top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Nihan Göğman- Ah Sen!

Ayla onu, kocasına kızıp çıktığı bir gece yürüyüşünde gördü. Beyoğlu tıklım tıklım, hem boğuk hem taşkın, kendisini öylesine aşmış, öylesine mahmur ve bir o kadar yırtıcı. Yaşam gerçekliğinin başka bir boyutu, zamandan ayrılmış, mekândan sıyrılmış, görüntüsüne ve hissiyatına kozmopolitlik hâkim. İnce bilekli bir çift ayağa eşlik eden turuncu renkli dolgu topuklu ayakkabılar. Evet bronz bacakları, ince bilekleri saran turuncu ayakkabılar tamamlamış. Askılı beyaz bir bluz altına kalçaları saran siyah deri bir mini etek, ince fileli bir külotlu çorap ve turuncu ayakkabılar. Saçlar maşa yapılmış ama bozulmuş. Bozulmuş koyu kahverengi saçlar sırtı kaplamış. Çarpıcı bir kırmızı rujun, etli dudaklar üzerinde sergilediği hakimiyet, siyah gözlere çerçeve olmuş siyah kirpiklerin attığı cesur bakışlar, hedefi on ikiden vurmaya oldukça meyilliler. Ayla uzun bir süre harika bulduğu bu surete baktı kaldı. Arka fonda her telden şarkıyı her telden yorumlayan sokak müzisyeni, parıldayan bozuk paralar var. Ama en parlak şey onun cemali ve o cemale yansıyan ay ışığı. Ayla o gece eve döndüğünde uzun bir süre karşı kaldırımdan uzun uzun seyrettiği turuncu ayakkabılı kadının suretini ve ötesinden berisinden geçen adamlara attığı kahkahalarının ahenkli melodisini unutamadı... Ahu’yu anımsadı.

Ertesi akşam kocasıyla yapay bir tartışmaya girişti, gene aynı saatlerde, on ikiyi biraz geçerken çıktı evden. Her telden şarkıyı her telden yorumlayan sokak müzisyenin arkasındaki duvarda kıvrıldı, bekledi. Sokak gene taştı, bir ara boğucu, bir ara rengarenk oldu. Envaı çeşit suret, envaı çeşit adım atış izledi. Sokağın ruhu önce yavaş sonra hunharca bir taşkınlıkla ruhuna girdi. Az ilerde gençler arasında kavga çıktı, sokakta devriye gezen polisler koşup geldiler, görünür taşkınlığa son verdiler. Sonunda turuncu ayakkabılar geldiler. Ayla gene uzaktan seyretti. Koyu kahverengi saçların savruluşunu, dar bir tulum arasında kıvrılan çekici vücudu, kırmızı rujlu, etli dudakları seyretti. Harika bulduğu suretin bir adamın koluna takılıp gitmesini seyretti. Sonra da evine gidip uyudu oğluyla.

Sonraki üç ay boyunca fırsat bulduğu her akşam, her telden şarkıları her telden yorumlayan sokak müzisyeninin arkasındaki duvarda kıvrıldı, bekledi kadını. Kadın bir adamın koluna takılıp gidince Ayla da evine gidip oğluyla uyudu. Bazı geceler kadının koluna takılıp gitmeyi, bazı geceler kadınla uyumayı düşledi. Bir süre sonra ise kadının bir ismi olması gerektiğini düşündü. Saklandığı çocukluğundan ona kalan sevgili bebeğinin adını verdi kadına. Suzan. Suzan beğenir miydi acaba onu? Suzan’la bir kere konuşsalar bir kere yürüseler ya da bir cay içseler Beyoğlu Pastanesi’nde. Taşkın caddeyi izleseler, Beyoğlu gibi taşsalar birbirlerine, köpürerek sevseler birbirlerini. Çiçek Pasajı’na gitseler, rakıyı koklayarak içseler. İnsanlarında bu cadde gibi suretten surete gezdiğini anlatabilse Ayla Suzan’a. Çatma mescitteki küçük evine götürüp oğluyla tanıştırsa onu, üç kişi saklambaç oynasalar, Beyoğlu sokaklarında gezerken yitirdiklerini anlatsalar birbirlerine, bir de içlerinde dirilttiklerini.

