top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Nisa Kuvvetli- Sade

Sade

Yarının yaşanmamışlığı dünün yaşanmışlığını unutturuveriyordu.

Çekiciliği de buradan gelirdi her zaman. Dün kadar apaçık değildir yarın. Kolayca çözümlenemez, elinizin altında değildir. Yaşamak için dünü, önünüzde uzun yıllar vardır. Çünkü her şeyiyle bilirsiniz. Çırılçıplak vaziyette önünüzde durur. Ama yarın için böyle değildir. Sadece ihtimaller üzerine kafa yorarsınız. İlk görüşte tutulup tanımak için can attığınız biri gibi yarın, tüm cazibesiyle karşınızdadır. Bıkmadan sizi kendi heyecanına çeker. Sonunda dün olsa bile binlerce ihtimali heybesinde taşır.

Ben Sade. Çok rastlanan bir isim olmadığını biliyorum. Ancak isim faslından sonra tüm cazibemi yitiririm. Çocuk ismine çeker derler ya, sanırım öyle. Yolda gördüğünüz, yanından geçtiğiniz onlarca kızdan biriyim işte. Akılda kalıcı bir suretim yok. Kaşlarım çok çıkmadığı için hiç almam. Düz saçlarım ince telli olmasına rağmen gürdür. Ortalama bir boyum ve kilom var. Anlatacak çok bir hikayem de yok aslında. Abim Rus bir kadınla evlendi, Amerika’ya yerleşti. Ben de iki üniversite bitirdim. Biri açık, biri örgün. Atanamamış bir öğretmenim. Hayatı yolunda giden insanları çok kıskanıyorum. İşinde iyi, zengin ya da güzel bir ilişkisi olan…  Fotoğraflarını gördüğümde kendimi hayatlarında kötü giden bir şey muhakkak vardır düşünceleriyle ikna ederim.

Her gün bu banka gelirim ve ders saatlerim boyunca otururum. Sırtımda mutlaka mor çantam olur. İçinde evden çıkarken kimsenin şüphelenmemesi için koyduğum test kitapları var. Ailem çalıştığım dershaneden bana aylardır maaş vermediği için çıktığımı bilmiyor. Daha söyleyemedim. Ne yapacağımı bulana kadar her gün evden çıkıp bu bankta süremin dolmasını bekliyorum. Bu ayrıldığım üçüncü kurum. Ya paramı alamadım ya sigortasız çalıştım. Abim ara sıra para gönderiyor yoksa halim vahim olurdu. Bazen iyi ki ekonomi kötü diyorum. Yoksa hayatta geçinemezdim.

Ben Sade. Gerçekten sıkıcı biriyim. Ama bu normal bir sıkıcılık değil, arkadaş buluşmasında herkesin eğlencesini frenleyecek, yapılan esprilerin üstüne yeni bir şey eklemeye çalışırken  herkesin kahkahasını yutturacak ve muhtemelen bir daha çağırılmayacak türden bir sıkıcılık. Rahatsız edici cinsten. Sıkıcı olduğunu kabul etmiş ve bu gerçekle hayatını revize etmeye başlamış bir kabullenme değil bendeki, bu duruma karşı çaresizim ve ne yapacağımı bilmiyorum. İnsanların küçük köylere taşındığı, küçük ev aletleri almaya başladığı, yüzükler taktığı, ters şeritten çıktığı günlerde son gaz uçuruma sürüyorum. Ve bir de her gün gelip saatlerce bu bankta oturuyorum.

Zehra

“Bilmiyorum anne kaldı mı kalmadı mı… Üç beş tane daha vardı sanki. Murat zaten yemiyor, biliyorsun. Her sene yapıp yolluyorsun, bozuluyor.”

Klimayı açmasına rağmen koltuklar hala soğumamıştı. Güneş gözlüğünü taktı. Kısa, ucu karamel saçları sağa sola esiyordu. Bir sigara yaktı. İnce dudaklarının arasından belli belirsiz bir ses çıktı:

“Bu orospu o mu acaba?”

