top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Mehmet Kalender- Ataş

Yaz mevsiminin ortalarındaki bir günün çok sıcak öğlen saatleriydi. İdris, kardeşi Veyis’e gelen ödeme emri tebligatı üzerine eski bir tanıdığı ve onun gibi memur olan Necati’den bilgi almaya, vergi dairesine gelmiş, şimdi de çıkıyordu.

Ana kapıdan çıktı, merdivenlerin başında durdu ve etrafı ağır ağır süzmeye başladı. Öğlen molası olduğu için dairenin bahçesi sakindi. Bugün havanın sıcak oluşu ve Necati ile konuşması dertlerine güç katmış, sıkıntısını çoğaltmıştı. Ancak şimdi çevrenin sessiz ve sakin oluşu ona bir iç ferahlaması getirmişti.

Ne yapayım ben şimdi? Necati’nin dediklerine bakarsak benim yararıma olacak bir şey yok zaten. Bu borç üzerime kalacak, kesin kalacak! Orası da ayrı mesele. Allah’tan çok fazla para değil. Aah Veyis ah! Daha bana olan borcunu ödemeden bir de beni borçlandırdın. Adama ulaşamıyoruz ki her istediğimizde. Mecbur, kim ödeyecek parayı? Ulaşsak bile zaten yine abim ilgilenir demeyecek miydi? Gelecek olan paramın hayalini kurarken şimdi üstüne para kaybettim. Kıza söz verdiğim cep telefonunu da alamadım. Hep soruyor, hani nerede telefonum, baba hani karne hediyesi, söz vermiştin diye. Suç bende. Böyle olacağını bilmek güç değil. Veyis’ten ne beklenir ki? Hep böyleydi hep! Taa çocukluktan beri. Ama ne yapayım? Kardeşim sonuçta, kardeşim… O da biliyor zaten ona hayır diyemeyeceğimi, ona kıyamadığımı ya, ne kadar rahat konuşabiliyor benimle, hiç çekinmeden, hatta ukalaca. Ne haltlar ediyor kim bilir şimdi Antalya’da. Karısını, kızını burada bırakmış, kendisi gezip tozuyor. “İş yapıyorum abi,” diyor bir de, sanki sadece iş için gitmiş gibi, bizi kandırabileceğini sanıyor… Sevgi de ne kadar üzgündü tebligat kâğıdını verirken. “Abi sana zahmet veriyoruz,” dedi mahcup. Her türlü ihtiyaçlarını karşılıyor bizimki; hatta durumu iyi olduğu zamanlar fazlasıyla karşılıyor belki ama her şey maddiyat değil ki, kadın ne kadar üzülüyor. Kızı pek öyle görünmüyor ama muhakkak o da eksikliğini hissediyordur babasının. İnsan ailesini bu kadar yalnız bırakır mı? Ayıptır, yazıktır. Bizim para ne olacak? Birikmişimdi benim. Neyse, neyse kötü düşünme. Biraz ferahlamıştım bak yine daraldım, kötü düşünmemeliyim artık!

Matruş yanağından aşağı doğru akan bir ter damlası onu daldığı düşüncelerden uyandırdı. Tıpkı bir sayfayı köşe ucundan tutup çevirirmiş gibi, düşüncelere dalmış olduğu sayfayı değiştirdi bu ter damlası ve İdris’i, vergi dairesi sınırlarından çıkmaya yöneldiği bölüme geçirdi.

Vergi dairesi çalıştığı devlet kurumuna yakın mesafedeydi ve öğlen molasının bitmesine daha zaman vardı. Dairenin sınırlarından çıktı, karşı kaldırıma geçti. Zamanı olduğu için özgür ama plansız bir şekilde kaldırımda yürümeye başladı.

