top of page
  • Yazarın fotoğrafıİshakEdebiyat

Öykü- Nuray Elçin- Helal Olsun

Babam elindeki kâğıdı sallarken, “Al işte! Yine yapmış yapacağını bunak herif!” diyor. Babaannem ise odanın köşesindeki koltukta büzülmüş bir yandan dizlerini ovuyor, bir yandan da babamın ağzından daha kötü bir şey çıkmasın diye, “Sus oğlum, ölünün arkasından tövbe tövbe...” diye mırıldanıyor.

Geçmeyen bir romatizması var babaannemin. Yaşlılarda olur ya hep, onlardan değil. Ona has; ne zaman sıkıntıya girse, dertlense, üzülse birden azıyor o ağrılar. Sonrası insanın sinirlerini alt üst eden bir süreç. Bütün çocukluğum avuç içlerim kızarana kadar babaannemin tombul dizlerini ovarak geçti. Bir tek bu olsa iyi… Salondaki fiskos masasının üzeri babaannemin taparcasına kullandığı dil altı hapı, tansiyon için her daim bir diş sarımsak, olur da şekeri düşerse diye gümüş kâsede güllü lokum, yükselirse diye şeker ilaçları, mentollü romatizma kremleri ve ağrı kesicileri ile dolu. Dedemin ölümünden sonra masada yerini alan sakinleştiriciler ise babaannemin son birkaç gündür en gözde ilaçları oldu. Taziye için eve gelen herkese, “Sabah gözlerimi bir açtım adamda ses yok, soluk yok, yüzü bembeyaz, buz kesmiş,” diye ağlayarak anlatmaya başlıyor, sonra da eli hemen o renkli ilaca uzanıyor.

Babam elindeki mektubu sinirden yırtmakla, inanamadığı için okumak arasında gidip gelirken babaannem güllü lokumlardan birini atıyor ağzına. “Rahmetli zor adamdı, inatçıydı ama babanız işte, dirisine nasıl saygısızlık yapılmazsa ölüsüne de yapılmayacak,” diyor. Babam ise daha fazla dayanamayıp balkona atıyor kendini. Sigara içecek. Babaannemin yanında içmez, dedem ise içtiğini bile bilmezdi. Bilse ne olurdu diye geçiyor aklımdan. Sonra dedemin zayıf, kırışık, hep sert bakan yüzü geliyor gözlerimin önüne. Kaşlarını çatar, “Hakkımı helal etmem,” derdi mutlaka. En çok hakkını helal etmezdi. Belki gücü bir tek ona yettiği için söylediği bu cümle, tam bir hafta önce cenazede bizzat kendisi için söylenmişti. Dedemin, “Hakkımı helal etmem bak,” dediği herkes imamın sorusuna, “Ettim,” diye cevap vermişti. Üç kez, “Ettim, ettim, ettim.”

Dedem garip bir adamdı ama bana göre iyi adamdı. Yanına gittiğimde ensemden şöyle bir tutar, “Aslan torunum,” deyip sarılırdı. İki yanağımdan da mutlaka öper, iki eliyle yüzümü tutup uzun uzun bakar, sonra da öpmem için elini uzatırdı. Malı mülkü çok derlerdi ama onu mal mülk içinde hiç görmemiştim. Ayda yılda bir kullanılan 90 model kırmızı Toros ve iki oda bir salon ev zenginlik alameti miydi? Yediği, içtiği, giydiği her şey herkesinki gibiydi. O zaman bu mal mülk neredeydi?

Babaannemin sesiyle, dedemi hala kapının önünde duran Toros’un yanında bırakıp bir tane güllü lokum da ben atıyorum ağzıma. Sesi ağlamaklı, gözyaşları akmaya hazır, yedi gündür böyle... Cümlesinin başını kaçırsam da, “Ben neler çektim de sesim çıkarmadım,” kısmına yetişiyorum. Elindeki peçeteyi buruşturmuş sımsıkı tutuyor. Önce burnunu, sonra gözlerini siliyor. Midem bulanıyor, ağzımdaki lokum zehir oluyor, zor yutuyorum. “Allah aşkına ne çektin babaanne?” diye soruyorum. Başını benden yana çevirip yüzüme ters ters bakıyor. “Ne çekeceğim. Daha çocuktum verdiler beni dedene işte, sabahtan akşama kadar köle gibi hizmetindeydim. Yetmez mi? Allah var bir gün olsun ne bana ne çocuklarına elini kaldırmadı ama o kadar çok konuşurdu ki bir tane vursa daha iyi derdim içimden. Bir tane vursa da sussa. Ama susmazdı rahmetli. Her şey tam olacak, vakitli olacak, düzenli, temiz olacak. Gardiyan gibi gezerdi evde. Bir yerde toz mu gördü, işaret parmağına bulaşan tozu burnumun ucuna kadar yaklaştırır saatlerce temizliğin ehemmiyetini anlatırdı. Oldu da yemek mi gecikti? Zaman şöyle önemli aman bak böyle kıymetli diye konuşur da konuşurdu,” diye anlatıyor hiç duraksamadan, soruyu sorduğuma soracağıma pişman oluyorum ama babaannem derin bir nefes alıp sonra hızlıca bırakıyor ve anlatmaya devam ediyor. “Evlendiğimiz gün karşısına aldı beni. Elime iki sayfa kâğıt tutuşturdu. Liste yapmış koca adam. Bunlar benim için mühimdir, vaktinde ve doğru yapılması icap eder Leman Hanım, bilesin, dedi. Zaten korkudan serçe gibi titriyordum. O gün dedim işte, Leman senin hayatın bitti.” Babaannem daha anlatacak belki ama koltuğa iyice yayılıp, “Amma abarttın ha babaanne,” diye sözünü kesip, “Dedem pamuk gibi adamdı. Ben bir kötülüğünü görmedim,” diyorum. Babam giriyor o sırada içeri, “Sus lan, edepsiz. Ne biçim konuşuyorsun babaannenle,” deyip bir güzel paylıyor beni. “Sen öyle büyümedin diye gevrek gevrek konuşursun tabii. Olan bize oldu. Ölünce rahat ederiz dedik. Şu hale bak,” diye bağırıp fırlatıyor elindeki kâğıdı.