İşten her dönüşünde gördüğü bu surat. Aynı yerde. Aynı bankta. Aynı kaygılı ifade. Kimi zaman korkulu, kimi zaman hüzünlü bu surat. Baktıkça daha da ilginçleşiyor. Acaba bu o mu, diye düşündü Zehra. Altı senelik evliliklerinin ve aşk yuvaları olan bu kuzey cephesi, güvenlikli, sıkıcı apartman dairesinin önüne tünemiş bu kadın o muydu?

Zehra okumuş etmiş kadındı. Murat’ın tercihlerine, geldiği kültüre saygı duyacaktı. Beni artık sevmemesi çok insani, diye düşündü. İlişkileri başladığından beri kendini kendi bağlarından koparmak ve Murat’ın entelektüel krallığına girmek için o kadar hırpalamıştı ki şimdi annesiyle yaptığı birkaç dakikalık telefon konuşmaları dışında kalan zamanda gerçekte nasıl biri olduğunu hatırlamıyordu.

Kızı incelemeye başladı. Ne kadar doğal, diye düşündü. Kızın makyajsız çehresi, alınmamış kaşları adeta Zehra’nın bakımlı tırnaklarına, yaşanmışlıkları silinmiş göz çevresine çarpıveriyordu. Eski görünmese de modası geçmiş kıyafetleri fiziğine hiç de uygun değildi. Hemen kendi ipek elbisesine göz ucuyla baktı. İçi anlık bir rahatlama hissiyle doldu.

Zehra insanların her şeyleriyle kendilerini yansıttıklarına inanırdı. Ona göre bir insanın kalitesi sürdüğü kokudan, bindiği arabadan, yemek yediği yerlerden de anlaşılabilmeliydi. Bir sonradan görmelik, aşırı maddiyatçılık değildi bu. Tam aksi, ancak paraya değer vermeyen insanlar hayatlarını rafine döşerdi. Ailesiyle de bu yüzden anlaşamazdı hiç. Köydeki onca mal mülke rağmen Adana’nın lüks bir semtine yerleşmek ailesinin akıl edebileceği bir vizyon değildi. Zehra için Kozan’da geçmiş bir hayat boşa geçmiş bir hayattı.

“Bu orospu o mu acaba?”

Her gün evlerinin önündeki bu bankta otururken görüyordu onu. Kızın kocaman, mor bir çantası vardı. Öğrenci miydi acaba? Ama öğrenci olsa her gün aynı saatte burada ne işi olabilirdi ki? Kızın mesajlarını görmüştü Zehra. Normalde Murat’ın telefonuna asla bakmazdı. Ama iki hafta önce Murat mutfaktayken Zehra mesajı görmüştü.

“Sen söylemezsen ben bulup söylerim. Şakam yok.”

Zehra sadece bunu okuyabilmişti. Murat birkaç dakika içinde bir kupa bardak çay ile belirmişti kapıdan.

Peri

Peri asansör katlarını saymayı çok severdi.

Bazen gözünü kapatır, kendini gökyüzüne çıkıyormuş gibi hissederek katları sayardı. Birkaç saniye içinde yerden böylesine yükselebilmek Peri için her zaman çok hayret verici bir şeydi. Daha yükseklere çıkabilmeyi dilerdi her zaman. Evin kapısına geldiğinde telefon çaldı.

“Buyrun canım. İyiyim valla şimdi geldim. Tamam canım. Murat Bey’in takımları ne olacak dedin? Tamam canım. Haydi Allah’a emanet.”

