top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Korkut Kabapalamut- Çukur

Çukuru neden kazdığımızı bilemiyoruz. Bana kalırsa başımızda durup bizi denetleyen muhafızlar da bilmiyor ya da sır saklama konusunda inanılmaz derecede başarılılar. Mesai sabah yedide başlayıp akşam aynı saatte sona eriyor. Günde iki kez yarımşar saatlik molalar veriliyor. İlkinde evden getirdiğimiz mütevazı kumanyalarımızı öğle yemeği niyetine iştahla yiyoruz. İkincisinde gölge bir yere serilmiş pis ve yer yer yırtık, parçalanmış hasırların üzerine sıkış tepiş uzanıp elden geldiğince dinleniyoruz. Kimimiz bu kısıtlı sürede uyuyup az da olsa enerji depolamayı becerebiliyor. Ben ne yazık ki onlardan biri değilim. Kendi rahat yatağımda bile uykuya dalmam epey zaman alır. Fiziken güçlü biriyim neyse ki. Şimdilik bu gerçekten de çok ağır mesaiye dayanabiliyorum. Ama gün boyu güneş altında çalıştığımız için -kafamıza koyduğumuz ıslak mendiller ya da bezler dışında herhangi bir korunağımız yok- bu tempoda daha ne kadar çalışabilirim bilemiyorum. İşi biraz savsaklar gibi olduğumuzda gaddar, suratsız muhafızlar anında yanı başımızda bitiyor, öncelikle sert şekilde uyarıyorlar biz tembelleri, bozguncuları. Uyarılarının işe yaramadığı kanaatine varırlarsa kırbaç sırtımızda ve bacaklarımızda art arda şaklamaya başlıyor, yılan gibi uzun uzun tıslıyor. Sıcak, yorgunluk, haksız yere uğranılan hakaretler, en fenası da kırbaç sızısı derken çukur gerçek bir cehenneme dönüşüyor. Cezalandırılan kişinin yakınındaki işçiler aynı şeyin birkaç dakika sonra kendi başlarına da gelebileceği korkusuyla insan üstü bir gayretle arttırıyorlar çalışma tempolarını.

Bir haftadır böyle. Yediden yetmişe tüm ülke halkı işi gücü bırakmış, bu devasa boyutlardaki çukuru daha da genişletmeye ve derinleştirmeye çalışıyoruz. İddialara göre hükümdarın kesin buyruğu söz konusu. Ona fiilen karşı koymak, hatta usulünce itiraz etmek, ürkekçe bile olsa kararlarını sorgulamak ne mümkün! Anında kafanız uçurulur ya da kararlı, becerikli eller tarafından dibi görünmeyen bir uçurumdan aşağı tepetaklak yuvarlanırsınız. (Kimse de bunun hesabını sormaz, soramaz.) Aklınızdan bile geçirmeyin öylesi tehlikeli bir düşünceyi. Can tatlı ne de olsa. Bu zor günler de geçer diye umut ediyor insan son ana kadar. Yaradılışı böyle. Bu dünyadan fazladan tek, hatta yarım yamalak bir soluk alabilmek adına yapmayacağı alçaklık, hainlik yok. Genç değilim artık, az da olsa tanıyıp anladım insan ruhu denen şeyi, bu dipsiz çirkefi.

Bir hükümdar gerçekten de var mı, ondan bile emin değilim ben kendi adıma. Kendisini ya da bir resmini görebilmek şimdiye dek nasip olmadı. Hatta adı sanı da bilinmiyor, sanırım bilmemizin hiç de gerekli olmadığı düşünülüyor. Bize düşen, sözüm ona muhafızlarının ilettiği emirlere, o emirlerin içeriği ne olursa olsun saygıyla boyun eğmek. Hiç düşünmeden, "Baş üstüne," demek ve emrin gereğini derhal yerine getirmek. Tebaa olmanın ilk koşulu buymuş, eskiden beri bize böyle söyleniyor, öğretiliyor ve bu iddia şimdiye dek hiç sorgulanmadığı gibi sorgulanması nedense hatıra dahi gelmiyor. Ben ve benim gibi az sayıda kişiyi hariç tutarsak tabii. Bana göre atalarımızın bize bıraktığı en kötü miras da bu.

