top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Nazan Duman Türkşen- Sen ve Ben

Akşamüstü, onları zorba güneşten korumak için yaptıkları gölgelik altında tembel tembel zaman öldürürken Arren sordu, “Lorbanery’de ne arayacağız?”

Ne zaman canım sıkkın olsa, mücadeleden bunalsam, duvarlar üstüme üstüme gelse En Uzak Sahil’i okumaya başlarım. Yine hayattan kaçmak için kitabımı okurken gözlerimi yaşartan sigara dumanından kelimeler ve sesler bütünleşmiş gibiydi. Sanki cümleleri okumuyor, karakterlerin ağzından dinliyordum.

“Lorbanery’de ne arayacağız?”

“Aradığımız şeyi,” dedi Çevik Atmaca.

“Enlad’da,” dedi Arren bir süre sonra, “öğretmeni taştan olan bir çocuğun hikâyesini anlatırlar.”

“Öyle mi? Ne öğrenmiş peki?”

“Soru sormamayı.”

Ged’in kahkahasını bastırmak için çıkardığı homurtuyu duyabiliyordum, sanki konuşsam beni duyacak, cevapsız sorularıma çare olacaktı. “Belki de öğrenmem gereken en önemli şeydi soru sormamak, ne dersin Ged?” diye mırıldandım sigaradan bir fırt daha çekerek. Beni duymuş olmalıydı, her zamanki sabırlı ses tonuyla,

“Öğrenebildin mi bari?” dedi.

“İyi biliyorsun ki öğrenemedim. Yoksa kendimi evimin mutfağına kapatmış, hayal ürünü kahramanımla konuşuyor olmazdım.”

Ged önce ses çıkarmadı. Ona hayal kahramanı dememe bozulmuş olmalıydı. Neden sonra, “Sen ne zamandan beri sigara içiyorsun?” diye sordu. Şaşırmıştım, Ged hiç kişisel sorular sormazdı bana.

“Sen ne zamandan beri sigara içiyorsun diye sordum, sağır mısın?”

Bu sesin, Ged’in bilgelik dolu tonlamasıyla alakası yoktu, “Bu sabahtan beri,” diye kekelerken ıslak köpek misali kafamı sallayıp ayılmaya çalıştım.

“İyi bok yiyorsun.” Masaya çarpılan bir deste kitapla yerimde zıpladım. Hem de öyle böyle değil, sigarayı bir köşeye, kitabı ayrı köşeye fırlatırken kahve fincanını devirdim, sıcak sıvının bacağımı yakmasıyla tekrar zıplayıp bu kez de baharat takımını tuzla buz ettim. “Off anne, neden anahtarla girdin, ödümü kopardın,” diye sızlanarak yerdeki cam kırıklarını kenara itmeye çalıştım.

“Kitaplarını bırakmak için gelmiştim, zile bastım ama duymadın. Maşallah dikkatin pek keskin bugün.”

Anneme salondaki cesetten bahsetse miydim acaba? Polisi arayınca haberi olacaktı ama şimdi pat diye söylesem yüreğine iner miydi? Kaldırabilirdi bence, ne de olsa babamın cesedini bulan o olmuştu. Genç yaşta üç çocukla dul kalıp hayatta kalmayı başardıysa kocamı öldürmemden de pek etkilenmezdi bence.

“Önce masayı sil, kahve halıya damlıyor.”

“En büyük derdim mutfak halısındaki leke mi sence?” Sen bir de salon halısındaki lekeyi gör.

Tezgâhtaki bezi alıp yerdeki büyük cam parçalarını ayıklarken annem de süpürgeyi getirdi, elinden kaptım.

“Senin makinen iyi çekmiyor, kedi tüyü temizlediğin zımbırtıyla üstünden geç de kalanları toplasın,” diye emrettiğini duydum gürültünün arasında. “Tamam!” dedim, sesimi duyurmak için bağırarak. Süpürgeyi bıraktım, masayı sildim, sandalyeme oturup sigaraya uzandım. “Kahve lekesini en iyi gliserin çıkarır, hemen al,” dedi bu sefer. “Tamam,” dedim. “Leke kurumadan dökmen lazım,” diye ısrar etti. “Tamam,” dedim yine.