Hemen işe girişti. Peri’nin temizlediği üç evden biriydi burası. Az iş çıkardıkları için çok yorulmazdı burada. Sadece adam ütüye takık biriydi, o kadar. Kadın da iyiydi iyi olmasına ama pek bir üstten bakardı. Peri’nin de okumuş etmiş dolu akrabası vardı halbuki. Halasının kızı atanmış tıbbi sekreter olmuştu mesela. Sonra da gidip bir doktorla evlenmişti. Peri yine de görmemişlik etmemek için kendi hayatından çok bahsetmezdi. İşini yapar, mahalleye dönerdi. Ufaklık zaten pek bir yaramazdı. Başka biriyle idaresi olmuyordu. Baba da hafta sonları canı isterse geliyordu. Peri’nin kocasını her görüşünde hala içi giderdi. Ne çok uğraşmıştı onunla evlenmek için. Ailesine aylar boyu karşı çıkmıştı. Tabi o zamanlar ipsiz sapsız değildi şu anki gibi. Gidip geldiği bir dükkan vardı. Ama artık adamın çilesi boyunu aşınca Peri çocuğunu alıp baba ocağına dönmüştü. Yine de hala umutluydu. Bir insanın ancak yoklukla terbiye edilebileceğine inanıyordu. Mesela en azından beni aldatmadı, diye düşünürdü Peri. Bu Murat Bey’in üstünden başından kaç tane kumral uzun saç kılları çıkarmıştı mesela. E karısının değildi sonuçta.

Kocam bir işe girse bir de şu zıkkımı bıraksa diye düşünürdü hep.

İşini bitirdikten sonra balkonda oturup bir sigara yaktı.

Uzağı da hiç göremezdi. Yine aşağı bankta aynı kız oturuyordu ama. Peri bu kızı uzaktan hep görümcesine benzetirdi. Görümcesi de üniversite sınavına hazırlanıyordu. Kaynanasının yanında bu kız, kocasının ailesinde en aklı selim iletişim kurulabilir kişiydi. Bazen anlam veremezdi. O yırtık, dili zehirli kadının elinden nasıl çıkmıştı bu sakin yavrucak? Ama mahalledekiler hep derdi, bu kız rahmetli babasının huyuna çekmişti. Onun gibi yüzü yumuşaktı. Zaten adam da erken gitmişti. Bu kadının elinde kim dayanırdı ki? Az çektirmemişti Peri’ye. İşte o yüzden görümcesinin üniversite kazanıp gitmesini isterdi. Bu kız görümcesine çok benziyordu. Acaba kocam mı gönderdi diye düşündü Peri. Uzağı da hiç göremezdi ki. Aşağı inip bakmaya karar verdi.

“Belki de kız o cadı annesi yüzünden beni arayamıyor. Çözümü gelmekte bulmuş. 5…4… Belki arayı bulmak istiyordur. Belki abisi iş bulmuştur. 3…2…1…

Peri aşağı indiğinde bankta birkaç izmarit dışında hiçbir şey bulamadı.

Ömer

Yarının yaşanmamışlığı dünün yaşanmışlığını unutturuveriyordu.

Çıkmadan ofisi yine tertemiz bırakmıştı. Ömer’in basit takıntıları vardı. Ertesi sabah geldiğinde masasını temiz görmek, ortamdan yapay kokular duymak isterdi. Otobüste zorunda değilse eğer direklere dokunmazdı. Çantasında mutlaka ıslak mendil taşırdı. Basit takıntıları aşk hayatında da kendini gösterirdi. Sevgilisinin çok makyaj yapan biri olmasını istemezdi. Hatta mümkünse, diye düşünürdü, hiç yapmasın.

Dikkat çekici olmanın büyüden çok çok uzak olduğuna inanırdı. Ona göre hayatın asıl gizemi basit olandaydı. Hele ki insanların farklılıklarıyla aynılaştığı bu çağda, sadeliğin müthiş gizeminde kaybolmak isterdi.

Otobüs durağına geldiğinde karşı kaldırımdaki bankta oturan kıza gözü ilişti yine. Bu kaçıncı görüşüydü bilmiyordu. Kulaklığını taktı.