Ayla ailece yemek yemeğe gittikleri bir akşam restoranda gördü Suzan’ı. Bej rengi İspanyol paça dar bir pantolon üzerine koyu renk bir bluz giymiş, sade bir makyaj yapmış, dalgın dalgın çiğniyordu lokmalarını. Yemek boyunca Suzan’ı izledi. Çatalı makarnaya nasıl zarif dokunuşlarla doladığını, her lokmadan sonra ağzına beyaz mendili nasıl dokundurduğunu, topladığı saclarının yanağından aşağı süzülen tellerini nasıl silkelediğini bir bir izledi. Suzan tuvalete gittiğinde Ayla da arkasından gitti. Ellerini yıkarken suyla birlikte gözlerinden akan yaşanmışlıkları ve yaşanmamışlıklara duyulan hasreti gördü, için için onunla birlikte ağladı.

Bir ara oğlunun oynadığı mavi küçük top Suzan’ın masasının yakınlarına kaçtı. Suzan’la oğlunun nasıl cıvıldaştığını izledi konuştuklarını dinledi.

“Mavi topum kaçtı, sizin yanınıza geldi mi?”

“Evet evet, geçti buradan ama az öteye gitti.”

“Ben gidemem az öteye, korkarım.”

“Ben alayım mı topunu?”

“Rahatsız etmiş olmam dimi sizi?”

“Olur mu hiç. Rahatsız etmedin haydi gel birlikte alalım topunu. Saçların ne güzel kıvırcık.”

“Anneme sorayım ama. Gerçi siz onun arkadaşısınız kızmaz bana.”

“Kim ki senin annen?”

“Az gerideki masada oturuyor.”

“Tanımıyorum ben anneni.”

“Ama annem geldiğimizden beri sizi izliyor. Arkadaşsınız ya ondan.”

“Sana öyle gelmiştir kıvırcık, tanışmıyoruz biz annenle.”

Ayla oğlunun yanına gitti. Konuştu Suzan’la.

“Kusura bakmayın yemeğinizi böldük, oğlum rahatsızlık vermedi umarım.”

“Ne rahatsızlığı çok tatlı bir oğlunuz var. Bizim arkadaş olduğumuzu, birbirimizi tanıdığımızı düşünmüş.”

Güldü Ayla. “Öyle gelmiş ona demek ki. Tekrar teşekkür ederim ilginiz için afiyet olsun.”

Ayla geceleri düşlediği, gündüzleri düşlediği, geceleri görmeye çıktığı, gecelerce beklediği, gündüz gece olsun diye saatleri saydığı Suzan’ıyla konuştu. Sesi içine işledi, sureti ruhuna sarıldı, gönlü pırpır kanat çırptı yanında. Bakışları bakışlarına değdiğinde uzun zamandır göremediği yaramaz kangurusu zıpladı sevinçlerinde. Yalınkat bir gerçeklik ve gölgesiz bir doğrulukla anladı Suzan’a âşık olduğunu.