Doğru ya, yemek de yemedim daha. İştah falan kalmadı ama çalışacağım daha, mecbur tutsun diye işte. Necati’yi de alıkoydum, o da yemedi adamcağız. Ulan Veyis, senin meselelerin yüzünden yemek yemek aklıma bile gelmedi. Üff yine canım sıkıldı bak. Neyse, neyse boş ver. Kötü düşünme, olumlu düşün! Vay! Bak ne geldi aklıma, Eyyüp ustam ne derdi hep. “İnsanların çoğu sonucun kötüsünü düşünmeye meyillidir. İşlerinde, güçlerinde, yaşarken, hayattan bekledikleri neticelerde ekseriyetle ümitsiz bir tavırda olurlar. Oysa hayat onların bu bakışlarının en ufak parçası kadar ümitsizliği taşısaydı bırak uzaya gitmeyi, feni, bilimi… Şimdiye insan diye bir şey kalmamıştı. İdris, sen sen ol sakın ümitsizliğe düşme bu hayatta, çünkü ümitsizlik hayata terstir. İyi düşün, iyi olsun.” Allah rahmet eylesin, değerli ustam benim. Başka derdi ki, “Oğlum, müşterinin getirdiği hiçbir ayakkabıya iyicene bakmadan sakın tamir edilmez çekme. Kesin emin olsan bile bir bak. Çünkü sen onu getirenin umudu olabilirsin. Belki de çok değerli bir hatıradır onun için veyahut parası yoktur yeni ayakkabı alacak. Bu kısa ömürde bir insanın bir günlük, bir saniyelik bile umudu olmak çok büyük ve değerlidir. Unutma bir sıfırdan büyüktür.” Vay vaay, ne ince, ne derin düşünen adammış rahmetli ustam benim. Tamam, artık kötü düşünme asla yok. İyi düşün İdris, iyi düşün.

Saptığı yolun ilerisinde, kaldırım kenarında park edilmiş arabaların arasında bir simit arabası gördü ve oradan bir şeyler yemek niyetiyle ilerledi. İskemlesine oturmuş, sırtını okulun bahçe duvarına dayamış halde telefonu ile ilgilenen simitçiye, “Kolay gelsin,” dedikten sonra kaldırımdan caddeye inip ürünleri incelemeye başladı. Simitçi oturduğu yerden doğruldu.

“Abi vallahi pek bir şey kalmadı. Benim de acelem yok diye bekliyorum hâlâ, bir bak istersen sana göre taze kalmış olan vardır belki.”

İdris eliyle inceledikten sonra, “Var, var,” deyip birkaç mamul ayırdı, sonra arabanın içinde cam kenarına dizilmiş küçük kutu meyve sularından birini aldı. Yemeye hazırlık yaparken simitçi, “Normalde okul olduğu zamanlar hiç kalmıyor ama bu tatil zamanlarında az da olsa kalıyor genelde. Allah’tan zarar etmiyorum ama.”

“İyi, iyi. Bak şansım varmış, taze bir şeyler çıktı bana. Bu hayatta umudu kesmemek lazım.”

“Öyle, öyle,” dedi simitçi herkesin bildiği ama üzerine hiç düşünmediği bir hakikati onaylarcasına. Ve tekrar duvara yaslanıp telefonuyla ilgilenmeye başladı.

İdris yemeğini yerken simitçi ise gözleri telefonda kâh gülüyor, kâh öfkeleniyor; ara ara ilgisini çekeceğini düşündüğü paylaşımları İdris’e de gösteriyordu. Son olarak, taklit yapan ve ağzıyla ilginç sesler çıkaran bir adamı coşkuyla paylaşan simitçiyle güldükten sonra parayı ödeyip oradan ayrılıyordu şimdi.

Kaldırımdan karşı kaldırıma geçti ve az gittikten sonra yanından geçtiği kırtasiyenin camekânında gördüğü kırtasiye malzemeleri dikkatini çekti. Heyecanlanmıştı, durup onları seyretmeye başladı.

Ne kadar güzel okul malzemeleri var çeşit çeşit. Bu yaşımda beni bile cezbetti. Çocuk olup okula gidesim geldi valla şu an. Şu kalemtıraşlara, ataşlara bak, türlü türlü. Demek ki defterler hâlâ uçlarından kıvrılıyor, bir çaresi bulunmadı ataştan başka. Vay be, şaşırdım valla, sanki her şeyin bir çaresi bulunabilir gibi geliyor insana. Bir de bu teknoloji, bu icatların çağında. Bu çağ bizi öyle alıştırdı aslında. Keşke insanların da ataşı olsaydı kusurlarını düzeltebilecek. Defterlerin ataşı var, insanların neyi var? İnsanlar değişmiyor. Neyse, neyse… Kötü düşünmek yok, kesinlikle yok! Hem defterlerin ataşı varsa, insanların da ataşı bulanları var. Mukayese ettiğim şeye bak. Onu bile insan bulmuş, başka çareler mi bulamayacak? Kötü bakmayan, çare bulan insanlar değil mi? Elbet çare bulunur be İdris. Neyse, işe geç kalmayalım bir de.

Kırtasiyenin önünden ayrıldı, iş yerine gitmek üzere yürüyordu şimdi.


Mehmet Kalender

1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page