top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Meltem Terzioğlu- Emanet

Sistemin yarattığı donuk bakışları trafik ışıklarına takıldı. Gözlerini yayalar için yanan kırmızı buton üzerinden bir süre ayırmadı. Sabrının kalmadığını hissediyordu. Evine varıp içinde dolanan mide bulantısını kusmak için can atıyordu. Asım kırmızı çizgiyle sınırladığı hayatında rutinin dışına pek çıkmazdı. “Önce bizim köşedeki büfeye uğrayıp sigara almak lazım,” diye düşündü. İşin tüm ağırlığını yüklenen nasırlı elleri pantolonunun cebinde gezinmeye başladı. Parmaklarına çarpan yokluğun keskinliği kalbini acıttı. Nefes alıp verirken ciğerlerine saplanan sancıyı görmezden geldi. Fakat aklının içinde son hızla koşmaya başlayan düşüncelere engel olamadı. Elleri pantolonun cebinden yukarı doğru seyretmeye başladı. Aradığını bulamadı. Parmaklarını ani bir hızla sağ cebine iliştirdi. İçinde yaşattığı umudun son kırıntılarını hâlâ süpürmemişti. Parçalanmış ceketin suni deri kalıntıları avucunun içine yapıştı. Boşlukta gezinen eli sökülen astarın derinlerine daldı son kez. Yoktu. O anda trafik ışıklarından çarpan sesle irkildi. Saniyeler geriye doğru akıyordu. Karşıya geçmek için yalpalayan dizleri dengesizdi. Uzuvları öyle inceydi ki attığı her adımda bacakları birbirine dolanacak gibi duruyordu. Bir anda gözlerini kamaştıran parlaklık dikkatini çekti. Adımları yavaşladı. Bakışları etrafta koşturan telaşlı insanlara takıldı. Bu parıltıyı kimsenin fark etmemiş olmasını temenni ediyordu. Sebebi bilinmez kaosun içinde, bir yerlere yetişmek için çırpınan insanlar çil yavrusunu andırıyordu. Her biri, karşılarına bir ceset çıkacak olsaydı dahi bu cansız bedenin üzerinden atlayıp hayatlarına devam edecek kadar ruhsuz görünüyorlardı. Asım buna sevindi. Seyrek kirpikleri mutluluğun verdiği heyecanla seğirmeye başladı. Bakışlarını ağırlaştıran göz kapakları bir aşağı bir yukarı kıpırdanıp duruyordu. Adımları küçük ve hızlıydı. Bacakları, dallarla çevrili olan yaya yolunun kenarına usulca salındı. Parmakları ufak cüzdandan dışarı fırlamış metal paralara doğru uzandı. Elleri titriyordu. Cüzdanı da metal paralarla beraber astarı delik cebine fırlattı. Üzerine çöken tedirginliği omuzlayıp yola koyuldu. Kendini faili meçhul bir cinayete karışmış gibi hissediyordu. Fıldır fıldır dönen gözleri yuvalarından çıkıp yolun ortasında duran rögar kapağının içine yuvarlanacaktı sanki. Kimse oralı değildi. Ama Asım etrafını çevreleyen kalabalığın birbirine karışan ter kokusunu duyumsuyordu. Bu kokunun dayanılmaz ağırlığı sanki her yanına sinmişti. Nefesini kontrol altına almaya çalıştı. Bir anda içine nüfuz eden oksijenle başı döndü. Yanaklarından aşağı iki damla yaş süzüldü. Nedenini bilemediği bir duygusallığın içindeydi. Kendini yaya geçidine fırlattı. Bir anda asıklarında hissettiği büyük bir acı ile kıvranmaya başladı. Sert bir nesneye çarpmış olmalıydı. “Ne bu yolun ortasında zebellah gibi dikilen şey? Bunca insan arasında geldi beni buldu,” diye homurdanırken korku içinde titreyen çocukla göz göze geldi. “Demek sensin,” diye tısladıktan sonra kısa bir süre olduğu yerde sabit kaldı. Çocuk telaşlı adımlarla bir sağa bir sola koşmaya başladı yeniden. Asım’ın bakışları çocuğun üstünde adım adım ilerledi. Zavallının su yüzü görmediği belliydi. Toz birikintisi saç tellerinin arasına sıkı sıkı yapışmıştı. Ten rengi olduğundan çok daha koyu ve kirliydi. Hava soğuktu. Çocuğun ayakları, tabanı delinmiş ayakkabının içinde huzursuzca kıpırdanıyordu. Başparmağı dikişleri patlamış çorabın kenarından kendini dışarı attı. Ciğerlerine işleyen rüzgâr buhar olup dudaklarından dışarı yayılıyordu. Küçük elleriyle avuçladığı mendillerine sahip çıkmaya çalışırken paketlerden biri yol kenarında duran ızgaranın üzerine yuvarlandı.

Asım bir tokat gibi çarpan havayı içine çekerek parmaklarını astarı delik cebine iliştirdi. Yol kenarında bulduğu paraları birbirine vurdu. Çınlayan paraların tiz sesi kulaklarının içinde uğuldayıp kayboldu. Ağzında dolanan sigarasızlığın acı tadını yokladı. Katran karasına bulanan damarları zehirli dumanın arasında kaybolmak için ona yalvarıyordu. “Hayır, bunu yapamam. Bu paralar bana lazım. Parayı çocuğa verirsem ben ne halt edeceğim,” dedi. Bakışlarını zavallı çocuğun telaşlı adımlarından çekti hızlıca. Vapur kalkmak üzereydi. İskeleye doğru koşmaya başladı. Nefes nefese kalmıştı. Manzarayı göreceği boş bir koltuğa kuruldu. Gözlerini denizin dipsiz serinliğine çevirirken çocuğun küçük bedeni kalabalığın arasında kayboldu.