O yüzden olacak, insanlar çukurun kazılma nedenini de sorgulamıyor, azıcık bile merak etmiyor, sadece şuursuzca, kör köstebekler gibi dişleriyle tırnaklarıyla ha bire kazıyorlar. Hâlbuki karıncalar bile neden bir delik açtıklarını ya da tünel kazdıklarını bilir. Bunun varlıklarını sürdürmek için zorunlu bir faaliyet olduğunun, buralarda yaşayıp ikmal- iaşe ihtiyaçlarını ancak bu yollardan karşılayabileceklerinin tamamen farkındadırlar. Böyle bir yapıya zaten sahiplerse, onları istediğiniz kadar zorlayın, tehdit edin, yanına bir ikincisini inşa etmek için parmaklarını bile kımıldatmazlar o derece çalışkan, çilekeş yaratıklar oldukları halde. Ama biz insanlar hiç de onlar gibi değiliz ne yazık ki, olamıyoruz. Denildiği gibi, emir demiri keser, bilinçsizce, körü körüne yaparız yaptığımız çoğu şeyi. O neredeyse görünmeyecek kadar küçük karıncalar kadar bile aklımız, mantığımız, hatta onurumuz yok bana kalırsa.

Çukur bir süre sonra kazıyıcıların çokluğu nedeniyle hem genişledi hem de iyiden iyiye derinleşti. Öyle ki herhangi bir kenarından baktığımızda karşı kenarı hayal meyal bile göremiyoruz. Dibine indiğimizde merdivenle yüzeye çıkmak, çok hızlı hareket etsek bile neredeyse iki saatimizi alıyor. Yani tam bir cehennem çukuru. Şu ana kadar içinden değerli bir maden, hazine, petrol ya da su da çıkmadı. Kuru kuruya kazıyoruz resmen. Bizi motive edecek hiçbir gelişme, buluntu yok. İşin sonunda küçük, önemsiz de olsa birer ödül elde edeceğimize dair bir beklenti ya da vaat de kesinlikle söz konusu değil. O halde bu derece aşkla, şevkle, doymak bilmez bir iştahla toprağı kazmamızın, kazabilmemizin nedeni, sebeb-i hikmeti nedir? Bilmiyoruz. Bence bu filozofların, psikologların ve sosyologların açıklaması, araştırması gereken bir olgu ama bizim ülkemizde bu türlü okumuş kimselerden hiç bulunmaz maalesef. Onların varlıklarını, ne iş yaptıklarını bile tesadüfen, bir kitap sayesinde öğrendim, sonrasında da çok eskiden ülkemizi ziyaret eden yaşlı ve bilge bir yabancıdan duydum. Zaten bu dediğim kimseler ülkemizde olsa çukur bu derece büyüme fırsatı bulamazdı bence. Neredeyse kendi ellerimizle yarattığımız bir canavara, bir Leviathan’a dönüşemezdi.

Kimilerinin evleri, tarlaları, bahçe ve bostanları kahrolası çukura kurban gitti, yani onun tarafından iştahla, vahşice bir güzel yutuldu, yutulmaya da hızla devam ediyor. Bu kişiler geceyi akrabalarının, dostlarının fakirhanelerinde zavallı birer sığıntı sıfatıyla yerlerde yatarak, yoksul ev sahipleri tarafından kendilerine ikram edilebilenleri yiyerek yarı aç yarı tok geçiriyorlar. Başlarına geleni şikâyet edebilecekleri herhangi bir resmi ya da gayri resmi merci de yok. Herkes kaderine razı görünüyor. Zaman zaman içten içe ya da kendi aralarında durumdan içtenlikle yakınsalar bile muhafızlara ya da yabancılara hiçbir şey diyemiyorlar. Yakında aynı şeyin herkesin başına geleceği gibi zehirli ve haklı bir düşünceyle avunuyorlar belki utanarak da olsa; ki bunun gerçekleşeceği neredeyse kesin. Ortada çukur inşaatının ya da kazısının yakında sonlanacağına dair herhangi bir emare yok şimdilik… Kazı işlemi sırasında yorgunluktan ölenler de oldu tabii. Bunların acınası zayıflıktaki, yarı çıplak, toza toprağa bulanmış cesetleri yörelerindeki diğer kazıcılar tarafından yakındaki bir mezarlığa süratle taşınıp toplu olarak gömülüyor -ne mezar taşı ne bir şey- yakınlarının yas tutmak ya da mezarları başında dua etmek için vakitleri de yok tahmin edebileceğiniz üzere. Diğerleri gibi şuursuzca kazmayı sürdürmek zorundalar, izin hakları bulunmuyor, zaten bunu talep edecek cesaretleri olduğunu da sanmam. Artık tamamen köleleşmişler, iradelerini, öz saygılarını çoktan kaybetmişler. Belki de isyan, başkaldırı sözcüklerinin anlamlarından bile uzun zamandır bihaber zavallılar.

