top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Meral Çiçeklidal- Kola Kutusu

Sabahın olup olmadığını bile anlamadan ortalığı inleten çığırtkan martıların sesiyle yataktan fırladın. Sağına iç çekerek baktın. “Lan, adamın karısı kola kutusuna benzer mi hiç,” diye söylenerek doğruldun. Ardından, “Benim karım benziyor işte,” dedin. “Kola kutumun ağzı yine açık kalmış, şiş suratıyla kesik kesik tıslıyor,” diye kendi kendine konuşmanı sürdürdün. Yanında yatan benim tombul ellerimi, bacaklarının arasında görünce öğürmeye başladın. Doğrulduğun yerden fırlayıp kendini balkona attın. Sabahın havası henüz kirletilmemişti. Bundan sebep kusmadın, öğürmelerini gerisin geri yuttun. Sabahın merhametli ve bol oksijenli havasını doyasıya solumaya başladın. Bir yandan da maazallah yakışıklığın gölgelenmesin, diye sabah sporuna koyuldun. Kollar yukarı, bacaklar iki yana, hop hop! Kafanı balkondan aşağı sarkıtınca telaşla koşuşturan komşunu gördün. “Sabahın bu saatinde gayet diri uyanmış yine kavat,” diye söylendin. “İnsan bu saatte fıstık gibi karısını yatakta bırakıp aceleyle evden çıkar mı? Şükürsüz puşt,” diye sürdürdün konuşmanı. “Adamın sütun bacaklı, yaprak gibi incecik, kırmızı dudaklı karısıyla sabaha kadar seviştiği şu şekil koşmasından belli,” diye devam ettin. Komşunun, pantolonunun kenarından şımarık şımarık gülen çükünü şunca yükseklikten bile görüyordun. İç çektin. “Ah ulan adalet mi şimdi bu? Bu adam her gece soluksuz kalana dek sevişiyor, bense sabaha kadar bir kola kutusu tarafından... Ben böyle adaletin… Koduğumun aşkı, ne zaman âşık olup da evlendim ben? Terk edip gitse beni keşke. Yahut bir anda soluksuz kalsa. İnsanın karısı ölmez mi hiç! Ölmüyor işte benimki. Her gece ettiğim onca bedduaya, adadığım onca kurbana rağmen taş gibi ölmüyor. Üstüne üstlük şiştikçe de şişiyor,” diye söylene söylene içeri girdin. Öfkeli sesin balkondan odaya, oradan da kulağıma düşüyordu.

Yatağa bakmadan giyinip işe gitmek üzere hızla evden çıktın. Kola kutusu ben uyanayım diye de kapıyı da arkandan sertçe çektin. Sokağa çıktığın an intikam almaya karar verip yere eğildin. Eline aldığın koca taşı az ilerdeki en çığırtkan martıya fırlattın. Iskaladın.

Hemen ardından çıkıp senin peşine düştüm. Birinciliği kimselere kaptırmazsın, hızlıydın. Ortalıklarda görünmüyordun. Durakta otobüs beklemeye başladım. Zaman hızlı geçsin diye de ayağımla kaldırım taşlarını kurcalamaya, bir yandan da içimden sayı saymaya koyuldum. Dışımdan saysam benim gibi bekleyenler, “Aa, sabah sabah manyağa bak be,” diyeceklerdi. Demesinlerdi. Ben sayarken, çift sayılı otobüs gelirse kesin bir mucize olacaktı bugün. Benim için en büyük mucize ölmen olabilirdi. İnancıma olan güvenimle saymaya başladım. Gözümü yola diktim. Yaklaşan otobüsü görünce heyecanlandım. O sırada tek sayıları hızla sayıp çift sayılara geçtim. Bunu yaparken sesim içimden dışıma taşmış olmalı ki yanımdaki teyze bir “La havle” çekti. Bu yersiz sinirinden dolayı teyzeye bilenip ondan önce otobüse atladım. “Beter ol teyze,” dedim. Tabii ki içimden. Götüm yemedi de dışımdan söylemeye…

Sıkış tıkış olan otobüsün içinde inatla aralara sıkıştım. Az evvelki teyze kapının önündeydi fakat koca kalçaları kapının dışında kalmıştı. Kapı kapanmayınca söylene söylene otobüsten gerisin geri indi. Evet, bugün bir mucize olacaktı, artık emindim. Hem sayı çift geldi hem de teyze otobüse binemedi. Keyifle kahkaha attım. Yolcular öfkeyle bana dönünce mecburen sustum. Kalan gülmemi içimden kahkahaya dönüştürerek sürdürdüm.

Beklemek, beni her zaman fazlasıyla sıkar. Otobüs dur kalk yaptıkça içim sıkıldı. Oflayıp puflamaya başladım. Neyse ki hemen önümde duran kel kafalı adamı fark ettim. Kendime yeni bir meşgale bulmanın keyfiyle, adamın dökülmeyi unutmuş kıllarını saymaya koyuldum. Bu sefer de tek sayı gelecekti biliyordum. Arkadan öne uzanan, “Vermeyen kalmasın beyler, elden ele uzatalım bir zahmet,” cümleleri eşliğinde adamın kafasındaki kılları saymayı bitirdim. Tam on yedi geldi. Acıdım adamcağıza, on yedi telle hayatına nasıl devam ediyordu acaba? Fakat tek sayı gelmesinin hazzını da acımış yanımın içine katıp yok ettim.

“Ayol üstüme çıksaydın. Az daha sıkışın,” dedi yanımdaki çakma sarışın. Sayılacak bir şeyi olmadığından ona dönük kafamı sokağa çevirdim. Ne kadar şey görüp saydım, bilmiyorum. Nihayet vardığımız durakta hızla otobüsten indim.

Senin işyerine vardım. Merdivenleri çıkarken saydığım basamaklar çift sayı geldi. Büroya henüz varmıştım ki içeri peri kızı gibi bir kadın girdi. Bir kendime baktım, bir ona baktım. Fazla güzeldi. Siyah saçları, yuvarlak yüzü, uzun kirpikleri, çıkık kalçaları ve yapılma burnuyla tam bir afeti devrandı. Kadın içeriye girdi, bense arkasından… Sonra sen çıktın odandan. Görmedin bile beni. Daha önce hiç görmüş müydün sahi?

Benden önce içeriye giren güzel kadını öpüp elini beline doladın. Şüphesiz doğduğunda ismini kulağına üç kez “pezevenk” diye okumuşlardı. Uçan kaçan kurtulamıyordu senden. Fark ettin beni, kızardın, daha bir çirkin oldun bak şimdi. “Bu kadın kim?” diye sordum sana yaklaşarak. Sen bana yanıt vermeden kadın benim kim olduğumu anlayıp hızla merdivenlere yöneldi. İşte o an kulağımı parçalayan çığlığını duydum. Ne bağırdın öyle be!

“Beliiiz!”

Adı da kendi gibi güzelmiş, iyi mi? Beliz dönüp bakmadı bile sana. Bir de ben şansımı deneyeyim dedim, arkasından. Sanki ben onun kocasıyla birlikteymişim gibi suçlu ve çaresiz bir şekilde seslendim:

“Beliiiz, Beliiiz açıklayabiliriz. Al bunu senin olsun. Allah için kaçma, al ne olur, Beliiiz…”

Kadın ardına bakmadan hızla uzaklaştı. Haklıydı.


Meral Çiçeklidal


0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page