For you, I was a flame.

Love is a losing game.

Kız, Ömer’in çok da tipi değildi aslında. Her gün onu aynı yerde, aynı saatte görmek bir tanışma hissiyatı uyandırıyordu sadece. Ama olmasa da çok da dert değildi. Sonuçta Ömer’in hayatının aşkı değildi.

One I wished I never played.

Aslında baktığında güzel de bir kızdı. Ne iş yapıyordu ki? Yakınlarda kızın çalışabileceği bir yer bulmaya çalıştı. Düşünmeye başladı. Güzel bir surat… Çok sakin. Şarkıyı değiştirdi.

Sorarım ıssız gecelerde

Sevgilim nerde

Ömer basit bir adamdı. Mimarlık okumuştu. Nispeten iyi bir mimarlık ofisinde iş bulmuştu. Evden işe otobüsle gidiyordu. Sevgi dolu bir ailede büyümüştü. Bu yüzden olsa gerek hayatın anlamının basit düşünmekte, basit yaşamakta olduğuna inanıyordu. Bilinmezlikler, farklılıklar… onun için gülünç şeylerdi.

Hemşire mi acaba?”

 Ama hemşirelerin sabahı gecesi belli değildi ki. Bu kız işten her gün aynı saatte çıkıyordu. Belki de nöbet olmayan bir kısımda çalışıyordu.

Hemşire ve mimar… nasıl olurdu acaba?

Sonuçta ikisinin de çıkış saati aynıydı. Bir düzen olduktan sonra yapılan işin çok da bir anlamı var mıydı ki?

Otobüs geldi.

Zehra

Kızı inceliyordu.

Murat ile bu kızın yan yana nasıl geldiğini hayal etmeye çalışıyordu.

Radyoda çalan şarkı hiçbir düşünceye engel değildi.

But when you call me baby

I know I’m not the only one

Nasıl konuşabiliyorlardı ki? Murat’a toplantı, mesai yalanları söyleten o muhabbeti bu kadın mı veriyordu gerçekten? Zehra’yı harıl harıl arayan, evin önünde yatıp kalkan o tutkulu aşkın sahibi bu boş bakışlar mıydı?

Zehra kızı inceledikçe kendini suçlamaya başladı. Seyrekleşen konuşmalarını, ertelenen tatillerini, plansız geçen hafta sonlarını düşündü. Murat için bu kız bir kaçıştı. Aslında asıl sorun evlilikleriydi. Bu ilişki Murat’ın tercihi olamazdı.

Peri

Peri balkondan görümcesinin gelip gelmediğine baktı.

Yazık garibim, arayamıyor da diye düşündü.

“Başında bir anne, herhalde izin vermez. Uzakta da yaşayınca böyle denedi herhalde. E benimki de gururlu vesselam. Ölür de adım atmazdı zaten bana bundan başka.”

Peri’nin içi sevinçten dolup taşıyordu. Ne diyecekti acaba? Kaynanası arkasından pişman mı olmuştu? Abisi düzgün bir işe mi girmişti? Geri barışmak mı istiyordu? Çocuğu mu özlemişti?

Peri’nin içi sevinçten dolup taşıyordu.

Ömer

“Anne bence hemşire dedim. Orada en yakın hastane var çıkabileceği.”

“E oğlum belki normal memurdur.”

“Olabilir ama çantası çok büyük. Belki eşyaları kıyafetleri falan vardır diye düşündüm.”

Peri

Yine kaç tane kıl ayıklamıştı adamın kıyafetlerinden. Bugün Zehra’ya söylemeye kararlıydı. Hem zaten kocası iş bulmuşsa artık temizliğe gelmesine gerek de kalmayacaktı. İş bulamasaydı görümcesi niye gelsin ki buraya kadar? Düşününce Zehra için çok üzülüyordu. Onun kocası da iş güç sahibi zengindi de adam değildi işte.