Karşı kıyıya doğru hareket ettiklerinde Asım’ın kalbi de vapurla bir kıpırdanıyordu. Oturduğu yerde sabit duramadığını hissetti. Sağ bacağı kontrol altına alamadığı bir hızla sallanmaya başladı. Gözleri, hareket eden dalgaların üstündeydi. Vapurun kirli camında çocuğun solgun silueti canlandı. Elleri dalların arasında bulduğu paralara ilişti yine. Hepsini avucunun içine aldı. Parmaklarını sıkı sıkı kapadı. Uzun tırnaklarını saplandığı avuç için acıdı. Bunu yapamayacaktı. İçinde bulunduğu vapurdan inmeden aynı istikamete doğru geri dönmeye karar verdi. Geçen her dakika kalbine saplanan delici bir alet görevini üstlendi. Sararmış dişlerinin arasından dökülen fısıltılar diğer yolcuların kulaklarında uğulduyordu. Asım buna aldırış etmedi. Vardığı iskeleden geri dönmek için hareketlenen vapur denizin dalgalı sularında küçük bir çocuk inadıyla kıpırdanıyordu. Yolda geçen yirmi yedi dakikalık zaman, yaşadığı ve -eğer vakti varsa- yaşayacağı yılların ağırlığına bedeldi. Tüm bedeni diz kapaklarına doğru kendini çekmişti. Ayakları karaya değdiğinde içinden gelen patlayıcı gücün etkisiyle kendini iskelenin çıkışında buldu. Caddeleri hıncahınç dolduran insanlar ruhsuz hallerinden bir şey kaybetmemişti. Asım, bilye gibi yuvarlanan gözleriyle küçük çocuğun telaşlı adımlarını aradı. Karşısına çıkan her deliği kolaçan edecekti, kararlıydı. Çocuğu bulana dek bu pisliğin içinden ayrılmayacaktı. Aradan bir süre geçtikten sonra insanların gürültüsünü bastıran başka bir kalabalık Asım’ın gözüne çarptı. Etrafı çeviren polisler yoldan geçen insanların şeceresini tutuyor olmalıydı. Adımları onu polislerin yanına sürükledi.

Gazete kâğıtları denizden esen rüzgârın dokunuşuyla birbirine karışıyor, kalabalığın sesi hışırtıların arasında kayboluyordu. Asım gözlerini çakıllı, ıslak asfalttan ayırmadı. Kâğıtların gelişigüzel sardığı cansız beden, magazin haberlerinin renkli fotoğrafları altında karanlığa karışmıştı. Bu manzara, Asım’ın midesinde çoğalan karıncaları harekete geçirdi. İçinde peyda olan ağrıyı bastırmaya çalıştı, olmuyordu. Önünde biriken kalabalığı yardı. Polis arabasının yanına sokuldu. Aracın tepesinde yanıp sönen sirenin ışıltısı bir anlığına yüzünü aydınlattı. Dili ağzından çıkacak kelimelere dönmüyordu. “Me mee memur bey… Buralarda esmer, şu boylarda, ufak bir çocuk gö göördünüz mü?” Konuşurken cümlesi un ufak olup havada dağılıyordu. Birbirlerine bakıp ne olduğunu anlamaya çalışan polisler “Gördük,” cevabını verdiler hep bir ağızdan. İşaret parmağını yolun ortasında tümsek oluşturan cansız bedene uzatıp “Orada yatıyor,” dedi içlerinden biri. Bir yandan da ağzındaki kürdanı sağa sola döndürüp duruyordu. “Gariban cüzdanını düşürmüş buralarda. Bilirsin bunların başında durup onları bu işe zorlayan tipleri. Çocukcağız telaşa kapılıp sağda solda cüzdanını ararken onu zorla sokağa salan şerefsiz bunu fark etmiş. Almış çocuğu elinin altına, yer misin yemez misin? Öldüresiye dövmüş zavallıyı. Tüm gücü bunlara yeter işte bu vicdansızların.” Asım, duyduklarından sonra damarlarında akan kanın içini yakmaya başladığını hissetti. Kulaklarında uğuldayan basıncın etkisiyle başı döndü. Dizleri gövdesini taşıyamayacak kadar güçsüzdü şimdi. Tutunmak için destek aradı elleri. Polislerden biri düşmemesi için koltuk altına sarıldı. “Beyefendi, beyefendi! İyi misiniz?” Asım’ın dili beyninin içinde zonklayan kelimelere kilit oldu. Buna cevabı yoktu. Konuşamadı. Derin bir nefes aldı. Güçlükle soluduğu havayı ciğerlerine doldurdu. “Siz neden aradınız bu çocuğu?” Asım yutkunmaya çalıştı, olmadı. Boğazı düğümlendi. Cebinde şıngırdayan metal paraları avucunun içine aldı. “Bende bir emaneti vardı da,” diyebildi sonunda.


Meltem Terzioğlu

1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page