Öykü- M. Bülent Bingöl- Vampir Necati
- İshakEdebiyat

- 15 Tem
- 5 dakikada okunur
Necati köpek dişleri biraz büyük ve sivri olduğundan vampir olabileceği vehmine kapılmıştı. Hele bir gün parmağını kestiğinde gayrı ihtiyari yalamış, tadı çok hoşuna gitmişti. Kendisini çok rahatsız eden “vampir olma” düşüncesi evlenme arifesinde iyice nüks etmişti. Evlenmeden Necla’ya bunu söylemeliydi ama nasıl söyleyecekti? Yolda aklındaki yoğunlukla yürürken kasaba uğradı ve dalak aldı. Edo döneminde en ucuz et dalaktı. Kasap öyle demişti. Ve eklemişti. “Çöpe attığımız tavuk götlerini artık parayla satıyoruz.” Kasaptan çıktığında şu cümleyi de aklından geçirmeden edemedi. “Ulan ne salak bir adamsın. Vampir olmanın zamanı mı?”
Yürürken kulağında telefonun kulaklığı olduğu için kendi kendine konuştuğunu hiç kimse anlayamayacaktı. Kulağındaki koca kanca bir deli olmadığının kanıtıydı. Eliyle kulaklığı kontrol etti. Telefonda biriyle konuşuyormuş havasına girdi. Boğazını temizledi. Konuşmaya başladı. “İnsanları ısırmaya cesaret edebilir miyim bilmiyorum yani o raddeye gelir miyim? Etin ateş pahası olduğu bu günlerde susuzluğumu nasıl gidereceğim. Ete kazandığım para yetmez. Hem de evlenme arifesinde. Canım kan çekince dalakla idare ederim desem o da ucuz değil ki. Hep dalak hep dalak olmaz öyle şey dangalak.” Son cümlesinin günün saçma sapan şarkı sözlerine benzemesine güldü. Önünden bir kedi geçti. “Kedi mi? Olmaz öyle şey. Onlara dokunamam. Zaten her türlü işkenceyi çekiyorlar hayvancıklar. Oysa bizden önce onlar vardı. Şimdi sokaktan kovmaya çalışıyoruz. Kıyamam. Katledilmiş, yollarda ezilmiş hayvanlar? Neler söylüyorum. Ben vampirim, leş yiyen bir cani değilim. Yani gerçekten kafayı yemek üzereyim. Sakatattan nefret eden adamın düştüğü hale bak. Necla’ya ne diyeceğim?”
Heyecanla eve geldi. Mutfak masasını hazırladı. Dalağı çiğ çiğ yemeye çalıştı. Yanına rengi uysun diye aldığı patlıcan moru renkli gazlı içecekten yudumladı. Maatteessüf ilk lokmada kustu. Ağzını, ellerini, yüzünü güzelce yıkadı. Dolaptan annesinin yaptığı tarhana çorbasını çıkarttı, ısıttı ve içti. Annesi köye gitmişti. Babasının elli ikisi vardı. Kadıncağız köye gitmeden birkaç kap yemek yapıp biricik oğlu için dolaba koymuştu. Necati annesini düşündü. Elli iki rakamı gözlerinin önüne geldi. Sonra iskambil kağıtlarından papaz, kız, oğlan.
Telefon çaldı. Necati telefonu bulamıyordu. Dalak malak derken telefonu nereye koyduğunu unutmuştu. Necla’nın aradığından emin olduğu için aklı çarşafa dolanmıştı. Durdu. Kulaklarını açtı. Tüm dikkatini sese verdi. İşte mutfakta çaydanlığın yanındaydı. Necla buluşalım dedi ve Wüju’da buluşmaya karar verdiler. Saatlerine baktılar. “Bir saat sonra Wüju’da.” Dediler aynı anda. Necati’nin dili dişlerine sürtmüştü. Wüju yerine ‘Wühu’ demişti sanki.