Ben ve benim gibi az sayıdaki kişi onlar gibi değiliz tabii. Biz henüz o derece mankurtlaşmadık, düşünüp sorgulamayı, kendi çapımızda da olsa akıl yürütme denen olguyu, o faydalı zihinsel işlemi tümüyle unutmadık. Muhafızlar duyar korkusuyla öngörü ve varsayımlarımızı birbirimizle rahatça paylaşamasak da ara sıra işle ilgili konularda konuşuyormuş gibi yaparak fikir teatisinde bulunabiliyoruz. Bu devasa boyutlardaki garabetin, yakında patlayacak büyük bir savaşta kullanılacak bir tür siper ya da sinsi bir tuzak olduğunu düşünenler çoğunlukta. Ancak benim aklım bu fikre baştan beri pek yatmıyor. Bunca derin ve geniş bir çukurun siper olarak kullanılması bence mantık dışı. Hatta kimilerinin ileri sürdüğü üzere düşman ordularını hayvanları ve silahlarıyla birlikte yutup boğacak bir hendek, bir tür Kızıldeniz olarak değerlendirilmesi de tamamen imkânsız, zira dairesel bir çukur değil söz konusu olan, ayrıca görünürde hendek tarafından korunması gereken herhangi bir kale ya da şato da yok. (Bu arada, hükümdarın sarayının nerede olduğu da belirsiz, tam bir sır.) Öte yandan kazılan bölgede ilk günden bu yana değerli bir maden arandığını savunanlara da katılamıyorum. Öyle olsa konunun uzmanları kazı öncesinde keşif, sondaj gibi bazı ön çalışmalar, incelemeler yapardı çukurun kazılmaya başladığı noktayla çevresinde. Bana göre kazı noktası rastgele, tamamen gelişigüzel şekilde belirlendi, dolayısıyla çukurdan para edecek bir şeyin elde edilmesi beklenmiyor. Yani bu varsayım da diğerleri gibi tamamen çürük, saçma. Bazıları da yapılanın arkeolojik bir kazı olduğunu, bu bölgede geçmişte bizimkinden tamamen başka uygarlık ya da uygarlıkların bulunduğunu, hükümdarımızın salt bunları ortaya çıkarmak ve belki de bu yolla ülke turizmini canlandırmak amacıyla bu arkeolojik faaliyeti başlattığına inanıyorsa da ben şu ana dek bu düşüncenin de doğru olabileceğine biraz bile ikna edilebilmiş değilim. Zira arkeolojik kazılarda gösterilmesi gereken titizlik, özen baştan bu yana hiç mi hiç gösterilmediği gibi, bildiğim, atalarımdan dedelerimden duyduğum, azıcık da olsa okuyabildiğim kadarıyla dünya kuruldu kurulalı buradaki ilk uygarlık- tabii bunun adına uygarlık denebilirse- biziz ve hükümdarın bu sözde kadim kentleri ortaya çıkarmak adına kendi ülkesinin neredeyse tamamını bir çukura çevirmekte, tebaasını da bu uğurda yorgunluktan, sıcaktan, kırbaç darbeleriyle telef etmekte herhangi bir çıkarı olamaz. Tabii eğer ortada kimilerince iddia edildiği üzere gerçekten de bir hükümdar varsa ve yaşanan her şey kocaman bir yanlış anlamadan, devasa boyutlarda bir işgüzarlıktan ibaret değilse. Kim olduğunu bilemediğimiz o uğursuz Baş Muhafız bize korkunç, ülke ve dünya tarihine geçecek çapta korkunç, ölümcül türden bir şaka yapmıyorsa.


Korkut Kabapalamut

2 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page