top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Nuray Elçin- Alt Tarafı Bir Sigara Vakası

Abim, babamdan ilk dayağını yediğinde on altı yaşındaydı. Okul tuvaletinde sigara içerken müdüre yakalanmış. Biraz mahcup olsa, boynunu büküp sesini çıkarmasa, belki de iş oralara varmayacaktı. Ama bizimki o sırada koridordan âşık olduğu kızın geçtiğini görünce, artistlik yapıp dumanı müdürün suratına üflemiş. Kızın buna yüz verdiği de yokmuş ya neyse… Sigarayı sonuna kadar içmiş, kravatını, ceketini omuzuna atıp soluğu bilardo salonunda almış. Abim o gün eve geç geldi ama yediği haltın haberi, üzerine on eklenip yüzle çarpılarak ondan önce gelmişti. Eve girerken yüzündeki o şapşal suratı geçen yıllar boyunca sık sık hatırladım, hala da hatırlarım. Sadece eve geç gelmenin azarını yiyip, annemin yanağına bir öpücük kondurup, babamın fırçasına boynunu büküp odasına gideceğini sandığı bir surat işte. Oysa kapıyı açtığında annemin yüzüne birazcık baksa, o gelmeden evde kopan fırtınanın esintisini birazcık hissetse, müdüre karşı yapamadığı mahcubiyeti, bu sefer, bir zahmet evdekilere gösterse belki de iş oralara varmayacaktı. Ama bizimki adeta Deli Yürek mübarek. Hiçbir şey olmamış gibi odasına doğru seğirtince, babamın ayağa fırlayıp ensesinden yakalamasıyla, annemin beni alıp kolunun altına saklaması aynı anda oldu. Babam, öyle üflenmez böyle üflenir diye diye üç tükürük, iki tekme, bir tokat döngüsünde eşek sudan gelinceye kadar dövdü abimi. Ve tahmin edileceği üzere, eşeğin sudan gelmesi epeyce uzun sürdü.

“Alt tarafı bir sigara vakası,” diye düşünüp meseleyi hafife almak en büyük hatamızdı. Bu hatayı ilk yapan elbette abimdi. Sonra da babam. Müdür, abimin okuldan çıkışının hemen ardından yüksek disiplin kurulunu toplamış, o güne kadar yaptığı irili ufaklı bütün hatalarını toplayıp azılı bir suçlu dosyası haline getirmişti. Zira bu olaya “alt tarafı bir sigara vakası” olarak bakmayan bir tek kendisiydi. Babam, sabah yedi akşam yedi, kendi tabiriyle “it gibi” çalıştığı iş yerine okuldan telefon gelince, abime bir şey oldu sanmış. “Hayırdır inşallah,” diye eline aldığı telefonda, “aslan oğlum,” diye göğsünü gere gere anlattığı büyük oğlunun ne kadar haysiyetsiz, ne kadar terbiyesiz ve hadsiz biri olduğunu bağıran müdürün sesini, yanı başındaki iş arkadaşları da duymuş. “Elbette çocuk yetiştirmek herkesin harcı değil”, demiş müdür bey. Babam da tek kelime etmeden telefonu kapatmak zorunda kalmış. Sigara üstüne sigara içerek akşamı zor edip eve geldiğinde "aslan oğlunun" henüz teşrif etmediğini görünce, yani bence tam da bu noktada konu “alt tarafı bir sigara vakası” olmaktan çıktı. O günden sonra da başta benim hayatım olmak üzere her şey rayından çıktı.

Öncelikle, abim yediği dayağın acısıyla uzunca bir süre odasına kapandı, hiçbirimizle konuşmadı. Evdeki “aslan oğlum” un yerini artık “şu serseri” almıştı. Zaten haftasına kalmadan da okuldan atıldı. Zira dosyası epeyce kabarıktı. Mahalledeki lakabı "okuldan atılan serseri" olarak kulaktan kulağa yayılınca, ipin ucu iyice kaçtı. Uzun siyah paltosu omuzlarında, tesbihi elinde, atıldığı okulun kapısında âşık olduğu kızı beklemeye başladı. Tabii kız yine bizimkine yüz vermedi. Ne briyantinli siyah saçları ne Tarkan'ın “İnci Tanem” şarkısı kandıramadı kızı, ertesi yıl başka bir şehirde üniversite kazanıp gitti. Abim de uğruna “şu serseri" olduğu kızın ardından boynu bükük bakakaldı. Annemle babam, adam olsun diye askere gitmesini beklediler. O zaman “şu serseri” den “aslan oğlum” a tekrar geçmek için bir şansı olacak gibiydi ama bizimki askerliği de yaktı. Bu sefer de komutanına diklenmiş. On sekiz ay sürecek askerliği yirmi sekiz ay sürdü. “Döndü artık, çok şükür,” dedikten kısa bir süre sonra annemin uzak bir akrabasının kızı istendi, evini barkını bilen olgun bir aile babası olması beklendi. İşsiz güçsüz demesinler diye babamın emekli ikramiyesiyle bir bakkal dükkânı açıldı. Abim kendi işinin patronu oldu. Ondan beklenen mahcubiyetten uzakta, bir kenarda katıldı bütün bu adam olma planlarına ama yine olmadı. Karısı her sabah anneme gelip gözyaşı döktü. “Eve geldiği yok, beni gördüğü yok. Ne bir tatlı söz ne bir güler yüz…” diye ağladı durdu. Artık dövülecek yaşı da geçtiği için abimi kendi haline bıraktılar. Önce babam, sonra annem, en son da karısı vazgeçti onun adam olmasından. Abimin adı artık “ne hali varsa görsün” olmuştu. Sonra bir gün gitti abim, ne hali varsa görmeye gitti.

Bu arada ben de olanlardan nasibimi fazlasıyla almıştım. Babam haftada bir okula uğrayıp bütün öğretmenlerimle görüşüyordu ve lisede bu pek normal karşılanmıyordu. Annem her gün, hiç aksatmadan, okul formamı, saçlarımı, ellerimi kokluyor, sigaraya dair iz arıyordu. Bu yüzden sigara içen arkadaşlarımla görüşmeyi de kesmiştim. Evden çıktığım, eve girdiğim saatler belirlenmişti, değiştirilmesi ve esnetilmesi teklif dahi edilemezdi. Yine de hayatım abimin sigara vakasından sonra alt üst olsa da, onda yapılan hatalar bende yapılmasın diye üzerimde iki çift gözle her dakikam kontrol altında geçse de, annemle babam mutlu olsun diye kapasitemin çok çok üzerinde başarılar elde etmek zorunda kalmış olsam da, ben abimden hiç vazgeçmedim. Onu her seferinde gri pantolonlu, beyaz gömlekli, lacivert ceketli ve lacivert kravatlı o şapşal suratıyla hatırladım, hala da öyle hatırlıyorum. Çünkü benim için olay her zaman “alt tarafı bir sigara vakası” olarak kaldı.


Nuray Elçin

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page