Bugün Zehra erken gelecekti. Ona söyleyip çıkarsa bugün görümcesine yetişebilirdi. Kız muhtemelen mahalleyi biliyor ama hangi apartman emin olamadığı için sokağın ağzında bekliyordu.

Ömer

Kız hakkında düşünmek alışkanlık halini almıştı. Ömer kendini hayaller kurarken o kadar inanılmaz hissediyordu ki. O kadar yalın, hiçbir dikkat çekici yanı olmayan birinde kimsenin göremediği ve göremeyeceği şeylere sahip olduğuna inanıyordu.

Zehra

Tam yarım saattir temizlikçi kadının gösterdiği kumral uzun kıllarla bakışıyordu. Pikapta en sevdiği şarkı dönüyordu. Dünya da o şarkıyla beraber dönüyordu.

And in your way

My blue shade

My tears dry on their own

Peri

3…2…1…

Saya saya inmişti. Peri şimdi o kadar hazırdı ki. Nasıl konuşacağını hep düşünmüştü. Ama önce tabii ki bir sarılacaktı. O kadar hukukları vardı zamanında. Neredeydi, hah o bankta yine. Arkası dönük. Peri de hiç uzağı göremezdi ki. Ancak kıza yaklaştıkça kocasının iş bulmuş ihtimali uzaklaşmaya başladı. Peri kıza uzun uzun dikkatlice baktı.

Otobüs geldi.

Sade

Ben Sade. Yarının yaşanmamışlığı dünün yaşanmışlığını unutturuverir. Her gün gelir bu bankta otururum.

 Dünü yaşamak için bir ömür vardır ama yarını yaşamaya bir ömür yetmez belki.

 Her gün gelir bu bankta otururum.

Çünkü ilk kez tanıdığım biri gibi yarın, her gün her gün tüm cazibesiyle karşımdadır. Onu yaşayabilmek için topuklarıma kadar arzu duyarım. Sonunda hiçbir şey olmasa bile, ihtimalleri her zaman heybesinde taşır. Bu tahta bankta otururken bile, yarınımın heybesinde benim için her zaman güzel bir şeyler vardır.

 

Zehra

“Gelmenize gerek yok. Saray taşımıyorum neticede. Şu yerleşme işlerim bitsin, ben gelir sizi görürüm nasılsa.”

Kısa saçları rüzgârda uçuşuyordu. Önünden geçerken acı çektiği bir bank dahi edindiği bu evlilik, dünde bıraktığı, gizemi kalmamış, çırılçıplak bir bedene dönmüştü. Şarkının sesini açtı. Biraz da hızlandı.

Just what you want to be

You will be in the end

Peri

Kaynanan çok kötülemiş Peri. Büyüklük sende kalsın git gör. Hem belli mi olur, her şerde bir hayır vardır. Belki yuvan da bu sayede toparlanır.”

Bu lafların üstüne buradaydı işte. Kaynanası yatakta, başında Peri, eski püskü kanepede kocası, minnetli bakışları…

Kendi de istemişti aslında gelmeyi. Nedenini sorsalar söyleyemezdi.

Sade 

Yarının ihtimalleri dahi dünün tüm ızdırabını çekip yutabilir.

Yaşanan veya yaşanmayan her şeyi önemsiz hale getirebilir yarının bilinmeyenleri.

Bugün yine bu bankta oturuyorum. Yarının gizemli heybesini kendimle taşıyorum.

Şu duraktaki adam bana doğru mu geliyor?

Yarının olasılıkları düne dair her şeyi unutturabilir. Dünden daha çok üzebilir. Daha mutlu edebilir. Daha şaşırtabilir. Ama güzel olan kısmı, ne olacağını asla bilemezsiniz. Sadece umut edebilirsiniz.

“Merhaba. Ben Ömer.”


Nisa Kuvvetli

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page