Toplumun üzerine yıktığı normlardan, hayasız sevgi anlayışına uyan aşkından korktu, tiksindi, kabul edemedi önceleri. İki üç hafta çıkmadı Beyoğlu’na, çünkü Beyoğlu onun düşündüğü her şeydi. Ayla Suzan’ına gitmeye karar verinceye kadar akrepler yelkovanları, yelkovanlar akrepleri kovaladı. Beyoğlu konuştu, Ayla dinledi. “Nerede ve ne zaman öleceğini bilmiyorsun. Nasıl ve hangi konumda olacağını da. Varlığın kanıtlanmış olacak mı yoksa kurşun kalemle yazılmış gibi silinecek mi adın bir fikrin yok. Etrafımda çırılçıplak savunma kaygısı olmayan benlikler görmek istiyorum sanırım. Evet, bu bana güç verirdi. Kaç kez aynı sokakta aynı kişinin ardından defalarca gider ki kişi? Ruhunu kemiren sözcüklere paydos demeni isterdim. Arkana bakmadan gitmeni. Bıraktığın izlenimden ziyade neyi yaşamak istediğin mühim olmalı sanıyorum. Yaşamamak insan doğasına en büyük tehdit. Normlardan, kurallardan, rollerden sıyrılarak sadece ben olarak yaşamalısın. Düşünmek ne mühim. Nerede ve ne zaman öleceğini bilmiyorsun. Bu yüzden ruhun henüz yaşarken ruhunla yaşamanı istiyorum. Taviz vermek istemediğin yaşam felsefen olacakları engellemekle kalmayıp yaşayamadıklarının hüsranını yaşatacak sana. Ah, ne yaşam ne felsefe ama. Hislerin, zihnin, bedenin değişime bu kadar adapte olmaya hazırken kuralların ve yasakların neden? Bulunduğun rollere atfettiğin değer ve anlamdan önce insan olduğunu addetmen gerek kendine. Varlığına koyduğun sınırlara, kendini bağladığın hayali zincirlere koca itirazlarım var. Hazımsızlık yaşayabileceğini düşündüğüm hislere de aç artık kapını, bak ben yanındayım Beyoğlu yanında.”

Doğru söylüyordu. Beyoğlu da açmamış mıydı kapısını tüm yaşantılara? Absürt görülen benlik arayışlarına ya da arzulanan sevgiliyle kavuşmalara, tükenen çarelere, yitik ümitlere Beyoğlu da açmamışıydı kapısını?

Ayla çıktı evden. Suzan’ına aşkını anlatmaya, Suzan’ıyla kavuşmaya çıktı. İki hafta kadar her telden şarkıyı her telden çalan sokak müzisyenin arkasındaki duvarda kıvrılıp bekledi. Suzan’ının gelmediğini görünce daha önce Suzan’ın yanında gördüğü kadınlarla konuştu.

“İyi akşamlar. Yanınızda koyu kahverengi saçlı zayıf bir kadın vardı.”

“Ee, ne olmuş varsa?”

“Onu arıyorum.”

“Neden? Erkeklerle ilgileniyoruz sadece.”

“Yok, öyle değil konuşmam lazım onunla.”

“Ne konuşacaksın söyle bana bir bakayım, sektöre giriş yapacaksan doğru yerdesin tatlım.”

“Yok öyle de değil tanıyorum ben onu arkadaşım konuşmam lazım.”

“Ayy, adını söyle kız. kimi arıyorsun sen?”

“Suzan’ı.”

“Kız Sevdaaa, Suzan adında biri var mı bizimle işe çıkan. Ben hatırlayamadım.”

“Yok abla Suzan diye biri.”

“Duydun mu kız, yok Suzan.”

“Ya belki adını siz bilmiyorsunuz. Zayıf, kahverengi uzun saçları var.”

“Kız burada bütün kadınlar birbirine benzer.”

“Turuncu ayakkabıları var, dolgu topuklu hani.”

“Ha bildim gözün çıksın emi... Ahsen’i diyorsun sen.”

“Neyse abla nerde bulurum?”

“İki hafta önce oğlu öldü lenfomadan. Ayy, nasıl da kıvırcık saçları vardı oğlanın. O vakittir yok bulamadı kimse.”

Ayla her telden şarkıları her telden yorumlayan sokak müzisyeninin arkasındaki duvarda kıvrıldı, bir sigara yaktı. Beyoğlu konuşmadı onunla, birlikte yitirilişin getirdiği çaresizlik ile ‘elbet bir gün gelecek’ ümidi ile başlayan bekleyişin kavgasını izlediler.


Nihan Göğman

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page