Necati yemeye çalıştığı dalak yüzünden kötü olmuştu. Wüju’ya komşu olan Esra Park’ta yürüdü. Karanlık çökmüştü. Bahar akşamında hava güzel kokuyordu. Çimleri mi kestiler yoksa? Farklı, güzel bir çiçek kokusu duydu ama ne çiçeğiydi bilemedi. Bankta oturan iki emekli kaçak votka içiyorlardı. Pet şişeler göğüslerini gererek, esriyen havaya caka satıyorlardı. Amcalar gönülden davet ettiler ama Necati teşekkür edip yürüdü. Sokak ışığında gölge olmuş çakırkeyif, mütekait yaşlı bedenler eski günleri yad etmeye devam ettiler. Alkollü içecek fiyatları şaha kalkmıştı. Vatandaş kendi içkisini üretmeye başladı. Kimyacı ve alşimist oldu. Bu vesileyle üretilen içkinin uhrevi bir nefaset içerdiği ikinci kadehten sonra hep düşünüldü. Necati neler geçiyor aklımdan diye mırıldanırken. Necla, Wüju’nun kapısının önünde durmuş ona sesleniyordu.
“Necati! Ne yapıyorsun Allah aşkına orada. Ağaç ettin beni burada.”
Necati apar topar koşarak Necla’nın karşısına dikildi. Konuşmadan bahçeye geçtiler. Karşılıklı oturdular.
“Ne yapıyordun parkta?”
“Biraz midem bozuldu. Temiz hava alayım istedim.”
“Ne yedin?”
“Ne…Ne mi yedim. Şey…”
“Ne yediğini de mi unuttun.”
“Yok ya, annem yemek bırakmıştı…bulgur…bulgur ekşimiş, birkaç kaşık yedikten sonra fark ettim.”
“Bir şey konuşacağım deyip duruyordun. Hadi konuş, seni dinliyorum.”
Necati vampir olduğuna dair belirtileri anlattı Necla’ya. İçinde son zamanlarda oluşan ısırma arzusundan söz etti. Önceleri genç ve güzel kadınları ısırmak istediğini itiraf etti, sonraları cinsiyet ayırt etmeden önüne gelene hart diye dişlerini geçirmek istediğini söyledi. Necla hayretle izledi.
“Necati bazı isteklerin konusunda sana pek sıcak davranmadığımı biliyorum. Her insanda biraz ısırma isteği olur. Yani bu vampirlik denen şey Hristiyanlarda görülen onların geleneklerine yakın bir şey. Geçenlerde izledim; İbranilerde bir kadın var Lilith, iblislerin kraliçesi yakışıklı genç erkekleri kanıyla kandırıyor mu ne? Saçma sapan bir filmdi. Ha şimdi hatırladım Romanya’da yaşayan, Drakula değil miydi vampirlerin piri. Sonuçta sen Müslüman bir adamsın. Vampir olamazsın.”
“Yani sen de çok iyi biliyorsun, pek inançlı biri sayılmam. Ayrıca unuttun mu biz Balkan göçmeniyiz.”
“Necatciğim okumuş adamsın yapma, illa ısıracaksan tamam izin veriyorum beni ısır ama abartma. Mürekkep yalamış bir adam masum bir insanı ısırmak için hokkadan vampir çıkarabilir mi?”
“Ne okuması Necla, uyduruk bir üniversitenin uyduruk bir bölümünden sırf diploma için mezun oldum. Artık o diploma geçerli mi değil mi onu da bilmiyoruz. O hokka da nedir? Mokka gibi bir şey mi?”
“Eskiden içine mürekkep koyarlarmış. Bandırıp bandırıp yazı yazarlarmış.”
“Lütfen beni tahrik edecek kelimeler kullanma. Bak aklıma, Bandıra bandıra ye beni, şarkısı geldi.