“Her dediğime tamam diyorsun ama hiç yapmıyorsun. Yine yapmayacaksın. Bir kere beni dinlesen ölür müsün? Neden böylesin sen?”

Annemle kavga etmemenin yolunun her dediğine tamam deyip bildiğimi okumaktan geçtiğini öğrendiğimden beri hayatım epey kolaylaşmıştı. Ağabeyim ve ablam sürekli annemle kedi köpek gibi didişirken biz sakin sakin yaşayıp gidiyorduk. Yine de favori çocuğu ben değildim, zaten o yüzden sürekli hayatıma müdahale etmeye çalışıyordu ya.

“Belki babama çekmişimdir,” dedim damarına basmak için. Babamı pek hatırlamıyorum, annemden çok halalarımla konuşurum hep. Annemin konuşmayı sevdiği bir konu değil. Dikkati başka yöne çekmek için ideal yem yani.

“Hayır, babana hiç benzemiyorsun, onun pis huyları vardı.”

“Ben daha fenayım yani?”

Diğer sandalyeye çöktü.

“Öyle demiyorum, seninle ben zannettiğin kadar farklı değiliz, diyorum.”

“Evet, birbirimizin kopyasıyız neredeyse.”

“Ciddi ol biraz. Eğer beni dinleseydin çok daha iyi bir hayatın olurdu.”

Kendi kararlarımı vermeye başladığımdan beri tercihlerim hep annemin önerilerinin zıddı oldu. Lafını dinlediğim tek konuda öyle fena çuvalladım ki bir daha aynı hatayı yapmamaya yemin ettim. Annem bilmez tabii, kimse bilmez. Tarık’la annemi tanıştırdığımda aşk sarhoşu olmama rağmen içimde adını koyamadığım bir şey vardı. Annem dâhil herkes, “Kaçırma bu kısmeti,” dedi. Önseziler gerçeğe yaklaştıkça annem dâhil herkes, paranoya yapıyorsun dedi, efendi adam, yapmaz öyle şey, dedi. Duvara patlattığı yumruğun sonraki sefer yüzümde patlayacağını düşünemedim o yüzden. En yakın arkadaşımın evine kaçtım, işten izin aldım, tatile gidiyorum dedim, yaralarım iyileşene kadar saklandım. Sonra da boşandım. Anlatsaydım, annem kesin, “Hak etmişsindir,” derdi, ben de anlatmadım.

“Belki,” dedim konuyu daha fazla uzatmamak için. Annemi evden göndermeliydim, önce avukatı sonra polisi aramalıydım. Gitmeye niyeti yoktu. Isıtıcıdaki suyu kaynatıp kendine kahve hazırlamasını izledim boş gözlerle. Bir yandan da beni eleştirmeye devam ediyordu, anneler ve bitmeyen şikâyetleri.

“Anne, bence artık gitsen iyi olur, şu an daha önemli problemlerim var.”

“Neymiş o?” dedi, “Ercan’ı parçalayıp bavullara mı koyacaksın?” Görmüştü demek. Nasıl bu kadar sakindi? Kavga ettiğimizi, elini kaldırdığı zaman aklıma Tarık’ın bana attığı ilk yumruğun geldiğini, kavgada erken davranan avantajlı olduğu için bütün gücümle çenesine vurduğumu, dengesini kaybedip düştüğünü, kavganın başlamadan bittiğini anlattım. Sessizce dinledi. Hiçbir şey sormadı.

“Nasıl bu kadar sakinsin?” diye sordum, ben içtiğim Xanax’a rağmen paniğin tırmandığını hissediyordum.

“Sana daha önce de demiştim, seninle ben o kadar da farklı değiliz. Baban neden genç yaşta öldü sanıyorsun?”


Nazan Duman Türkşen

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page