşsem. Belki o zaman tanırım yüzleri, yüzsüzleri.

Başımda sağır edici bir figan.

“Oy havar!”

Anam mı ki bu? Değildir. “Sen öldürdün,” dedilerdi. “Doğmakta inat ettin. Sen geldin, anan gitti.” Lanetlendim. Köyü de lanetledim. Ot bitmez, koyun melemez, inek süt vermez oldu.

Günlerden bir gün toplandılar. “Şeyhe gidelim,” dedi biri. “Hangisine gitsek?” diye atıldı öteki. Elleri titreyen aksakallı öne çıktı aksayarak, “En yaşlısı makbul olandır.” Kıldılar kararı. Şeyhin dizinin dibine vardılar. Mübarek kolları yorulmasın diye öptürmedi elini şeyh. Şaşırdılar.

“Şeyh dediğin el öptürür,” dedi kavruk tenli genç. İçe konuştu. Dışa konuşsa dışlanırdı.

“Ocağına düştük,” dediler, “Kurtar bizi bu azaptan, beladan, açlıktan.”

Şeyh sıvazladı sakalını. Kapıda el pençe duran gence işaret etti. Kurdular boydan boya bir sofra. Kıtlıktan çıkmışçasına temizlendi tabaklar. Kan geldi sarımtırak yüzlere.

“O deli,” dedi şeyh. “Sağ oldukça köyünüzden eksilmez boran. Amma… Ölümü ak saçlı bir ananın elinden olmalı.”

Takkelerini alıp çıktılar. Bir bir saydılar paraları. Tıkıştırdılar kapıda duran sıska gencin avuçlarına.

Deli demişler bana. Babaannem demedi miydi, “Bir köyün bereketi delisindedir,” diye. Hem deli kime denir ki? Aklı kıt olana mı, ona sahip olup da kullanmayana mı?

Öptü biri alnımdan. Yaş birikti gözlerine. Sardılar beni çiçekli-böcekli battaniyeme. Yaşı geçkin bir ihtiyar gibi öksüren traktörün römorkuna yerleştirdiler. Yarı açık göz kapaklarımı kapatmadı kimse. Ağaçlardan biri selam durdu. Kokladım dallarını gözlerimle. Bahar koktu. Yaşam kokmadı ama.

Hareket etti araba. Vıcık vıcık bir yol. Yağmur mu yağdı? Gök ağlamaz ölümüme. Lanetliyim ben. Deliyim. Katil doğdum. Apalak olan fısıldadı yanı başındakine,

“Öldüğü gibi bereket yağdı çorak toprağa.”

“Sevinç gözyaşlarıdır,” dedi koca burunlu olan.

Soğumadım henüz. Kaskatı kesilmedi bedenim. Girmek istemiyor muyum mezara? Benim yüzümden katil olacaktı bir ana. Olmasın. Ben olmuştum. Bir daha olduysam ne çıkar?

Götürmediler camiye. Yıkamadılar.

“Kendini öldürenin cenaze namazı kılınmaz,” dediler.

İnsan öldürmek en büyük günahlardandır diyordu kutsal kitap. Günahı günahla temizlemeye kalktılar.

Hava iyice karardı. Bir ateş yaktılar. Sırayla kazma salladılar. Çiçekli-böcekli battaniyemle savuruverdiler çukura. Soğumaya başladı vücudum. Hisli ölüm buraya kadar. Uzaklardan, çok uzaklardan bir ses duyar gibi oldum. Çatallaşmış sesiyle babaannemdi bu,

“Oğlumu sürdünüz, torunumu öldürdünüz, ocağımı söndürdünüz.

Oy havar!”


Kerem Bakıcı


Öyküyü sesli dinlemek için:


5 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page