“Gerçekten senin kafan epey karışmış. Bırak kendine haksızlık etmeyi. Sonuçta üniversite mezunu değil misin? Mezunusun. Üniversite bitirenlerin yüzde doksanı senin konumundan farklı mı? Ama senden başka vampir gibi hissedeni ne duydum ne gördüm bebeğim. Sakin ol. Seninki biraz fantezi gibi. Söz ısırmana izin vereceğim. Neler söylüyorum ben… Şu televizyon yok mu; vampir, zombi, kurt adam derken kimyamızı bozdu. Yok yok bu Hollywood’un yatacak yeri yok.”
“Mezun olduk da ne oldu Necla? Okuduğumla uzaktan yakından ilgisi olmayan bir iş yapıyorum. Kumpirciyim. Her tarafım patates kokuyor.”
“Kendi işin. Dükkânın var. Çalışanların var. İnsanlara ekmek kapısı yaratmışsın, bak ne güzel. ‘Kumpirin Kralı’ kendi markan. Kaç kişi böyle bir markaya sahip. Yakında bayilik bile vermeye başlayacağına inanıyorum. Ne deniyordu ona?”
“Firençayzing.”
“Bak ne güzel söylüyorsun, benim dilim dönmüyor.”
“Benim dilimde de bir sorun var. Dişlerime takılıyor sanki.”
“Kızıyorum ama. Tamam dedim ya, seninle daha çok ilgileneceğim.”
“Diyorum ki…”
“Bak aklıma şimdi geldi. Sen ne iş yapıyorsun?”
“Kumpirciyim. Çalışanım falan yok, bir ben bir de Vahide abla.”
“İşte kelime benzerliği. Kumpir, vampir. İşin bilinç altına öyle işlemiş ki içine düştüğün, çağımızın implantla çoğaltılmış dişlere sahip canavarı vahşi kapitalizm seni kana susamış bir vampire dönüştürmeye çalışıyor. Sen kanma güzelim. Kumpirciden vampir çıkmaz. Unutma sen küçük esnafsın. Sen rüştünü ispat etmiş bir burjuvasın.”
“Babana söyledin mi sendikaya üye olduğunu?”
“Ne alakası var şimdi bunun kumpirle, vampirle Necati!”
“Vahşi kapitalizm? Dişli canavar? Bunlar sana ait sözcükler değil. Bak baban duyarsa…”
“Duyarsa duysun Necati. Koskoca kabzımal Mahmut Bey, zorla belediyeye işçi olarak soktu beni. Neymiş garanti işmiş. Belediyede bir kapımız olsa iyi olurmuş. İşçi Partisine de üye oldum.”
“Diyorum ki bir süre ayrı kalsak. Ben bir düşünsem. Düşüncelerimi netleştirsem. Durumumuz iyice karıştı. Sende proleter belirtiler, bende vampir alametleri.”
“Doğruyu söyle başka birini mi buldun Necati”
“Yok canım daha neler.”
“O zaman doğruyu söyle. Benimle sevişebilmek için mi uydurdun bu vampir hikayesini?”
“Hayır.”
“Ne yani benimle sevişmek istemiyor musun?”
“Neclacığım bu konuyu sen kapatmıştın. Hazır değilim dedin. Ben de anlayışla karşıladım.”
“Necati seni kaybetmek istemiyorum. Seni seviyorum. Yani diyorum ufak tavizler verebilirim. Bir ısırıktan bir şey olmaz.”
“Olmaz! Çok tehlikeli. Ya kendimi durduramazsam.”
“Ne yapalım başa gelen çekilir.”
“Ben el freni değilim Necla.”
“İyi ısır o zaman, görelim ne olacak?”
“Olur mu canım. Bütün kanını içip seni vampirellaya dönüştürürsem vicdan azabından ölürüm.”
“Bir dakika, biraz yaklaşsana. Hoh de bakayım.”
“Hoh.”
“Leş gibi sarımsak kokuyorsun.”
“Kan kokmayayım diye, şey midem bozuldu ya, sarımsaklı yoğurt yedim.”
“Oğlum vampirler sarımsak yer mi?”
“Yemez mi?”
M.Bülent Bingöl




Yorumlar