Dedemin yedisi çıkınca artık zamanı geldi denilip yatak odasındaki kilitli sandık açıldı. Ben kırkını beklerler diye düşünmüştüm. Bana kalırsa yedisi çok erkendi ama tabii ki bana kalmadı. Vasiyetin açılışı bir tören anı gibiydi. Herkes yastan mı meraktan mı olduğu belli olmayan bir sessizlik içinde, kâğıdın önce sandıktan sonra da zarftan çıkarılışını izledi. Babam, bu gerilimli anı olabildiğince uzatan babaanneme dayanamamış olacak ki, “Ver şunu anne ya! Zaten tutturdun yedisini bekleyelim diye,” dedi. Zarfı babaannemin elinden çekip aldı.

İşte birkaç saat önce yaşanan bu kutsal anın sonunda, dedemin mavi mürekkeple, inci gibi el yazısıyla yazılmış, iki kez katlanmış ve yaklaşık on kez okunmuş vasiyeti, yerdeki dokuma el halısının üzerinde öylece duruyor. İşin garibi kimse vasiyeti yüksek sesle okumuyor, beyaz kâğıt elden ele dolaşıyor, önce sessiz bir küfür, ardından bir, “Tövbe estağfurullah,” eşliğinde bir sonraki ele geçiyordu. Zavallı kâğıt parçası saatler içinde buruştu, kirlendi, eskidi. En sonunda da yere fırlatıldı.

Kâğıdı uzanıp yerden alıyorum. O ana kadar okumadığım ama okuyan kimse memnun kalmadığından içinde yazılanı az çok tahmin ettiğim mektubu babama, babaanneme ve kapıda sessizce beni izleyen anneme yüksek sesle okumaya başlıyorum.

“Çok kıymetli ailem. Ölümümün sizi ziyadesiyle üzdüğüne eminim ancak emr-i hak vaki olunca elden bir şey gelmez. Sizlerden birkaç isteğim olacak. Yasınız bitip, üzüntünüz biraz da olsa azalınca bu isteklerimi yerine getirmeniz son arzumdur, vasiyetimdir. Tahmin ve umut ettiğiniz gibi zengin bir adam değilim. İşin aslı hiçbir zaman da olmadım. Sizi bir gün olsun kimseye muhtaç etmemek benim için kâfiydi ve sanıyorum ki bunu başarabildim. Bu esnada epeyce borçlandığımı bilmenizi isterim. Dolayısıyla size bırakacağım miras sadece aşağıda yazacağım borçlardan ibarettir. Ben ödemeyi düşündüm ancak, bir ömür zaten borç ödemekle geçen hayatımın en azından son yıllarında rahat bir hayat sürmeyi hak ettiğime inandım. Leman Hanım’ı yanınıza alıp evi satarsanız borcun bir kısmı kapanır. Kalan kısmını da bir şekilde halledersiniz.

Mezarımdaki çiçekler solmaya yüz tutmadan sık sık ziyaretime geleceğinize inanıyorum. Dualarınızı eksik etmeyin. Yoksa hakkımı helal etmem bilesiniz.

Bu cümleleri yazarken dileğim odur ki, Leman Hanım’ın yanı başında, uykumda, huzur içinde ruhumu teslim edeyim.

Sağlıkla ve afiyetle kalın. Hepinizi sevgiyle kucaklıyorum.”

Altında uzunca bir borç listesi olan vasiyeti okumayı bitirdiğimde sırıttığımı fark ediyorum. Herkesin aksine okuduğum şey beni sinirlendirmiyor, bilakis keyifleniyorum. “Helal Olsun dedeme be!” diye mırıldandığım sırada bundan sonra babaannemle yaşamak zorunda kalacak olan annemle göz göze geliyoruz. Yedi gündür geleni gideni ağırlamaktan perişan olan annem, gözlerindeki alevi ağzına yürütüp bir şey söylemeye niyetlenirken kapı çalıyor. Kapıdakinin, “Başınız sağ olsun,” cümleleriyle ev, tam da olması gerektiği gibi, taziye evine dönüyor. Ta ki mektup yeniden okununcaya dek…


Nuray Elçin

4 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page